Geçen haftaki yazımızda Müslümanların Hz. Cafer’i (r.a.) kendilerine sözcü olarak seçmelerini ve Habeşistan Kralı Necâşî’nin huzuruna gittiklerinden bahsetmiştik. Bu sayımızda da Necâşî ile Müslümanlar arasında geçen konuşmalara değineceğiz.
Muhâcirlerin Necâşî’nin Huzurunda Muhâkeme Edilmeleri
Hz. Câfer (r.a.), Necâşî’nin huzuruna girince selâm verdi, secde etmedi. Necâşî’nin adamları Hz. Câfer’e:
’- Sen, ne diye Hükümdar’a secde etmedin?’ dediler. Hz. Câfer (r.a.):
’- Biz, ancak Allah’a secde ederiz!’ dedi.
’- Niçin?’ diye sordular. Hz. Câfer (r.a.):
’- Allah (c.c.), bize Rasûl’ünü gönderdi. O da Allah’tan başkasına secde etmememizi bize emretti!’ dedi. Amr ibn-i Âs ve arkadaşı, Necâşî’ye:
’- Biz, bunların hâlini sana bildirmedik miydi?’ dediler. Necâşî, Muhâcirlere:
’- Ey huzuruma getirilmiş olan topluluk! Bana bildiriniz. Siz, ülkeme ne için geldiniz? Hâliniz nedir? Tüccar değilsiniz. Bir isteğiniz de yok. O halde bana, benim memleketime niçin geldiniz? Sizin, şu ortaya çıkmış olan Peygamberinizin hâli nedir? Hem bana bildiriniz ki siz ne diye memleketiniz halkından bana gelenlerin selâm verdiği gibi selâm vermiyorsunuz?’ dedi.
Hz. Câfer (r.a.), gelen elçilerden yalnız birisinin konuşması hususunda Hükümdar’ın emretmesini isteyerek, bâzı sorular soracağını bildirdi. Bu teklif üzerine, iki elçiden Amr ibn-i Âs kendisinin konuşacağını söyledi. Bundan sonra Hz. Câfer (r.a.), Amr ibn-i Âs ve Necâşî arasında şu konuşmalar geçti:
Hz. Câfer (r.a.):
’- Ey Hükümdar! Sorunuz bu adama, biz yakalanıp efendilerimize teslim edilecek köleler miyiz?’
Amr ibn-i Âs:
’- Hayır! Onların cümlesi asîl ve hür kimselerdir.’
Hz. Câfer (r.a.):
’- Bizim onlardan haksız yere aldığımız bir mal veya ödenecek borçlarımız var mı?’
Amr ibn-i Âs:
’- Hayır! Bir kırat bile borçları, bir dirhem dahi gasbettikleri mal yoktur.’
Hz. Câfer (r.a.):
’- Biz, haksız yere birinin kanını yere döktük de kısas için mi geri istiyorlar.’
Amr ibn-i Âs:
’- Hayır, hayır! Ne bir damla döktükleri kan ve ne de böyle bir isteğimiz var!’
Hz. Câfer (r.a.):
’- Öyle ise, hangi sebeple iâdemizi talep ediyorlar?’
Amr ibn-i Âs:
’- Onlar ve biz aynı dînin mensupları idik. Onlar bu dîni bıraktılar. Muhammed’e ve dînine uydular.’ dedi.
Necâşî, Hz. Câfer (r.a.)’e dönüp:
’- Siz, mensubu bulunduğunuz dîni bırakıp da, ne benim ve ne de başka milletlerin dînine girmediğiniz hâlde, ne diye sâdece kendinizin bildiği bir dîne girdiniz? Başka hükümdarların değil de benim ülkemi tercih edişinizin sebebi nedir? Edindiğiniz din nasıl bir şeydir? Uyduğunuz Peygamberin hâli nedir?’ diye, kendileri ve Peygamberleri hakkında mâlumat vermelerini istedi.
Hz. Câfer (r.a.):
’- Ey Hükümdar! Biz, câhil bir millettik. Putlara tapardık. Her kötülüğü işlerdik. Akrabalarımızla münâsebetlerimizi keserdik. Komşularımıza kötülük yapardık. Kuvvetli olanlarımız zayıf olanlarımızı ezerdi. Yüce Allah, bize, kendimizden; soyunu sopunu, doğruluğunu eminliğini, iffet ve nezâketini duyup bildiğimiz bir Peygamber gönderinceye kadar, biz bu durumda ve bu tutumda idik.
O Peygamber, bizi, Allâh’a, Allâh’ın birliğine inanmağa, O’na itâata, bizim atalarımızın tapındığı Allah’tan başka taşları ve putları bırakmağa dâvet etti. Doğru sözlü olmayı, emânetleri yerine getirmeyi, akrabâlık haklarını gözetmeyi, komşularla güzel geçinmeyi, günahlardan ve kan dökmekten sakınmayı bize emretti. Her türlü ahlâksızlıklardan, yalan söylemekten, yetimlerin malını yemekten, nâmuslu kadınlara dil uzatmak ve iftira etmekten bizi menetti. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın Allâh’a ibâdet etmeyi, namaz kılmayı, zekât vermeyi, oruç tutmayı bize emretti. Biz de, O’nu tasdik ve O’na îman ettik. Onun, Allah’tan getirip tebliğ eylediği şeylere tâbi olduk. Hiçbir şeyi eş, ortak koşmaksızın Allâh’a ibâdet ettik. O’nun bize haram kıldığını haram, helâl kıldığını da helâl olarak kabul ettik.
Bu yüzden kavmimiz, bize düşman kesildi. Zulmetti. Bizi, dînimizden döndürmek, Allâh’a ibâdetten vazgeçirip, putlara taptırmak için türlü işkencelere ve mihnetlere uğrattılar. Bizi perişan ettiler. Bize eski kötülüklerimizi tekrar işletmek için zulmettiler. Bizi, sıkıştırdıkça sıkıştırdılar. Bizimle dînimizin arasına girmeye çalıştılar ve bizi dînimizden ayırmak istediler. Biz de, yurdumuzu yuvamızı bırakarak senin ülkene geldik, sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Bizim Peygamberimiz, bizi sizin yanınıza ve ülkenize gönderirken; ’Necâşî’nin ülkesinde kimse zulme uğramaz, onun ülkesi adaletin ve doğruluğun yurdudur.’ diye sizi bize anlattı. Senin himâyene, komşuluğuna can attık. Senin yanında zulme, haksızlığa uğramayacağımızı ummaktayız ey Hükümdar!
Selâm verme işine gelince; biz, seni Rasûlullah’ın (s.a.v.) selâmı ile selâmladık ki, birbirimizi de öyle selâmlarız. Cennete gireceklerin selâmlarının da bu şekilde olduğunu Rasûlullah (s.a.v.) bize haber verdi. Bunun için, biz de seni öyle selâmladık!
Sana secde etmek hususuna gelince; biz Allah’tan başkasına secde etmekten Allâh’a sığınırız!’ dedi.
Necâşî:
’- Senin yanında, Allah’tan gelmiş bir şey var mı?’ diye sordu.
Hz. Câfer (r.a.):
’- Evet, var.’ deyince,
Necâşî:
’- Onu, bana oku!’ dedi.
Hz. Câfer (r.a.) Meryem sûresinin baş tarafından okumağa başladı. Okunan Kur’ân’ı, huzû ve huşû içinde dinleyen Necâşî’nin gözleri yaşardı. Hüngür hüngür ağladı. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ıslattı. Râhipler de ağladılar:
Necâşî ve Râhipler:
’- Ey Câfer! Bu tatlı ve güzel kelâmdan çokça oku!’ dediler. Hz. Câfer Kehf sûresini de okudu. Necâşî kendisini tutamayarak:
’- Vallâhi bunlar, Hz.İsâ’ya (a.s.) ve Hz. Mûsa’ya (a.s.) gelen kelâm ile aynı membadan fışkıran ışıklardır, nurdur.’ dedi. Kureyş elçilerine döndü:
’- Gidiniz, vallâhi ben, ne onları size teslim ederim, ne de onlara bir kötülük düşünürüm.’ dedi.
Müşriklerin Bitmeyen Hîlesi ve Necâşî’nin Kesin Tavrı
Abdullah ibn-i Ebî Rebîa ile Amr ibn-i Âs, Necâşî’nin huzurundan çıktılar. Amr ibn-i Âs arkadaşına:
’- Vallâhi, yarın onların bir kabahatini ortaya koyup, Necâşî’nin gözünden öyle bir düşüreceğim ki...’ diyerek bir hîle düşündü. Ertesi gün Necâşî’nin huzuruna çıkıp:
’- Ey Hükümdar! Onlar, Meryem oğlu İsâ’ya ağır bir söz söylüyorlar. Onlara bir adam gönderip İsâ için ne söylediklerini bir sor.’ dedi.
Necâşî, Hz. İsâ hakkındaki telakkilerini sormak üzere Muhâcir Müslümanları çağırdı:
’- Siz Meryem oğlu İsâ hakkında ne dersiniz?’ diye sordu.
Hz. Câfer (r.a.):
’- Biz, Hz. İsâ hakkında, Peygamber Efendimizin bize Allah’tan getirip tebliğ ettiğini söyleriz.’ dedi ve sûre-i Meryem’in 29-33. âyetlerini okudu. [Okunan âyet-i kerîmelerin meâli şerîfi: ’Hz. Meryem (beşikteki oğlu) İsâ’ya (konuş diye) işaret etti. (Kavmi) ’Biz henüz beşikte olan bir sabî ile nasıl konuşuruz?’ dediler. (O esnada İsâ dile gelip) dedi ki: ’Ben muhakkak Allah’ın kuluyum. O Allah, bana kitap verdi ve beni peygamber yaptı.]
Necâşî çok duygulandı. Eline bir çubuk alarak yere bir çizgi çizdi ve:
’- Vallâhi, Meryem oğlu İsâ da, zâten sizin söylediğinizden başka bir şey değildir. Arada şu çizgi kadarcık bile bir fark yoktur.’ dedi.
Bu sözleri duyduktan sonra Müslümanları daha çok sevdi. Müşriklere iâde etmek şöyle dursun, onları eskisinden daha ziyâde himâye etmeğe başladı ve Müslüman Muhâcirlere:
’- Sizi ve yanından geldiğiniz Zât’ı tebrik ederim! Ben şahâdet ederim ki, O Rasûlullah’tır. Zâten biz, onun geleceğini İncil’den öğrenmiştik. O Rasûlü, Meryem oğlu İsâ da müjdelemişti. Vallâhi, eğer o, ülkemde olsaydı gidip onun ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım. Gidiniz! Ülkemin el sürülmemiş kısmında, her tecâvüzden korunmuş, emniyet ve huzura kavuşmuş olarak yaşayınız. Size kötülük eden helâk olur! Size kötülük eden helâk olur! Size kötülük eden helâk olur! Ben, sizden herhangi bir adamı üzüntüye uğratıp da, bir dağ altına mâlik olmayı arzu etmem.’ dedi.
Necâşî, bundan sonra, Kureyş elçilerinin getirdikleri hediyeleri:
’- Benim bunlara ihtiyacım yoktur! Başkalarının gasbettiği bu mülkümü, Allâh Teâlâ bana verip ve halkı boyun eğdirirken benden rüşvet almadı!’ diyerek ret ve iâde etti.
Siyer-i Nebî
Özlenen Rehber Dergisi 18. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.