Özlenen Rehber Dergisi

97.Sayı

Dünya Gündemi; Buaziz'in Yaktığı Devrim Ateşi

Ömer Faruk EJDER Özlenen Rehber Dergisi 97. Sayı
Tunus’ta, üniversite mezunu Muhammed Buaziz adındaki işsizin elindeki seyyar arabasına el konulması, genel olarak Arap ülkeleri ve özel olarak da Ortadoğu’da devrimin kıvılcım ateşini yaktı. Dünyanın önde gelen istihbarat örgütleri CİA ve Mossad’ın seçkin ajanları çok gafil avlandılar bu gelişmeler karşısında. Başta A.B.D. olmak üzere Batılı ülkeler kısa zaman içinde Tunus rejimin devrilmesine adeta seyirci kaldılar. Tabi bu bilgiler bize basından yansıyanlar. Kapalı kapılar arkasında gerçek olarak konuşulan, planlanan ve çizilen hususların, yakın zamanda kamuoyuna yansıyacağını tahmin ediyorum. Dünya nefesini tutmuş ve adeta ’sıradaki ülke hangisi’ olacak diyor. Halk ayaklanmaları bir bir ardına devam ediyor, hatta biri bitmeden diğeri başlamış oluyor. Hadiseler o kadar hızlı gelişiyor ki, ülkenin despot lideri çökmeye yüz tutmuşken komşu ülkenin halkı kendi despot liderine karşı ayaklanmış olmasın. Bahsettiğim ülkeler hepimizin görsel ve işitsel basından takip ettiğimiz, Tunus’tan başlayarak Mısır’a oradan da Libya’ya sıçrayan ayaklanmalar. Diğer Arap ülkelerinde kıpırdama başlamış ve adeta komşu Arap ülkesinden ne gibi sonuçlar çıkacağı beklenerek, bu sonuçlara göre strateji geliştirilmeye başlıyor. Ayrıca basında çokça ’domino etkisi’ yazılıp çiziliyor, çizilen karikatürler sırada hangi Ortadoğu veya Kuzey Afrika ülkesinin halkı ayaklanacağı anlatılıyor. Evet domino etkisinden bahsedebiliriz, hatta 2011 yılı öyle dolu geçecek ki, hadiseleri takip ve analiz edenler ileriki yıllarda geriye dönük baktıklarında şaşkınlıklarını gizleyemeyecekler.
Devrimleri veya halk ayaklanmalarını tetikleyenler arasında en önemlisi hiç kuşkusuz teknolojik alet ve gereçlerin yaygın bir biçimde kullanılması oldu. Bazı yorumcular yaşanan hadiseleri ’facebook’ ve ’twitter’ devrimleri olarak niteliyorlar ve tarihte bu adlar altında hatırlanacağını belirtiyorlar. Bu yorumların gerçekten payı olduğu kuşkusuz. Facebook ve diğer sosyal ağ sitelerini yoğun olarak kullanan gençlik bu diktatörlerin ülkeyi yönetmeye başladıkları yıllarda doğmuş. Yaşları 25 ile 30 yaş arasında değişen bu gençlerin ayaklanmalarda oynadıkları rolü hiç kuşkusuz başrol olarak görebiliriz. Mısır’dan örnek verecek olursak: Vâil Ğuneym adında bir genç ve aynı zamanda Google’ın Ortdadoğu müdürü, ülkedeki gençleri genel olarak ve özel olarak da Tahrir Meydanı’nın yöneticisi olduğunu söylemek doğru bir tespit olsa gerek. Mısır makamları adı geçen gencin, diktatör rejime karşı potansiyel bir tehdit olduğunu daha ilk günlerden anlayıp onu 13 gün gözleri bağlı bir şekilde hapiste tuttu. Rejimin çökmesine doğru giderayak Mısır halkına karşı zulümleri yoğunlaştırdılar. Yıllardır zulüm altında ezilen ülkenin kahir ekseriyeti bu zulme dur demek için ülkenin dört bir tarafının meydanlarını hınca hınç doldurdular. Post modern çağın 30 yıllık despot iktidarı ancak 18 gün dayanabildi. Kanaatimce Mısır halkı bile Firavun lakaplı Hüsnü Mübarek’in bu kısa zaman dâhilinde yıkılacağını tahmin edemezdi. Mübarek’in her ulusa seslenişi karşısında Mısır’ı Eylül’deki başkanlık seçimlerine kadar yöneteceğini vurguluyordu. Yıkılmasında en önemli faktörlerden birisi de, Batılı ülkelerin halka rağmen bu diktatörleri desteklemekten vazgeçmelerini gösterebiliriz. Tabi, her ne kadar Batılı ülkelerin liderleri kamuoyu karşısında halktan tarafta olduklarını göstermiş olsalar bile; kulisler arkasında bir zamanlar destekledikleri liderleri koltuklarını korumaları için yoğun mekik diplomasi içine girdiklerini medyaya sızan haberler sayesinde öğrenmiş olduk. Sonunda Batı, halkın sabrının taştığını görmeye başlayınca, yarı imalı ve yarı açık bir dille bu liderlere artık çekilmelerini telkin etmiştir. Ortadoğu’da da devrim rüzgârlarının daha epey eseceği görülmektedir.
Mısır’da Mübarek rejiminin çökmesinden 3 gün sonra, yani 15 Şubat’ta bu defa Libya’daki halk sokaklara ve meydanlara inmeye başladı. Halkın taleplerinin diğer ülkelerinkinden farklı olduğunu söyleyemeyiz. Halk tarafından başlatılan devrimleri, Arap dünyasında yaşayan halkın uzun uykudan kalkıp, tabiri caizse Eshab-ı Kehf’in uykusundan kalkması gibi bir hâli anlatıyor bizlere.
Yazımın başında belirttiğim gibi birçok ülke ve istihbarat kuruluşu ayaklanmalar karşısında adeta gafil avlandılar. Libya’da binlerce vatandaşımız çeşitli projeleri hayata geçirmek için orda bulunmaktaydılar. Türk müteahhit firmalarının milyarlarca doları aşan yatırımları söz konusudur, bunların elbette zarar görmesi düşünülemez. Rejim değişikliği yaşansa bile buradaki yatırımlar ve çalışmaların son sürat devam edeceği kanaatindeyim. Halk ayaklanması yaşanan ülkeleri Türkiye’nin 30-40 yıl gerisinde olduğunu farz edecek olursak daha çok uzun yol alacakları görülmektedir. Bu açığı kapatabilmek için mantalite gelişimi ve özgürlüklerin toplumun bireyleri arasında olgunlaşması gerekiyor.
Küreselleşmenin etkileri dünyanın her coğrafyasını uzun yıllardır sarmakta ve etkilemekteydi. Arap dünyasında etkileri bu zamana kadar gecikmesinin altında hiç kuşkusuz birçok temel neden yatmaktadır. Genç neslin artık özgür bir ülkede yaşayabilme ve refah düzeyini yükseltme gayretlerini bir neden olarak sayabiliriz. Dünyayı internet üzerinden analiz eden genç nesiller, kendi ülkelerinde neden bunun gerçekleşmediğini yüksek sesle artık sorabiliyorlar. Bu nedenlere ek olarak da, despot liderlerin halkın isteklerini okuyamadıkları, hâla sığ ve dar ufuklu vizyonlarına hapsolunduklarını bir diğer neden olarak zikredebiliriz. Bu satırları yazarken Libya’da yaşanan ayaklanmada başkent Trablus’a yaklaştıklarını, zaman zaman Gaddafi güçleri ve halk arasında çatışmaların yaşandığını öğreniyorum. Venezuella devlet başkanı Chavez’in, Gaddafi ve halk arasında arabulucu barış komisyonu oluşturmak istediği ve üyelerini Libya’ya göndermek istediğini de öğreniyoruz. Tabi, bu gelişmeler önümüzdeki günlerde nasıl bir Libya potresi ortaya çıkartır bilinmez. Diğer taraftan A.B.D. başta olmak üzere A.B. ve NATO da Libya için askeri müdahale ihtimali dâhil bir dizi yaptırım kararlarını uygulamaya soktular. Emperyal güçlerin bu denli Libya’ya ihtimam göstermesi hiç kuşkusuz ülkedeki zengin petrol kaynaklarını başkalarına kaptırmamak ve ihtiyaç dışı petrolleri rezervlerine eklemek istediklerini zikredebiliriz. Ayrıca Libya petrolü yüksek kaliteye sahip ve bu da birçok ülkenin iştahını kabartıyor. Türkiye ise herhangi bir askeri müdahaleye şu aşamada karşı çıkmaktadır. Buna haklı olarak Libya halkının iç işlerine direk müdahale olacağından ve işgale yol açacağından şiddetle karşı çıkmaktadır. Ancak, hadiselerin seyrini, ülkeyi 42 yıldır yöneten despotun bir sonraki adımı ne olacağı belirleyecek. Giderayak her türlü çılgınlığı yapabileceği ve hatta halkına karşı nükleer silah bile kullanabileceği speküle edilmekte. Arap dünyasındaki ayaklanmaları Mossad ve CİA’nin tuzakladığı ve bu ayaklanmaları arka planda yürüttüğü iddia edilmekte. Kuşkusuz bu iddianın güçlenmesi ancak İsrail ve A.B.D.’nin bu ayaklanmalardan sonra nasıl nemalanacağı, emperyalist hegemonyalarını ne derece perçinleştirecekleri ve olaylar yatışınca lehte ve aleyhte nasıl neticeler doğuracağına hem bakmaya hem de doğru analiz etmeye bağlı olduğu kanaatindeyim.
Şunu kesin olarak ifade edebiliriz ki, bu istihbarat teşkilatları gerçekten gafil avlandıysalar eğer, bu ülkelerin derin güçleri Arap dünyasındaki halk ayaklanmalarını kendi lehlerine sonuçlanması için, daha doğrusu bu ülkeler üzerindeki menfaatlerini zarar görmekten korumak için her türlü eyleme girebileceklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu açıdan hadiselere baktığımızda kısa vadede ne gibi sürprizlerin yaşanacağını kestirmek zor olacaktır. Diğer taraftan uzun vadede köklü değişikliklerin artık geri dönülemez bir yolda ilerlediğini tahmin edebiliriz. Arap dünyası kukla rejimleri, Batı’ya tebaiyeti, post modern sömürge güçlerine artık alet ve yem olmayı istemiyor. Ancak Arap dünyasının sadece Arap ırkı ve Sünnilerden oluşmadığını hatırlatmakta fayda var. Yemen’de epeydir devam eden protestolar ülkedeki Zeydî ve diğer mezheplerini de harekete geçirmiştir. Ülke tekrar bölünme eşiğine gelebileceğinden söz ediliyor. Keza, bir milyon iki yüz bin nüfuslu Bahreyn de günlerdir karışmakta. Ülkenin neredeyse üçte ikisini oluşturan Şii nüfus Sünni hükümet tarafından yönetilmekte. Bugünlerde Suudi Arabistan’ın kuzey ve doğusunda yaşayan bir grup Şii vatandaş protesto gösterilerine başladı. Bu arada Irak’a hiç değinmedik, çünkü A.B.D. işgalinden sonra ülkede sular hiç durmadı. Bu coğrafyada yaşananlara bakarak, acaba İran bölgede nüfuzunu artırmaya mı başladı, sorusu akla geliyor. Bu soruya kısmen evet cevabı verebiliriz. Öncelikle Irak savaşı başladığı yıllarda Şii milislerin Amerikan askerlerine lojistik yardım ettikleri göz tanıkları tarafından çokça ifade edildi. Bu milisler Amerikan kamuflajı giyinerek Bağdat’ın Sünni mahallelerinde bulunan cami imamlarını katletmeye başladı ve bu katliam maalesef günümüzde de devam etmekte. Ayrıca ülkedeki Şiilerin siyasi, ekonomik ve sosyal egemenliği gün geçtikçe pekişmekte. Körfez ülkelerinde azınlık veya çoğunluk fark etmeksizin Şiaların etkinliği gözden kaçmayacak şekilde artmakta. Şiilerin nüfuzunun körfez ülkelerinde sınırlı kaldığını düşünmek hadiseye bir açıdan bakıldığı anlamına gelmekte. Buna, çarpıcı bir misal olarak Afrika kıtasında yoksulluk ve iç savaşlarla mücadele eden bazı ülkelerini verebiliriz. Önceki yıllarda ziyaret ettiğim Batı Afrika ülkelerinden olan sekiz milyon nüfuslu Togo’dan bahsetmek istiyorum.
Ülkede yaşayan Müslüman nüfus tam olarak bilinmemekle beraber yaklaşık yüzde yirmi olduğu orada yaşayanlarca ifade edilmekte. Eski Fransız sömürgesi olan ülkede yabancıların ve bilhassa Avrupalıların varlığını ve etkinliğini her gittiğiniz yerde görebilirsiniz. Ama beni asıl şaşırtan hadise, bu ülkede İran tarafından okul yaptırılmış olması ve burada Müslüman çocuklarına eğitimin verildiğini öğrenmek oldu. Kendi kendime ’İran nere Batı Afrika?’ nere dedim. Bunu öğrendikten sonra kendi çapımda biraz Afrika kıtasını araştırmaya başladım. Kıtayı yakından tanıdıkça hayretlerim kat be kat arttı. Meğer Doğu Afrika ülkelerinin birinde bazı Müslüman kabileleri tamamen Şia mezhebine geçmiş ve fotoğraflarda bu kabilenin Kerbela matemini tuttuklarını gördüm. Konumuz Ortadoğu’daki halk ayaklanmaları idi; fakat Şia mezhebine doğru kaydı. Acizane yaptığım analizler beni bu sonuca doğru götürdü ve daha da önemlisi önümüzdeki yıllarda küresel etkisi olacak olaylara şimdiden tahmin yürütmek ve öngörüde bulunmak isabetli bir düşünce olacağı kanaatindeyim.
Türkiye olarak eğer dünyada etkiliğimizi ve stratejik konumumuzu muhafaza etmek istiyorsak, yaşananlara asla kayıtsız kalamayız; bilakis gerektiğinde müdahale edebilecek konumda hazır olmamız gerektiği fikrindeyim.
Ankara / 03. 03. 2011

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.