Rasûlullah Efendimiz buyurmuşlardır ki: ’Hikmetin başı Allah korkusudur.’(Beyhâkî, Delâil) Cenâb-ı Allah’ın azametini görüp, O’nu yakînen tanıdıkça kulda Allah korkusu artar. Bizde emanet olarak verilen ruhumuzun Hakk’ın huzuruna döneceği günün, karşılaşacağımız mahşer gününün aklımıza düşmesinden ötürü korkumuz artar. İmtihan için gelen sıkıntılara sabredemediğimizi, türlü çeşit nimetlerine şükredemediğimizi zaman zaman düşünür dururuz. Hatalarımız sebebiyle Mevlâ’mızın bizi helak edeceğinden korktuğumuz kadar, O’nun rahmet denizinden kurtuluş beratımızın geleceğini de ümit ederiz.
Korku ile ümit, îman için iki kanat gibidir. İkisi dengede olduğu zaman kulun îmanında bir duraklama olmadan, kul menzile uçar. Bizi yaratan, tek sahibimiz olan Hz. Allah’ın hazinesi geniştir. O’nun ihsanı ve keremi sonsuzdur. Âlemlerin Rabbi için sınır yoktur. Sadakat ve tam teslimiyetle yaratanı arayan bulur, hem de sevgili olarak, yâr olarak... Kulu ile Rabbi arasındaki en kalın perde kulun kendi nefsidir. Benliğimizdeki perdeleri bir bir sıyırdığımızda her an ve her yere sıfatlarıyla tecelli edip hazır olan Zülcelâl’i görürüz. Hem de yer ile göklere sığmamış da kalbimize sığmış olarak.
Cenâb-ı Allah bir kutsî hadiste buyurmuşlardır ki: ’Rahmetim gazabımı geçmiştir.’(Müslim, Tevbe 14) Ne güzeldir O’nun rahmeti. ’Rahmân’, Hz. Allah’ın güzel isimlerindendir. O’nun rahmet denizinde kaybolmak, yok olmak en güzel varoluştur. Sonra gözlerden akan iki damla yaşı o deryaya katmak... Sonsuz sessizliğin içinde sevgiliye haykırmak... O an inen Hakk tecellisinde hiç olmak... Sarsın bizi esen mânâ rüzgarı... İşiten Rabbe seslenelim: ’Kulun geldi yâ Rabbi!’ Kapısında diz çöküp boyun bükelim. Âlemlerin Rabbi’nin bir kapısı vardır ki daima açıktır, hiç kapanmaz. Ama biz zavallılar, her fırsatta içeri adım atmayı bilemeyebiliyoruz. O kapı rıza kapısıdır. Gelin içeri girelim, gelin Rabbi müşahede edelim!
Kokusunu Hakk’tan alıp etrafa saçan, dalları rahmet ile sarkan bir ağaç misali gerçek bir mürşid-i kâmil bulup o dallara sıkıca yapışan sâlikin hâli alev almış bir çıra parçası gibidir. Sesler çıkarır, ateşini, ısısını etrafına yayar, derken için için yanar, kor olur. Bir de bakarsın kül olur. Beşerî hâlinden bir eser kalmaz... Ne etrafındakileri kırıp üzdüğü o kibirli hâlinden, ne de gaflet içinde bütün geceyi uyuyarak geçirdiği o günlerden, çünkü o artık dostu bulmuştur. Gecenin derin karanlığında dost ile derin sohbete dalmıştır, ne yapsın cihanı! Bundan daha güzel bir atâ yoktur artık onun için. Sonra tecelli eder Zât-ı Bâri’nin hidayet ve sevgi nurları ve akıllar zâyî olur.
Gelin talip olalım, dost sohbetinde akıllarımızı zayi etmeye. Aşkın meyine kanmaya, şevkin odunda yanmaya, pervane olup dönmeye. Her dönüşte günahları atarız. Her dönüşte öze varır Hakk ile buluşuruz. Tüm bunlar Cenâb-ı Allah’ın ’Rahmân’ ismine sığınıp da yaşadıklarımız olur. Âlemde her şey onun yaratması iledir. Âlemin O’nun kudretinin karşısındaki hükmü, kurumuş bir yaprağın rüzgar karşısındaki hâli gibidir. Nasıl karşı koyar zavallı yaprak rüzgara? Aciziz yâ Rabbi! Hani, demiş ya Beyazıd-ı Bestâmî Hazretleri: ’Sana nasıl geleyim ya Rabbi?’ Hakk Teâlâ cevap vermiş: ’Bana bende olmayanla gel ya Beyazıt!’ Mübarek çaresiz: ’Sende olmayan yok ki Allah’ım demiş’ İlâhî ses duyulmuş: ’Bende olmayan acziyettir ya Beyazıt.’
Senin kudretin, omuzlarımızı kırıyor, belimizi büküyor yâ Rabbi! Öyle aciziz ki; ’ben’ demekten bile utanıyoruz bazen. Bazen haddimizi aşıp ne yücelere talip oluyoruz. Ama işte o anda ’Rahmân’ adın yetişiyor imdadımıza. Sanki biraz doğruluyor belimiz. Hani miraçta Habîb’ine bir derya göstermiştin yâ Rabbi! Üzerindeki kuşun ağzındaki küçücük toprağı ümmetlerinin günahlarına misali vermiştin. ’O derya da benim rahmetimdir.’ demiştin. Ve şöyle buyurmuştun: ’Bak ey Habîb’im! Bir şu deryaya, bir de ümmetinin günahlarına, hangisi daha çok?’ İşte bu müjdelerin ile teselli buluyor kalplerimiz. O denizine daldır bizi, aşkına kandır bizi Allah’ım! Dünyayı zindan kıldın, yakınlığın ile avundur bizi!
Ümitlerimiz ile korkularımızı terazileyip duralım Hakk’ın huzuruna. Ruhumuzu henüz bedenimizde iken teslim edelim Hz. Allah’a. Attığımız adımda, aldığımız nefeste tevazu ile analım Rabb’imizi. Haramlardan uzak bir beden, rızaya talip bir akıl serelim bu yola. Rabb’e giden yollara gözyaşı ekelim. Rasûlullah’ın kokusunu veren gülleri dereriz elbet bir gün.
Özlediğimiz Rabb’e ereriz elbet bir gün...
Kim açabilir, kapattığı kapıyı Hakk’ın?
Gel, bu yüksek huzurda ağlayıp sızlayalım!
Başımız kaldırırız bağışla Sen Allah’ım!
Yoksa günahımızdan baş eğip ağlayalım!
Yâ Rabbi! Kabul etsen ya da reddetsen bizi
İhsan kapını bırakıp hangi kapıyı çalalım?
Elbet Bir Gün...
Özlenen Rehber Dergisi 18. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.