يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ ﴿﴾
“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz (sakınırsınız).”
(el-Bakara, 2/183)
Oruç, Allah (c.c.)’nun Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’e farz kıldığı ibadetlerin en büyüklerindendir.Allah (c.c.), bu âyet-i kerimede geçmiş ümmetlere orucu farz kıldığı gibi Ümmet-i Muhammed (s.a.v.)’e de farz kıldığını haber vermiş, onun büyük hikmetini beyan etmiştir.
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا“Ey iman edenler!”
يَا harfi nida için olup, Allah (c.c.)’nun mü’min kullarına bir hitabıdır.
اَيُّهَا tenbih içindir. Mü’minlere bir emir geleceğinin işaretidir.
Muhtelif âyetlerde geçen “Ey iman edenler!” ifadesi hakkında İmam Hasan (r.a.): “Allah Teâlâ’nın ‘Ey iman edenler!’ buyruğunu işittiğin zaman hemen kulak kesil. Çünkü bu hitabın hemen ardından ya emredilecek bir emir ya da nehyedilecek bir yasak gelecektir.” buyurmuştur. Cafer-i Sadık (rh.a.) ise: “Allah (c.c.)’nun, mü’min kullarına yapmış olduğu nidaların lezzeti, bütün ibadetlerin zorluk ve zahmetini onlardan gidermiştir. Artık bu nida karşısında, Rabbi Allah Teâlâ ona kendisini ateşe atmasını bile emretse kul hemen o emre itaat eder.”
كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ “Oruç size farz kılındı”
Kutibe: Arapça’da ‘yazıldı’ manasına gelir. Kur’ân’da geçtiği zaman aksine delalet eden bir karine olmadığı takdirde ‘farz kılmak’ manası taşır. Muhtelif âyetlerde hükmetmek (el-Mucâdele, 58/21), kılmak (el-Mâide, 5/21), emretmek (el-Mâide, 5/45) manalarında da kullanılmıştır.
Oruç ne demektir?
Sıyâm: Lügatta, bir şeyden çekinmek; güneşin tam tepede olması; rüzgarın dinmesi; suyu olmayan kuru yer; atın duracağı yer; çıkrığın durması; yemek, konuşmak ve yürümekten uzak durmak manasına gelir.
Şer’î ıstılahta ise, niyet ederek fecr-i sadıktan güneş batıncaya kadar yeme, içme ve cinsî münasebeti terk etmek demektir.
Orucun farziyetinin delilleri:
Oruç, hicrî bir buçuk yılında Şaban ayının onunda Kıble Kâbe’ye çevrildikten sonra farz kılınmıştır. Orucun farziyeti Kur’an, Sünnet ve İcma ile sabittir. Kitap’tan delili bu âyet-i kerimedir. Sünnetten delili: “İslâm beş (temel) üzere bina edilmiştir: Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehadet et¬mek, namaz kılmak, zekât vermek, hac(cetmek) ve Ramazan (ayı) orucu tutmak.” (Buhârî, Îmân 2) hadisidir. Orucun farz olduğu hususunda ümmet birleşmiştir.
Ramazan orucu önceki oruçların hükmünü kaldırmıştır:
İslâm’ın ilk yıllarında her aydan üç gün ve Aşure günü oruç tutulurdu.
Muaz bin Cebel (r.a.): “Rasûlullah (s.a.v.) Medine’ye geldi. Her aydan üç gün oruç tutmaya başladı. Ve Aşure günü oruç tuttu. Sonra Allah Azze ve Celle ona orucu farz kıldı. Allah Azze ve Celle şu âyeti indirdi” demiş ve bu âyeti okumuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, s.1634, h.no:22475) Bu rivayette ayrıca: “(Rasûlullah) Rebîulevvel’den Ramazan’a kadar 17 ay (müddetle) her aydan üç gün olmak üzere oruç tuttu.” ifadesi geçmektedir.
Abdullah b. Ömer (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, cahiliye ehli Aşure günü oruç tutarlardı. Rasûlullah (s.a.v.) ve Müslümanlar da Ramazan (orucu) farz kılınmadan önce (o günde) oruç tuttular. Ramazan (orucu) farz kılındığı zaman Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Muhakkak Aşure, Allah’ın günlerinden bir gündür. Artık her kim dilerse o (günde) oruç tutsun, dileyen de tutmasın.” (Müslim, Sıyâm 19) İbn-i Abbâs (r.a.)’dan gelen diğer bir rivayette ise; Rasûlullah (s.a.v.) Medine’ye geldi de Yahudileri Aşure günü oruç tutarken buldu. Kendilerine bunun sebebi soruldu. Dediler ki: “Bu gün Allah’ın, Musa ile Benî İsrail’i Firavun’a karşı muzaffer kıldığı gündür. İşte biz (bu gün), onu tazim için oruç tutuyoruz.” dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.): “Biz, Musa’ya sizden daha evlâyız.” buyurdu ve o gün oruç tutulmasını emretti. (Müslim, Sıyâm 19)
Bu âyet inince, Aşure orucu ve her ayda tutulan üç gün orucun hükmü kalkmış ve Ramazan orucu farz kılınmıştır.
كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكُمْ “Sizden öncekilere farz kılındığı gibi”
Allah (c.c.) burada bir teşbih (benzetme) yapmıştır.
Âyetteki Benzetme yönü:
Bu hususta âlimler ihtilaf etmişlerdir:
1- Bazıları “Âyetteki teşbih, orucun vakit ve miktarına döner.” dediler. Mücahid de: “Allah, Ramazan orucunu her ümmete farz kıldı.” demiştir.
Bu görüşteki âlimlere göre Ramazan’da oruç tutmak, Ehl-i Kitap’a da farz idi. Ancak Yahudiler bu ayda oruç tutmayı terk edip senenin bir gününde oruç tuttular.
“Hristiyanlar üzerine de Ramazan ayı orucu farz idi. Onların bir kralı vardı. Hasta oldu. Allah kendisine şifa verirse (orucun miktarını) 10 gün daha artıracağını söyledi. Sonra onların bir kralları daha var idi. (Birgün) et yedi ve rahatsızlandı. Allah kendisine şifa verirse (orucu) 8 gün daha artıracağını söyledi. Sonra onların bir kralları daha var idi. Dedi ki: ‘Bugünleri niçin tamamlamıyor ve baharda tutmuyoruz.’ Ve bunu yaptı. (Böylece oruçları) 50 gün oldu.” (Taberânî, Kebîr, c.3, s.107, h.no:4089)
2- Cumhur ise: “Âyetin manası; oruç sizden önceki ümmetlere nasıl farz ise size de farz kılındı manasınadır. Teşbih, vakit ve keyfiyet yönünden değildir.” demişlerdir.
3- Bazıları ise; “Teşbih, orucun sıfatı yönündendir. Yemek, iç¬mek ve cinsî ilişkiden meneden bir oruç onlara farz kılındı ise size de vasfı bu olan bir oruç farz kılındı manasınadır.” demiştir.
Âlimlerimizin ikinci görüşü tercih etmişlerdir. Teşbihte benzeyen ile benzetilen arasında her yönden eşitlik olması şart değildir. Buradaki teşbihin manası orucun farziyeti hususundadır.
“Öncekiler”le Kimler kastedilmiştir?
1- Bundan kastedilenler, Âdem (a.s.)’dan Peygamberimiz’e kadar gelen ümmet-lerdir. Sahâbe’den gelen rivayete göre; Nuh (a.s.)’dan, Efendimiz’e kadar gelen bütün Peygamberler ve ümmetleri her aydan üç gün oruç tutmuşlardır. (Taberî, Tefsir) Efendimiz de bir hadislerinde: “Allah’a en sevgili olan oruç, Dâvûd (Peygamber’in) orucudur. O, bir gün oruç tutar, bir gün yer idi.” (Buhârî, Ehâdîsu’l-Enbiyâ 38) buyurmuştur. Bu hadisler, önceki şeriatlarda orucun var olduğunu göstermektedir.
2- İbn-i Abbas (r.a.), burada kastedilenlerin Ehl-i Kitap (Yahudi ve Hristiyanlar) olduğunu söylemiştir. (İbn-i Ebî Hâtim, Tefsir) Ancak Ehl-i Kitap, oruç üzerinde değişiklikler yapıp tahrif etmişlerdir. Şeriatleri hükümsüz kalan Ehl-i Kitap, halen bazı münasebetler dolayısıyla belirli günlerde farklı vasıflarla oruç tutmaktadır.
Teşbihin hikmeti:
Bu hususta şu izahlar yapılmıştır:
1- Bu, orucun dinin temel bir rüknü olduğuna işaret etmekte ve mü’minleri ona teşvik etmektedir.
2- Bu, hak dinlerin temelde bir olduğunu mü’minlere bildirmek içindir.
3- Bu, nefisleri bu emre alıştırmak içindir. Efendimiz (s.a.v.): “Oruç sabrın yarısıdır.” (Tirmizî, Daavât 92) buyurmuştur. Oruç, nefse ağır gelir. Her zaman istifade edebildiği mubah lezzetlerden mahrum olmak, nefsin zoruna gider. Hakikattir ki, zor bir şey, yaygın olunca kolaylaşır. Bu sebeple Allah (c.c.) teşbih yaparak mü’minlere rahmet etmiştir.
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ “Umulur ki korunursunuz (sakınırsınız).”
Orucun Takva ile Münasebeti:
Müfessirler bu ifadenin manası hakkında şunları söylemişlerdir:
1- Allah Teâlâ, bu ifadeyle orucun, şehveti kırdığı, nefsi fuhşiyattan alıkoyduğu için, takvayı netice verdiğini beyân etmiştir. Buna göre ayetin ma¬nası: “Orucu size, kitabımda methettiğim müttakilerden olasınız diye farz kıldım.” şeklinde olur.
2- “Umulur ki tuttuğunuz oruç sebebiyle Allah’tan sakınırsınız.”
3- “Orucu ihmalden ve ona devam etmemekten korkup sakınırsınız.” Bir hadiste Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her kim özür ve hastalıktan kaynaklanmaksızın Ramazan’dan bir gün (orucunu) yerse bütün bir ömür oruç tutsa da onu ödemiş olmaz.” (Buhârî, Savm 29)
4- “Umulur ki siz, oruç vasıtasıyla muttakilerden olursunuz.”
Oruçtan maksat nedir?
Orucun farziyetinin hikmeti, Allah’ın emrine boyun eğmek, ihlâsı artırmak, nefisle cihad etmek ve böylece takvaya ulaşmaktır. Allah (c.c.) âyette, orucun, takvaya ulaştıran bir yol olduğunu beyan etmiştir.
Takvanın temeli, insanın, devamlı Allah’ın huzurunda, O’nun gözetiminde olduğu şuuruyla emirlerini yerine getirmesi, yasaklarından sakınmasıdır. İşte oruç, insana bu şuuru kazandırır, onu fuhşiyyâttan meneder. Bu ise şu şekilde olur:
Oruç, dünyadaki geçici lezzetlerin değersizliğini gösterir, şehveti kırar. Efendimiz bir hadislerinde: “Ey gençler! Sizden her kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Gücü yetmeyen de oruç tutsun. Zira (orucun) onun için şehveti kıran (bir yönü vardır).” (Buhârî, Nikâh 2) buyurmuştur.
Yeme-içme ve şehvet, yaratılış itibariyle diğer arzulardan daha çoktur. Bunlara duyulan karşı istek, diğer şeylere duyulan istekten daha şiddetlidir. Birşeye olan istek ne kadar kuvvetliyse, ondan sakınmak da o kadar zordur. Bunları terketmek, ancak oruçla mümkündür. Oruçluya bu arzular değersiz görünür ve üzerindeki etkisi zayıflar. Şayet insan, kendisini fenalıklara sürükleyen bu arzuları oruç tutarak terketmeye alışırsa, diğer arzularını da kolaylıkla terkeder. Oruç vesilesiyle insanda olu¬şan takva melekesi, yasak arzu ve istekleri terk ettirdiği gibi, şüpheli şeylerden de insanı uzaklaştırır.
Bir hadis-i şerifte: “Muhakkak oruç, kulun kendisiyle cehennemden korunduğu bir kalkandır. (Allah Teâlâ): ‘O (oruç) benim için (yapılan bir ibadet)tir. Onun ecrini de ben veririm (buyurdu).” (Ahmed b. Hanbel, Müsned,s.1065, h.no:15337; bkz. Buhârî, Tevhîd 35) buyrulmaktadır.
Bu hadiste oruç, savaşta, insanı ölümden koruyan bir kalkana benzetilmiştir. Oruç, insanı fuhşiyattan alıkoyacak takva halini kazandırdığı için, netice olarak Cehennemden ve dünyadaki rezaletten koruyan bir kalkan durumundadır.
Burada bir hususa değinmek gerekmektedir: Savaşta kullanılan bir kalkanın insanı korumayabilmesi için darbelere karşı dayanıklı olması gerekiyorsa, aynı şekilde orucun da mü’mini koruyabilmesi için bazı vasıflara sahip olması gerekir:
Evvela; orucun zahiri şartlarına riayet edilmelidir.
Saniyen; oruca halel getirecek her türlü söz ve hareketten uzaklaşmalıdır. Bir hadislerinde Efendimiz: “Her kim yalan söylemeyi ve onunla amel etmeyi bırakmazsa, Allah’ın o kimsenin yemesini içmesini bırakmasına için hiçbir ihtiyacı yoktur.” (Buhârî, Savm 8) buyurmuştur.
Salisen; oruç ihlâsla, yani sadece Allah için, samimiyetle tutulmalıdır. Efendimiz bir hadislerinde: “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan orucunu tutarsa geçmiş günahları bağışlanır.” (Buhârî, İman 28) buyurmuştur.
Orucun Allah için olması:
Bir kutsi hadiste: “Oruç benim için (yapılan bir ibadet)tir. Onun ecrini de ben veririm.” (Buhârî, Tevhid 50) buyrulmuştur. Oruç için “benimdir.” İfadesinin kullanılmasının iki sebebi olabilir:
1- Oruçta, nefsi, arzulardan menetmek vardır. Diğer ibadetlerde ise bu denli bir menetme yoktur.
2- Sair ibadetlerin içerisine riya karışması muhtemeldir. Oruç ise gizlidir. Kul ile Rab arasındaki bir sırdır. Oruca ancak, Allah (c.c.) muttali olur.
Kuşeyrî (rh.a.) tefsirinde şöyle demiştir: “Oruç iki kısımdır:
1- Zahirin orucu: Bu, niyetle beraber kişinin orucu bozacak şeylerden kendisini tutmasıdır.
2- Batının orucu: Bu ise, kalbin afetlerden, ruhun musâkenâttan, sırrın mulahazalardan korunmasıdır. Denilmiştir ki: ‘Abidlerin orucunun şartı, dilin gıybetten, gözün şüpheyle bakmaktan korunmasıdır. Ariflerin orucu ise; O’nun (yani Hakk’ın) dışındaki her şeyin müşahedesinden sırrı muhafaza etmektir.’ Orucu bozacak şeylerden kendisini alıkoyan kimsenin orucunun sonu gecenin başlama zamanıdır. (Kalbini) ağyardan alıkoyan kimsenin orucunun nihayeti ise, Hakk’ı müşahede etmesidir. Rasûlullah (s.a.v.) ‘Onu görünce oruç tutun ve iftar edin.’ buyurdu. Buradaki ‘he’ (zamiri) harfi, hakikat ehline göre Hak Subhânehû’ya racidir. Ulemaya göre ise bunun manası, ‘Ramazan hilalini görünce oruç tutun, Şevval hilalini görünce de bayram yapın’, şeklindedir...” demektedir.
“Oruç tuttuğum halde nefsim teskin olmadı” diyen kimseye cevap:
Kur’an, Sünnet ve onlarda vaat edilenler haktır. Kişi oruç tuttuğu halde nefsini zaptedemiyorsa, bu, haşa âyet ve hadislerdeki noksanlıktan kaynaklanmamaktadır. Noksanlık ancak insanın nefsindendir. Bunu böyle bilip inanmalıdır. Peki, nefisteki noksanlık nedir?
Evvela insan, Efendimiz’in tavsiyesine uyup oruç tuttuğu zaman nefsinin kırılacağına inanmalıdır. Sonra kendisini harama sevkedecek hareket, söz ve ortamlardan uzaklaşmalıdır. Şayet insan, orucu bu inançla, hadis-i şeriflerde bildirilen hal ve kuvvetle tutar ve diğer ibadetlere de itina gösterirse murat edilen neticeye ulaşır. Değilse ömrü boyunca oruç tutsa da bir fayda hasıl olmayacaktır.
Bursevî (rh.a.) tefsirinde, bu hususta şunları söylemiştir: “Ulema şehvetin, gündüzleri oruç, geceleri ibadet ü taat, şehvetleri unutmak ve hatırlamamak suretiyle ile teskin olacağını söylemişlerdir. Şayet: ‘Bir kimse oruç tutuyor, geceleri ibadetle iştigal ediyor ve yemiyor. Ancak buna rağmen nefsinde hareket ve heyecan, şehvet buluyor.’ dersen, ben şöyle derim: Bu (durum), kendisinde önceden var olan şehvetin çok fazla olmasından ileri gelmektedir. Nefsinden bunu, dertler, daimi hüzünler, ölümü hatırlamak, ecelin yakın olduğu nefse hissettirmek, emeli kısa tutmak, murakabeye devam etmek ve taatleri muhafaza etmekle kessin.”
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Nice oruç tutan vardır ki, onun için orucundan nasip sadece açlıktır. Ve nice gece ibadet eden vardır ki, onun için gece ibadetinden nasip sadece uykusuzluktur.” (İbn-i Mâce, Sıyâm 21)
Cenâb-ı Hak cümlemizi, oruç ve diğer tüm ibadet ve hallerinde Yüce Zat’ını bulan ve rızasına isabet eden kullarından eylesin!
Asıl İtibar Baki Olanlaradır
Özlenen Rehber Dergisi 66. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.