Özlenen Rehber Dergisi

97.Sayı

Kutsal Bölgelerdeki Osmanlı İzleri

Ayhan ÖZKAN Özlenen Rehber Dergisi 97. Sayı
Ecdadımız 751 Talas Savaşından sonra kitleler halinde İslâm dinine girmeye başladılar. Akabinde her alanda yeni dinlerine hizmet etmeye ve bayraktar olmaya çalıştılar. Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve daha sonra da Osmanlı Devleti ile İslâm Dininin hizmetinde bulundular. Fethettikleri bölgeleri muazzam bir imar faaliyetinden geçirerek Müslümanlar için yaşanır hale getirdiler. Tabi bunu yaparken de mevcut coğrafyanın dokusunu bozmamaya, kültürünü değiştirmemeye, halklarını baskı altında tutmamaya özen gösterdiler ve Kur’ân’ın emirleri ve Efendimiz’in (s.a.v.) söz ve fiilleri vazgeçilmez düsturları oldu.
Osmanlı Devleti’nin Kutsal Beldelere hizmetleri Yavuz Sultan Selim’in 1517 yılında Mısır Memluklu Devleti’ni ortadan kaldırması ile başlamıştır. Çünkü Memluklular Arabistan Yarımadasını ellerinde bulunduruyordu. Böylece Kutsal Bölgeler savaş yapılmadan Osmanlının kontrolüne geçti. Osmanlı hükümeti kendilerinden evvelki devletlerin yaptıkları gibi Mekke emirlerinin Hicaz kıtasındaki haklarını kabul etmiş fakat onları kendi hâkimiyetleri aleyhinde hareket ettirmemek için Mekke ve Medine’yi kontrol altına almışlar, muhafız askerler, kadılar göndermişler ve bir de Cidde sancakbeyliğini ihdas etmişlerdir.
Esasında Osmanlı Devleti ile Memluklular arasında ilişkiler de ilk defa Kutsal Bölgelere hizmet anlayışından bozulmuştur. Tarihe Hicaz Su Yolları meselesi olarak geçen bu anlaşmazlıkta Fatih Sultan Mehmet İstanbul’dan Hicaz bölgesine kadar su kanalı döşemeyi ve böylece Hacca gidecek Huccacın rahat etmesini düşünmüşse de Memluklular bunu kendi iç işlerine müdahale olarak görmüşler, böylece ilişkilerdeki ilk bozulmalar başlamıştır. Bu durum üzerine Osmanlı hizmetlerini daha ileri tarihe ertelemek zorunda kaldı.
Hicaz Bölgesinin Osmanlı’nın eline geçmesinden sonra müthiş bir hizmet yarışı başladı. Bu hizmetler her kesime yayılarak genişledi. Öyle ki ülkenin tamamında Haremeyn yararına vakıflar kuruldu. Osmanlı Hicaz’da idare altında tuttuğu diğer topraklardan farklı olarak tımar, zeamet ve mukataa uygulamalarına girmemiştir. Osmanlı devleti Mekke ve Medine’yi korumayı ve oralara hizmet etmeyi dinî bir vecibe olarak görmüşlerdir. O yüzden diğer yerlerden alınan vergiler buralardan alınmadığı gibi Haremeyn halkının ve hacıların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla vakıflar kurulmuş ve surre alayları ile her yıl büyük yardımlar gönderilmiştir.
Hicazlı yoksullar yararına vakıflar, genellikle Osmanlı memurları ve kimi zaman da padişah ailesi mensuplarınca kurulmuşlardı. Vakıflar genellikle belirli insanların, örneğin vakfı kuranın ailesi ya da eski köleleri yararına kuruluyordu. Bu vakıftan yararlanan kişilerin ölümleri durumunda, vakıf geliri daha sonra Mekke ya da Medine yoksullarına aktarılıyordu. Padişah ailesinin mensuplarının kurdukları vakıflarda, genellikle bir miktar para daha başından itibaren Hicaz yoksullarına ayrılıyordu. Nitekim Sultan I. Selim’in (1512-20) annesi, Medine yoksullarına yılda 1000 altın eşrefiyenin dağıtılmasını emretmişti. Mekke ve Medine yararına çalışan vakıfları iki farklı kategoride toplamamız mümkün: İstanbul’da ve daha küçük çapta olmak üzere Edirne ile diğer Anadolu kentlerinde, muhtemelen çoğu yerel tüccar ve zaman zaman da varlıklı zanaatkârlarca kurulan sayısız küçük vakıflar. İstanbul’un dışındaki Balkan yarımadasında, Haremeyn hayrına kurulmuş vakıflar eski başkent Edirne ve çevresinde yoğunlaşmıştı. Selanik ve Yenice Vardar bölgesinde, 14. yüzyılda Balkanlar’daki Osmanlı fetihlerinde önemli bir rol oynamış olan Gazi Evrenos’un torunları Medine yoksulları için bir vakıf kurmuşlardı. Ancak, bu tür vakıflar Batı ve Orta Anadolu’da çok daha yaygındı. Osmanlı padişahlarının bir diğer eski başkenti olan Bursa, değerleri İstanbul’daki benzerlerinden çok daha düşük olmakla birlikte, bu türden çok sayıda vakıf barındırıyordu. Amasya, Tokat, Sivas ve Kayseri bölgesinde, ayrıca kuzey ve orta Anadolu’da bir dizi zengin vakıf Mekke ve Medine yoksullarına hizmet ediyordu.
Bunlarla beraber bizzat Mekke ve Medine’de imar faaliyetleri başladı. Kanuni Sultan Süleyman’la beraber imar çalışmaları hız kazandı. İlk yapılan hizmetlerin başında Medine etrafına surların çekilmesi ve Arafat ile Mekke arasındaki su kemeri gelmekteydi.

Medine Surları
Medine Surları tarihte ilk kez Hicri 2. ve 3. yüzyıllarda şehre yapılan saldırılardan korunmak amacı ile yapılmıştır. Daha sonra çeşitli dönemlerde onarımı yapılan surlar en büyük onarımı ve yenilemeyi Kanuni Sultan Süleyman zamanında görmüştür. Hicri 939 yılında başlayan yenileme çalışmaları Hicri 946 yılında sona ermiş ve surların boyu 3000 metreyi aşmıştır.

Medine Şehrini sanki sıradağlar gibi kuşatan surların, daha sonraki zamanlarda Sultan II. Mahmut, Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecit ve Sultan II. Abdülhamit zamanlarında yenileme çalışmaları yapılmıştır. Şerif Hüseyin’in önderliğinde toplanan Arapların Osmanlı idaresindeki Medine’yi kuşatmasında yıkılan ve harap olan surlar, 1950 yılında tamamen yıkılarak yok olmuştur.

Arafat ve Mekke arasındaki su kemerleri
Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan, Arafat’ta bulunan Ayn-ı Zübeyde suyunu, Mekke-i Mükerreme’ye ulaştırarak, şehri suya kavuşturmuştur. Arafat’tan Müzdelife’ye giderken yolun sağ tarafında görünen su kemeri Mekke’deki ecdat yadigârı eserlerden biri olarak durmaktadır.
Sultanı Yavuz Sultan Selim’e, Harem-i Şerif’in bazı duvarlarında çatlamalar olduğu bildirildi. Osmanlı Sultanı, Mescidin bütünüyle yenilenmesini emretti. En güzel şekilde yenilendi. Osmanlı mimarisine uygun tarzda kubbeler yapılmaya başlandı. Sultan Selim’in vefatından sonra, yerine geçen oğlu Sultan Murad, babasının başlattığı planı Hicri 984 yılında tamamlattı.

Mescid-i Nebevideki Hizmetler
Osmanlılar döneminde Mescid-i Nebevî’nin bakımı titizlikle yerine getirilmiş ve tezyin edilmiştir. I. Mahmud, Ravza-ı Mutahhara’nın üzerinde bulunan kubbeyi yenileyerek, koyu yeşile boyadı. Bundan dolayı bu kubbe, Kubbetu’l-Hadra (yeşil kubbe) adıyla anılır. Mısır valisi Mehmet Ali Paşa da Mescid-i Nebevi’de birtakım restorasyon çalışmaları yapmıştır. Mescit, Abdulmecid tarafından yeniden inşa edilmiştir. Abdulmecid’in bu iş için seçtiği ustalar, Akik vadisinde bulunan Hedab denilen kayadan sütunlar ve taşlar kestiler. Mescidi parça parça inşa etmeye başladılar. Yani bir kısmını yıkıyor, yerini hemen yapıyorlardı. 1849-1861 yılları arasında on iki sene süren inşa çalışmaları ile mescit yeni baştan inşa edildi.

Kâbe ve Revaklar
Osmanlı Sultanlarından Kanuni Sultan Süleyman tahta gelince, Kâbe’nin yıpranan çatısını onardı. Haccac’ın yaptırdığı oluğu, Gümüş Oluk olarak değiştirdi.
Kâbe’nin yüksekliğini aşmayan sayıları 500’ü bulan revakların planı Kanuni Sultan Süleyman’ın emri ile Mimar Sinan tarafından hazırlanmıştı. Sultan Süleyman’dan sonra padişah olan II. Selim zamanında yapımına başlanan revaklar için Kâbe’nin çevresindeki evler yıkılmış ve Kâbe’nin avlusu genişletilmişti. Avlunun etrafı duvar ile çevrilip, duvarın iç kısımları da ağaç direkler ile döşenip revaklar yapılmıştı.
1590 yılında Sinan’ın talebesi olan Mimar Mehmet Ağa revaktaki sütunlara yenilerini ekledi, ağaç direkleri ve kemerleri mermer kullanarak yeniledi.
Sultan I. Ahmed zamanında, Kâbe’nin büyük oranda yıpranmış yapısını desteklemek için payandalar ve üzerine bir demir kemerle çevirerek yapı sağlamlaştırıldı. Kâbe’nin çatısının büyük bölümü değiştirildi, duvarlarındaki hasar onarıldı. Kâbe’nin yağmur oluğu altın işlemeli olarak yenilendi. Kâbe’nin tavanını tutan üç ahşap sütun altın ve gümüş ile süslendi.
Hicri 1040/1630 yılında Kâbe büyük bir fırtınaya maruz kalmış ve duvarlarından ikisi yıkılmıştır. Bunun üzerine Sultan Dördüncü Murat, Kâbe’nin en son ve büyük onarımını gerçekleştirmiştir. Kâbe’nin bütün duvarları yıkılmış, sadece Hacerü’l-Esved yerinde bırakılmış ve orijinaline sadık kalınarak 6 ay içinde yeniden inşa edilmiştir. Şimdiki mevcut bina bu tarihte inşa edilen yapıdır.
Sultan Abdülmecit Han, Hicri 1273/1857 tarihinde Kâbe’nin çatısına konması için altın bir oluk göndermiştir. Bugünkü Altınoluk Sultan Abdülmecit’in gönderdiği oluktur.

Ecyad Kalesi
Kale, Osmanlılar döneminde Osman Nuri Paşa tarafından Kâbe’nin korunması amacıyla 1781 yılında yaptırılmıştır.
Kâbe’ye hâkim bir tepede kurulan Ecyad Kalesi Birici Dünya Savaşına kadar Türk garnizonu olarak kullanılmıştı.

Osmanlı Kışlası
Mukaddes topraklara ziyarete gelen fakir hacıların hastane ve barınma ihtiyaçlarını karşılamak için II. Abdülhamit Han tarafından yaptırılmıştır.
Kâbe-i Şerif yakınlarındaki Cervel mevkiinde yapılan bina 600 kişilik misafirhane, bir hastane ve bir eczaneden meydana gelmişti.
1894 yılında yapımına başlanan misafirhane, 50.000 lira harcanarak 1897 yılında bitirilmiştir. Yıllarca fakir hacılara hizmet veren misafirhane, 2. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ve Mekke’deki bazı kabilelerin isyan etmesi nedeniyle 1908 yılında kışlaya çevrilmiştir.

Hz. Ebubekir Mescidi
Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) zaman zaman bayram namazı kıldırdığı, Hz. Ebubekir (r.a.)’in de halifeliği zamanında bayram namazı kıldırdığı mescittir.
İlk kez Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz tarafından Hicri 91 yılında inşa edilen mescit, zaman içerisinde onarımlar görmüş ve son olarak da Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından yenilenmiştir. Halen giriş kapısında Sultan II. Mahmut’un tuğrası bulunan mescit, Osmanlı mimari tarzını korumaktadır.

Hz. Ömer Mescidi
Mescid-i Nebevi’ye 450 metre uzaklıkta bulunur. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bayram namazı kıldırdığı ve sonrasında Hz. Ömer’in (r.a.) bu âdeti devam ettirdiği yerdir. Bu hatıratı yaşatmak için ilk olarak Muhammed İbn Ahmet tarafından Hicri 850 yılında buraya bir mescit yaptırılmıştır.
Osmanlı Sultanı II. Mahmut tarafından yeniden inşa edilen mescit, Sultan I. Abdülmecit tarafından yenilenmiştir.

Hz. Ali Mescidi
Mescid-i Nebevi’ye 300 metre uzaklıkta bulunur. Hz. Ali Mescidi ilk olarak Halife Ömer bin Abdülaziz tarafından inşa edilmiş, daha sonra Osmanlı Sultanı I. Abdülmecit tarafından yenilenmiştir.
Dikdörtgen yapı şeklinde, 7 kubbeli ve tek minarelidir.

Gamame Mescidi
Sevgili Peygamberimiz, Mescid-i Nebevi’ye 500 metre uzaklıkta bulunan bu alanda bayram namazlarını kıldırır ve yağmur duası yaptırırdı. Bu alana, Musalla yani namaz kılınan açık alan ya da namazgâh manasına gelen Mescid-i Musalla adı verilmişti.
Peygamberimiz (s.a.v.) bayram namazı kıldırırken veya yağmur duası yaptırırken kendisini bir bulutun takip etmesi ve gölgelemesi üzerine Musalla Mescidine bulut manasına gelen Gamame Mescidi adı verilmiştir.
Gamame Mescidi ilk olarak Ömer bin Abdülaziz tarafından yaptırılmıştır. Osmanlı Sultanı I. Abdülmecit tarafından çok kubbeli ve minareli olarak yeniden inşa edilen mescit, Sultan II. Abdülhamit tarafından kapsamlı bir onarımdan geçirilmiştir.
Dikdörtgen yapı şeklinde ve birbirinden farklı büyüklükte 10 kubbeden oluşan mescit, havadan bakıldığında bir bulut görünümündedir.

Medine Garı
Hicaz Demiryolunun son durağı olan Medine Garı, Sultan II. Abdülhamit tarafından Medine’de yaptırılan anıt eserlerden biridir. Sevgili Peygamberimizin ruhaniyeti rahatsız olmasın diye gar binası Medine şehir girişine yapılmıştır ve trenden inenlerin yönü Ravza istikametidir. Böylece trenden inenler ilk önce Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) Kabr-i Şeriflerini görecekler ve onu selâmlayacaklardır. Ayrıca gürültü çıkarmasın diye Medine’ye giren raylara keçe döşenmiştir.

Anberiye Cami (Hamidiye Cami)
Anberiye cami, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit tarafından Medine Gar binasının tam karşısına yaptırılmıştır. Osmanlı mimarı tarzının tüm özelliklerini yansıtan cami, iki minareli olarak yapılmıştır.

Osmanlı Burcu (Küba Kalesi)
Kare şeklinde küçük bir kale olan ve Osmanlı burcu olarak bilinen yapı Medine Komutanı Fahrettin Paşa tarafından yaptırılmıştır. Medine’den Kuba Mescidine giderken yol üzerindedir.

Hicaz Demiryolu

Hicaz Demiryolu projesi Sultan II. Abdülhamid’in en büyük hayali idi. Kutsal topraklara giden hacıların, çöl yollarında aylarca süren yolculuklarının kolaylaşması ve hacıların daha güvenli bir şekilde hacca gidip gelebilmesi amacıyla yapılmıştır. Ayrıca Osmanlının bu bölgelerdeki denetiminin sağlanması, bölgeye gidecek askerlerin ulaşımının kolaylaşması ve bu bölgenin ekonomik gücünün yükseltilmesi öncelikli hedeflerdir.
Yapımına 1900 yılında başlanan ve toplam uzunluğu 1464 km olan bu yolun 1300 km’lik Şam-Medine arasına öncelik verilmiştir. Hicaz demiryolu inşaatında çalışan işçilerle teknik elemanlar yalnızca Müslümanlardan seçilmişti. Ayrıca ray ve benzeri malzemeler İstanbul tersanelerinde üretilmiş, traversler ise Toros ve Amanos dağlarındaki ağaçlardan yapılmıştır.
Issız, çorak, susuz ve kumlu çöllerde iklim şartları ile mücadele eden askerlerimiz, aynı zamanda demiryolu yapılmasına karşı çıkan ve engellemeye çalışan eşkıya ile mücadele etmiş ve bu uğurda pek çok şehit vermişlerdi.
Hicaz Demiryolunda 1903 yılında Amman’a, 1904 yılında Maan’a, 1905 yılında Hayfa’ya, 1906 yılında Medayin Salih’e ve 1908 yılında Medine İstasyonuna ulaştı.
II. Abdülhamid Han, demiryolu hattı mukaddes belde Medine’ye ulaşınca, Rasûlullah’ın rûhaniyeti gürültüden rahatsız olmasın diye raylara keçe döşenmesini istemiştir.

MEDİNE İSTASYONU
Hicaz Demiryolu hattı 27 Ağustos 1908 tarihinde Şam’dan ilk trenin hareketi ile açılmıştır.
Açılışından 8 yıl sonra, 1916’da demiryolu hatları İngiliz casusu Lawrance’in örgütlediği Araplar tarafından kısmen tahrip edilmiştir. Ayrıca I. Dünya Savaşı’nda da tahribata uğramıştır.
Osmanlı devrinde, sadece Hicaz bölgesinde; 10 mescid, 17 medrese, 12 kütüphane, 8 tekke, 932 dükkan, 4 han, 2 hamam ve bir çok misafirhane yapılmıştır. Yapılan bu eserlerle, öncelikle hacıların ve bölge halkının istifadesi amaçlanmıştır.
Rabbimiz aziz ecdadımızın ruhlarını şad etsin, biz torunlarına da onlara nasip ettiği bu kutlu hizmetler gibi hizmetler yapabilmeyi nasibeylesin.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.