Özlenen Rehber Dergisi

18.Sayı

Allah Rasûl'ünün Âile Hayatı ve Örnek Kişiliği

Sultan ÇONGAOĞL Özlenen Rehber Dergisi 18. Sayı
İslâmî toplum düzeninde âile, insanlığın ilk ve asıl birimidir ve medeniyeti mümkün kılan yapıcı bir kuvvettir. Âile, evlilikle kurulur ve akrabalık bağlarının büyümesiyle gruplar, aşiretler, toplumlar ve milletler meydana gelir.
İnsanlığın yaşadığı uzun tarih açısından baktığımızda Allah Rasûl’ünün ’Peygamber’ olarak yaşadığı yirmi üç yıllık risâlet dönemi, eğitim, düzenleme, erdemli insana yakışan davranış biçimlerinin oluşması ve insanoğlunun yegane, Rabb’inin istediği tarza uygun bir hayat biçiminin genel prensiplerinin konulması bakımından bu döneme kadar yaşanmış bütün devirlerden daha ağır basmaktadır. İnsanlık âlemi hareket, söz ve davranışlarında örnek almak için Allah’ın Rasûl’ü (s.a.v.)’den daha mükemmelini bulamayacaktır. Çünkü o, insanlık için her bakımdan en üstün örnektir. İnsanlık hayatının en gelişmiş portresinin yansıdığı aynadır.
Her konuda rehberimiz olan Peygamber Efendimiz, âile hayatındaki yüksek vasıflarıyla da insanoğluna yeni hayat standartları getirmiştir. Evlilik müessesini arındırmış, kadının, kız evlat, hanım ve anne olarak statüsünü yükseltmiş ve insanoğlunu cehaletin karanlığından bilginin (vahyin) aydınlığına çıkarmıştır. İnsanlar evliliğin aslî amaç ve hedefini unutmuşlar ve bu konuda tabiî olmayan sapık yollara girmişlerdi. Kadın, erkeklerin zevk ve eğlencelerinde bir oyuncak ve bir nesne olarak nitelendirilmiş, hatta bazıları, şeref ve itibarını düşüreceği inancıyla kız çocuklarını öldürüyordu. Kadın bir mal gibi babadan miras kalıyordu. Kadınlık şerefini zedeleyici bu ve benzeri davranışlar, bütün insan neslini yutuyor, evlilik kurumunun değerini azaltıyordu.
Arap Yarımadası’nda durum böyleyken Hindistan’ın iç kısımlarında da pek iç açıcı değildi. Daima aşağılanan kadın, kocası öldüğünde kendini yakmak zorunda idi. Batı’da ise hiçbir hakka sahip olmayan kadın, yalnızca erkeğin şehevî arzularını tatmin aracı idi. İslâm kadının statüsünü yükselterek ona şeref, saygınlık ve erkeğin sahip olduğu bütün hak ve imtiyazları vermiş, hatta ’Cennet anaların ayakları altındadır.’ buyuran Allah’ın Rasûl’ü anneye itaati cennete girme sebebi olarak göstermiştir. Eğer kadının bu dünyada bir kişiye minnet borcu varsa o da Hz. Muhammed (s.a.v.)’dir.
Biz bu çalışmamızda, Cenâb-ı Hakk’ın ’Rabb’ isminin irşat ve feyzinden en üst seviyede istifade eden ve almış olduğu bu yüksek ahlâkla Hakk’ın kullarını irşad eden kainatın Efendisi’nin umumî terbiyeciliği içinde, onun hanesindeki terbiyeciliğinden bahsetmeye çalışacağız.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in çok başarılı ve huzurlu bir âile hayatı vardı. Âile hayatı içinde ne bir münakaşasına, ne de herhangi bir hanımını azarlayıp kötü davranmasına rastlanmamıştır. Onun evlilik hayatı kusursuzdur ve bugünün evli çiftlerine bir örnektir. Günümüz insanları yalnız tek eşle yaşamalarına rağmen hâlen eşleriyle yığınla problem, sıkıntı, kavga ve anlaşmazlıklarla karşı karşıyalar. O ise farklı yaşlarda, farklı mizaçlarda, farklı âile görüşlerinde ve farklı anlayış seviyesinde bulunan zevceleriyle oldukça mesût ve huzurlu yaşadı.
Şunu da belirtelim ki; Allah Rasûl’ünün evlilikleri ne cismânî bir ihtiyaçtandı -çünkü Arabistan gibi sıcak bir yerde elli üç yaşına gelmiş bir insanın çok kadınla evlenmeye ihtiyacı olduğu katiyen söylenemez- ne de hanımlarının onunla evlenmesi onun cismâniyetiyle veya dünyalığıyla alakalıdır. Zira o, insanların en fakiri olarak yaşıyordu. Evliliklerinin hepsinin ayrı ayrı hikmetleri olmakla beraber genel bir bakış açısıyla bu sebeplerden birkaç tanesini açıklayalım:
Allah Rasûl’ünün mübarek hanesi kadınlara ait hususların talim edildiği bir medrese durumunda idi. Efendimizin husûsî durumları hep o mahrem daire içinde öğreniliyor ve orada öğrenilenler de daha sonra ümmete naklediliyordu. Âile hayatına ait hükümlerin yüzde doksanı bize Allah Rasûl’ünün pak zevceleri tarafından aktarılmıştır. Dolayısıyla onun hanesinde seviye ve durum itibariyle muhtelif kadınların bulunması bir zaruretti.
Yine Allah Rasûl’ünün hanesinde çok kadına ihtiyaç vardı. Zira erkekler her zaman mescitte oturup Efendimizi dinleyebiliyorlardı. Eğer birisi o günkü sohbetleri kaçırdıysa arkadaşları bütünüyle onun bu noksanını telafi edebiliyor ve o gün konuşulanları aynen ona nakledebiliyorlardı. Fakat kadınlar çoğunlukla böyle bir mazhariyetten mahrum kalıyorlardı. Çünkü onların her an Allah’ın Rasûl’ünü dinleme imkanları yoktu. Bu durumda kadınlara, husûsîyetle kadınlara ait meseleleri kim anlatacaktı? Allah Rasûl’ünün husûsî hayatını, tabiatıyla ilgili durumları, yatak odasında yaşadığı edep ve ahlâkı ümmete kim anlatacak, intikal ettirecekti? Acaba dînî bütün prensipleri tüm esas ve disiplinleriyle anlatıp intikal ettirmeye sadece bir kadının gücü yeter miydi? Yine beşeriyet itibariyle diğer kadınların maruz kaldığı ârazlara onlar da maruz kalacaklarına göre, böyle husûsî durumlarda Efendimize ait yeni bir hüküm bahis mevzuu olduğunda bir tek kadın buna nasıl güç yetirecekti? Bir tek kadın güç yetiremeyeceğinden Allah Rasûl’ünün durumunu kollayıp bize aktaracak, onunla sürekli içli dışlı olacak çok kadına ihtiyaç vardı. Bu ihtiyaç beşeriyetle alakalı değil, tamamen dînî ihtiyaçtan kaynaklanan bir zaruretti. Bu hanımlar yüzlerce, binlerce hadisin korunmasına da sebep olmuşlardır. Kadınlık âlemi Allah Rasûl’ünün hanımlarına çok şey borçludur. Bütün kadınlar onların mübarek ayaklarının altına başlarını koysalar yine de onların hakkını ödeyemezler.
Şimdi de Allah Rasûl’ünün, iki cihanda da müminlerin annesi olma şerefine nâil olan hanımlarıyla olan diyaloguna maddeler halinde değinelim:

1. O, sevgi ve muhabbet timsali bir âile bireyiydi.
Hanımlarının her birinin hissiyatına dikkat eder, onları hiçbir zaman incitmezdi. Son derece latif ve muhabbet dolu bir koca idi. O, Peygamberliğin ruhundaki vakara rağmen hanımlarıyla latîfeleşirdi. Onlarla kaynaşır, bütünleşir ve içli dışlı olurdu. Arada ince bir perde kalırdı ki, o da Allah’la irtibatlı bulunmanın hasıl ettiği uhrevîlikti. Zira o, bir Peygamberdi. Hanımları da her şeyden evvel onun ümmetiydiler.
Hz. Âişe (r.anhâ) anlatıyor: Bir keresinde Rasûlullah (s.a.v.) bana: ’Ey Âişe! Benden memnun olduğun zamanı ve bana karşı gazaplı bulunduğun vakti pek iyi anlarım.’ buyurdu. Âişe (r.anhâ) der ki: Ben de ’Ey Allah’ın Rasûl’ü! Bunu nasıl bilirsin?’ diye sordum. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) şöyle cevap verdi: ’Benden razı ve memnun olduğun zaman bir şey inkar ederken ’Muhammed’in Rabbi hakkı için böyle değildir.’ dersin. Bana karşı kızgın olduğunu zaman da ’İbrâhîm’in Rabbi hakkı için öyle değildir.’ dersin, adımı anmazsın.’ Âişe (r.anhâ) der ki: ’Evet yâ Rasûlallah! Vallâhi öyledir. Fakat ben asabî hâlde sizin yalnız adınızı bırakırım, sevginizse gönlümde yaşar.’ diye arz ettim. (Buhârî) Hz. Âişe’nin Peygamberler arasında İbrahim (a.s.)’ın ismini anması Peygamberimizin ve tevhid dininin atası olması yönüyledir ki bu seçim, Hz. Âişe’nin yüksek fetânet ve zekasının bir delilidir.
Peygamberimizin Hz. Hatice’ye olan sevgi ve muhabbetini Âişe validemiz kıskanır ve sırası geldikçe bu hususta Peygamberimize îmâda bulunurdu. O ise: ’Allah beni onun sevgisiyle mübarek kıldı.’ diye cevap verirdi.
Hanımlarının da Allah Rasûl’üne olan sevgisi diğer mümin hanımlara örnek olmuştur.
Ümmü Seleme (r.anhâ)’nın Allah Rasûl’üne bağlılığı ve muhabbeti o kadar fazla idi ki Allah Rasûl’ünün sakalından birazını saklar, halka gösterirdi.
Ümmü Habîbe (r.anhâ) babasını kafir olduğu müddetçe Peygamber (s.a.v.)’in minderine bile oturtmadı. Bildirildi ki babası Ebû Süfyan öldüğü zaman Ümmü Habîbe (r.anhâ) güzel koku getirtip ellerine ve yüzlerine sürerek: ’Benim güzel kokuya ihtiyacım yok. Eğer Rasûlullah’tan şunu işitmeseydim koku sürünmezdim. O demişti ki ’Allah’a ve âhiret gününe inanan bir kadın için, kocası hariç herhangi bir ölünün ardından üç günden fazla yas tutmak helal değildir.’ dedi.’
Peygamber hanımına da böyle teslimiyet yakışırdı. Bu ahlâklarıyla da örnek, istenilen bir eş modelini bize yaşayarak göstermişlerdir.

2. O, kendi işini kendi yapıyor, ev işlerine yardım ediyordu.
Peygamber (s.a.v.) sabah namazından sonra eğer Hz. Âişe uyanıksa gelip onunla konuşurdu. Yoksa yan tarafına uzanır, bir süre istirahat ederdi. Gündüz vaktinde eve geldiğinde diğer insanlar gibi normal işler yapardı. El-Esved Hz. Âişe’ye Peygamber (s.a.v.)’in evde ne yaptığını sordu. Hz. Âişe (r.anhâ) şöyle cevapladı: ’Kendini âilenin hizmetiyle meşgul eder ve vakti geldiğinde namaz için dışarı çıkardı.’ (Buhârî) Başka bir rivayette ise Hz. Âişe şöyle dedi: ’Rasûlullah, ayakkabılarını tamir eder, giysilerini diker ve evinde herkesin kendi evinde davrandığı gibi davranırdı. O bir insandı. Koyununu sağıyor ve günlük işlerini yapıyordu.’ (Tirmizî) İbn-i Hişâm, Hz. Âişe’nin şöyle dediğini bildirmiştir: ’Peygamber (s.a.v.), evde her zamanki işini yapar; fakat daha çok giysilerini dikmekle meşgul olurdu.’ (İbn-i Sa’d) Gerektiğinde evinin duvarlarını da onarırdı ve bu hususta başkalarının yardım etmesini istemezdi.

3. Hanımlarına verdiği değer:
Amr bin Âs, Zât-ı Selâsil gazasından döndüğünde Rasûlullah’ın huzurunda iken sordu: ’Yâ Rasûlallah! Ashâb içinde size en sevimli kimdir?’ Rasûlullah ’Âişe’dir’ buyurdu. O ’Erkeklerden kimdir?’ dedi. Rasûlullah ’Âişe’nin babası’ diye cevap verdi. (Buhârî)
Bir defasında Farslı bir komşusu Peygamber (s.a.v.)’i akşam yemeğine davet etti. Peygamber (s.a.v.): ’Âişe de benimle gelecek’ dedi. Komşusu ’Hayır!’ deyince, Peygamber (s.a.v.) bu daveti kabul etmedi. Komşusu ikinci ve üçüncü defa gelip davetini tekrarladı. Peygamber (s.a.v.) her defasında ’Âişe de davette olacak’ dedi. Son kez komşusu olumlu cevap verince Peygamberimiz davete Hz. Âişe (r.anhâ) ile birlikte icabet etti. (Müslim)
Allah Rasûl’ü bütün kadınlara kibar ve ince davranıyordu. Ve böyle davranılmasını herkese tavsiye ediyordu. Başkasına söylediklerini pratik olarak bizzat kendi hanımlarında gösteriyordu. Onun bu davranış inceliğini Buhârî’de şu şekilde görüyoruz: Hadiseyi bize Sa’d b. Ebî Vakkas Hz. Ömer (r.anhümâ)’dan naklediyor. Hz. Ömer diyor ki: Bir gün Allah Rasûl’ünün huzuruna girdim. Baktım Allah Rasûl’ü durmadan tebessüm ediyor: ’Allah seni ebediyen güldürsün yâ Rasûlallah! Niçin gülüyorsunuz?’ dedim. Yine tebessümle şu cevabı verdi: ’Şu kadınların hâline gülüyorum. Oturmuş benim yanımda konuşuyorlardı. Senin sesini duyunca her biri bir yere saklandı.’ Allah Rasûl’ünün bu cevabı üzerine sesimi yükselttim ve: ’Ey kendi öz canlarının düşmanları! Demek benden korkuyorsunuz Allah Rasûl’ünden korkmuyor ve onun yanında saygısızlık yapıyorsunuz öyle mi?’ dedim. Bana cevap verdiler: ’Sen katı ve şiddetlisin.’ (Buhâri, Edep 68)
Aslında Hz. Ömer de hiddetli ve şiddetli davranmıyordu. O da kadınlara karşı inceydi. Ancak en güzel insan nasıl Hz. Yusuf’la kıyaslandığında güzelliği azalır, öyle de Hz. Ömer’in incelik ve zarafeti de Allah Rasûl’ünün incelik ve zarafetine kıyas edildiğinde hiddet ve şiddet şeklinde görünüyordu. Bu izâfî hüküm Hz. Ömer’i Allah Rasûl’üne kıyas etmekten kaynaklanıyordu. Halbuki hiç kimseyi ona kıyas etmek mümkün değildir.

4. Hanımlarıyla istişare ederdi.
Allah Rasûl’ü (s.a.v.) hanımlarıyla oturur, konuşur, hatta bir arkadaşmış gibi onlarla bazı meselelerin müzakeresini yapardı. Peygamberin onların düşüncelerine katiyen ihtiyacı yoktu. Çünkü o vahiy ile müeyyeddi. Ancak o, ümmetine bir şeyler öğretmek istiyordu. Kadını, kadına o âna kadar hiçbir toplumda verilmeyen muallâ bir mevkie oturtacaktı. Allah Rasûl’ü bunun pratiğine de yine kendi hanesinden başlıyordu.
Hudeybiye antlaşması Müslümanlara çok ağır gelmişti. Öyle ki kimsede yerinden kımıldayacak mecal kalmamıştı. Bu arada Allah Rasûl’ü kendisiyle umreye niyet edenlere kurbanlarını kesmelerini ve ihramdan çıkmalarını emretmişti. Ancak sahâbe acaba verilen kararda değişiklik olur mu, düşüncesiyle meseleyi biraz ağırdan alıyordu. Allah Rasûl’ü emrini bir kez daha tekrarladı. Fakat sahâbedeki ümitli bekleyiş değişmedi... Evet, bu asla Allah Rasûl’üne karşı bir muhalefet değildi. Şu kadar var ki onlar daha değişik bir emir bekliyorlardı. Zira Kâbe’yi tavaf etmek üzere yola çıkmışlardı. Hudeybiye’de söylenenler tatbik safhasına kalmayıp antlaşmada bir değişiklik olabilirdi.
İki Cihan Serveri, sahâbedeki bu durumu sezince hemen çadırına girdi ve hanımı Ümmü Seleme validemizle istişare etti. Bu ufku geniş kadın sırf istişarenin hakkını vermek için konuştu. Çünkü o da biliyordu ki; Allah Rasûl’ü onun diyeceklerine katiyen muhtaç değildi. Allah Rasûl’ü bu istişareyle bize içtimai bir ders vermiş oluyordu. Bu gibi durumlarda kadınlarla istişare edilmesinde de hiçbir mahzur yoktu.
Ümmü Seleme validemiz, Allah Rasûl’üne şu meâlde sözler söyledi: ’Yâ Rasûlallah! Emrini bir daha tekrar etme. Belki muhalefet eder ve mahvolurlar. Fakat sen kendi kurbanlarını kes ve onlara bir şey demeden de ihramdan çık. Onlar verdiğin emrin kesinliğini anlayınca ister istemez sana itaat edeceklerdir.’ Allah Rasûl’ü de böyle düşünüyordu. Hemen bıçağını aldı ve çadırından çıkarak kendine ait kurbanları kesmeye başladı.
O daha birkaç kurban kesmişti ki, sahâbe de kendi kurbanlarını kesmeye koyuldular. Artık verilen karardan dönüş olmadığını herkes anlamıştı. (Buhârî, Şurût 15)

5. O, hanımlarının zayıf ve hassas tabiatlarını dikkate alırdı.
Bir defasında hanımları onunla seyahate çıkmışlardı. Deve sürücüsü, develeri (müminlerin anneleri üzerinde olduğu halde) hızlı sürmeye başladı. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurular: ’Dikkat et! Bunlar cam bardak gibidirler.’ (Buhârî)
Hz. Safiyye çok iyi yemek pişirirdi. Yine bir gün yemek pişirdi ve Peygamber (s.a.v.), Hz. Âişe’nin evinde iken ona gönderdi. Hz. Âişe hizmetçinin elinden kabı aldı ve yere attı. Kap, parçalara bölündü. Peygamber Efendimiz parçaları kaldırdı ve birleştirdi. Sonra da başka bir kap aldı ve Safiyye’ye gönderdi. Bu arada tek kelime bile sarf etmedi. (Buhârî)

6. Hanımlarına eşit davranır, evlerine gidip otururdu.
Peygamber Efendimizin indinde en önde gelen şey Allah’ın dini idi. Onun için hanımlarından onu en çok sevindireni; en çok öğrenen ve Allah’ın dininde en gayretli olanı idi.
Hz. Hatice’yi diğer hanımlarından farklı sevmesi de Allah Rasûl’üne ilk îman eden olması, herkesin kendisini yalanladığı bir zamanda Allah Rasûl’üne destekçi olması, malıyla da bu yardımı esirgememesindendi.
Hz. Âişe’nin, Hz. Hatice’den sonra Rasûlullah’a en sevimli olması onun zeka kabiliyeti, anlayışı, bağımsız yargısı, soruları, keskin ve derin feraseti ile geniş bilgisiydi. Bazı âlimlere göre İslâmî meselelerin dörtte biri sonraki nesillere Hz. Âişe tarafından ulaştırılmıştır.
Hanımlarının evlerine gidip onlarla bir süre oturup konuşmak Peygamberimizin günlük âdetlerindendi. Sırası gelen hanımının evine gittiği zaman geceyi onunla geçirirdi. (Ebû Dâvûd) Bu uygulamaya Peygamber (s.a.v.)’in öğle namazından sonra gidip Ümmü Seleme ile başladığı bildirildi. (Zürkânî) Yine Peygamber (s.a.v.)’in geceyi geçireceği hanımının yanına gittiği ve bütün hanımlarının orada toplanıp, gece geç vakitlere kadar orada kaldıkları ve sonra da odalarına gittikleri bildirilmiştir. Bu durum, onların her ne kadar aralarında istenmeyen hadiseler geçse de umumiyetle birbirleriyle çok iyi geçindiklerinin bir göstergesidir. Görüldüğü üzere Peygamber (s.a.v.)’in emsalsiz idareciliği ve eşsiz arkadaşlığı, hanımlarının davranış seviyelerini de yükseltmiştir.

7. Hayatları sadeydi; ama ahlâkları olabildiğince ihtişamlı idi.
Peygamber (s.a.v.) yıllık ihtiyaçlarını yeterli derecede hanımları arasında dağıtır, ev halkı arasında hiçbir şekilde fark gözetmezdi.
Yılık masraflarını görmek için Ehl-i Beyt üyelerine muayyen bir tahsisat verirdi. Fakat hanımları çoğunlukla cömert davrandıklarından zaman zaman tahsisat yıl sonundan önce biterdi. Ayrıca Peygamber (s.a.v.) de misafir getirirdi. Özellikle mescitte yaşayan ve geçim vasıtaları olmayan Suffe Ashâbı’nı davet ederdi. Bundan dolayı Ehl-i Beyt zaman zaman, bazen de günlerce yiyeceksiz kalırlardı.
Peygamber (s.a.v.) ve hanımlarından bazıları bu gibi durumlarda oruç tutarlardı. Allah’ın bir lütfü olarak hepsi kanaat ederek Peygamber (s.a.v.) ile kaldılar ve hiç bir şey hakkında asla şikayetçi olmazlardı.
Peygamber (s.a.v.)’in umûmî davranışı gayet kibar, nazik ve Ehl-i Beyt üzerine o kadar muhabbet doluydu ki hepsi ona meftun oluyor ve seviyorlardı. Onu memnun etmede her biri diğerinden üstün olmaya çalışıyordu. Her ne kadar çoğunluğu zengin âileden gelmiş olsa da beslenmek için az bir gelirle iktifa ederlerdi.
Eğer tarih yapraklarına bakacak olursak Hz. Muhammed’in hayat tarzını yegane tarz olarak görürüz. Bu, onun kendi modelidir. Bir anda kendisi ile birlikte yaşayan ve bu yüksek idealleri paylaşan dokuz hanımı vardı. Fakat günde çeşit çeşit yemek için pek nadir umutları olurdu. Onlardan bazıları bu evlilikleri öncesinde çok lezzetli ve pahalı yemeklerden tattılar ve çok iyi ve zarif elbiseler giydiler. Fakat Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in eşliğinde, onlar bunların hepsini unuttular. Ve hayatlarının her dakikasını aziz bir şekilde onunla değerlendirdiler. Peygamber (s.a.v.) de onların hepsine muhabbet duydu ve onlara büyük bir şefkat ve nezaketle muamele etti.
Cenâb-ı Hakk onların ahlâklarıyla ahlâklanma şerefini yine onların hürmetine cümlemize nasip etsin! Âmîn!

Faydalanılan Eserler:
1. Sîret Ansiklopedisi, Afzalurrahman, İnkılap Yayınları.
2. M. Fethullah Gülen, Sonsuz Nur.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

  • CEMRE

    ÇOK GÜZEL ZATEN PEYGAMBER EFENDİMİZİ ANLATAN SİTENİN GÜZEL OLMASI ÖNEMLİDİR

  • kamil KABAR

    çok güzel.Tebrik ederim.

  • melike

    gerçekten güzel bir yazi insanları islama goturen bir yazi çok basarilisınız tebrik ederim harika bir yazı

3 kişi yorum yazdı.