Giriş
Özellikle son yüzyılda İslam toplumu, yaşantı bakımından çeşitli sıkıntılardan ve badirelerden geçmiştir. Rasûlullah (s.a.v.) efendimizin ’üsve-i hasene’siyle yoğrulmuş bu aziz ümmet, azılı din düşmanlarının farklı saldırılarına maruz kalmıştır. Bu kural tanımaz düşmanlara karşı çetin mücâdeleler verilmiş, ilim-irfan sahibi kişilerce onlara fırsat verilmemiştir. Fakat İslam toplumu öyle bir asimilasyona uğramıştır ki, sağlam kaynaklardan aldığı ahlak yapısında toplumsal sorunlara sevk eden çözülmeler meydana gelmiştir. Bunlar da toplumun iç dinamiklerinde ciddi ve önü alınmaz problemlerin önünü açmıştır. Dolayısıyla ümmet ve toplum ’öz’üne dönmezse, Allah ve Rasûlü’nün çerçevesini belirlediği düzene giremez.
Toplumda, içlerinden bir türlü atamadıkları kin ve haset hastalıkları sebebiyle birbirlerini affedemeyen, sırf bu yüzden en sevdikleri, en yakın olmak istedikleri insanlardan dahi ayrı kalan pek çok insanın var olduğuna şahit oluyoruz. Özellikle dine karşı düşmanlık besleyenlerce ve ümmetin dâima tefrika/ayrılık içerisinde olmasını ve vahdet kavramını unutmalarını isteyenlerce kin olgusu körüklenmiştir. Sonuçta bu, Müslümanları, vahdet/birlik beraberlik içerisinde mazlumları düşmanlara karşı korumaları gerekirken, sessiz kalmalarına kadar götürmüştür.
İşte bu makalemizde, toplumun iç dinamiklerinin ve sosyal hayatın ahlak yapısına tetikleyici zarar veren ’kin ve haset hastalığı’ üzerinde durmak istedik. Çünkü bu çetin hastalık önüne katanı yıkıp-dağıtan sel misâli kişinin bütün ahlak yapısına zarar vermektedir.
Kin Nedir?
Kin, kalpte yerleşen, öç almaya yönelik şiddetli düşmanlık olup başkasının zararını gizlice arzu etmeye denir. Arapça’da ’hıkd, ğıll ve bağdâ’ gibi kelimelerle karşılanır. Kin tutmak, kin beslemek, kin gütmek, kin bağlamak gibi deyimler düşmanlık duygusunun kalpte yerleştiğini ve süreklilik gösterdiğini dile getirir.1
Kin ve hasedin insanın içinde çöreklenmesi, kalbine kadar yerleşmesidir. Kişi, kin duyduğuna karşı içinde öyle bir öfke besler ki, ona bir zarar gelmesi için hiç düşünmeden kendisini Allah Teâlâ’nın rızasından uzaklaştıracak yollara sapabilir.
İslam’ın Kine Bakışı
Kinin başlıca kaynağı öfke, nefret ve intikam hırsıdır. Bunlar ise İslam’ın asla onaylamadığı, bizzat zemmettiği kötü ahlaklardır. Rasûlullah (s.a.v.) efendimiz hadislerinde kin ve hasedin insanın dinî hayatını nasıl tahrip ettiği üzerinde durarak şu çarpıcı açıklamayı yapmıştır:
’Sizden önceki ümmetlerin hastalığı, (yani) haset ve düşmanlık (kin) size bulaştı. O (ikisi) kazıyıcıdır. Saçı kazır demiyorum. Fakat (bunlar) dini kazır (yok edip bitirir). Canım yed(-i kudret)inde olan (Allah)’a yemin olsun ki; iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız…’2 Dikkat edilirse Efendimiz (s.a.v.) kin tutmanın bir hastalık olduğunu ifade etmiştir. Devamında kin tutanlara ’din kazıyıcıları’ diyerek şiddetli bir şekilde uyarması ise ne kadar dikkat edilmesi gerektiğine işaret etmektedir.
Abdullah b. Amr (b. el-Âs) (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) efendimizle hıkd/kin konusunda Sahâbe-i Kirâm efendilerimiz arasında şöyle bir diyalog geçmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’e: ’İnsanların hangisi daha faziletlidir?’ dendi. (Rasûlullah): ’Her mahmûm kalpli ve çok doğru lisanlı olan (her mü’min)dir.’ buyurdu. (Ashâb): ’Çok doğru lisanlıyı biliyoruz. Peki, mahmûm kalpli nedir?’ dediler. (Rasûlullah): ’O, takva sahibi, tertemiz, (kalbin)de ne günah, ne zulüm (azgınlık), ne kin (düşmanlık), ne de haset olan (kimse)dir.’ buyurdu.3
Öyle bir kalp olmalı ki Rasûlullah (s.a.v.)’in sözlerine canû gönülden kabul ederek kayıtsız-şartsız ittiba etmelidir.
Hz. Enes (r.a.)’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte; bir defasında Hz. Peygamberimiz (s.a.v.) ardı ardına üç gün: ’Şimdi buraya cennet ehlinden biri gelecek!’ der ve her defasında da Ensar’dan bir şahıs gelir. Bunu gören Abdullah b. Amr, bu şahsın Rasûlullah (s.a.v.)’in sürekli kendisini müjdelemesine sebep olacak hangi amelleri işlediğini merak eder. Bu yüzden cennetle müjdelenmeyi gerektirecek ne yaptığını görmek için o kimse ile birlikte üç gece kalır. Fakat bu üç gün zarfında farz ameller dışında başka bir amel yaptığını görmez ve hattâ bunu azımsar. Nihayet Abdullah b. Amr, o şahsa Efendimiz’in kendisi hakkında verdiği müjdeyi anlatır. Bununla beraber farz ameller dışında fevkalade bir şey yaptığını görmediğini, cennetle müjdelenmesinin sebebinin ne olabileceğini sorar. Ensârî: ’Gördüğün gibi, benim amelim bu. Yalnız ben hiçbir Müslüman’a karşı içimde hile (kin) beslemiyor ve Allah (c.c.)’ın nimet verdiği kimseye haset etmiyorum.’ deyince Abdullah: ’İşte budur seni cennete ulaştıran. Biz buna güç yetiremiyoruz.’ diyerek onun yanından ayrılır.4
İmâm Gazâlî, İhyâ-i Ulûmiddin kitabında kindarlığın mahiyetinden şöyle bahseder: ’Halihazırda intikam almak sûretiyle gönlünü rahat ettirmekten aciz olduğundan dolayı öfkesini yutmak lazım geldiği zaman öfke içeride birikmeye başlar ve kine dönüşür. Kinin sonucu, kalbe ağırlığını yükleyip buğzetmek ve buğzettiği kimseden uzaklaşmak ve bu durumu devam ettirmektir. Oysa Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Mü’min bir kimse kindar bir kimse değildir.’ Bu bakımdan hıkd, öfkenin meyvesidir. Hıkd sekiz şeyi doğurur:
1. Hased etmeye yol açar. Hased, kin’in seni buğzettiğin insanın nimetinin yok olmasını temenni etmeye zorlaması demektir. Bu bakımdan ona verilen bir nimetten dolayı sen üzülür, ona isabet eden bir musibetten dolayı da sevinirsin. Bu ise münafıkların hasletlerindendir.
2. Bâtında (iç âleminde) fazlasıyla hasedi saklamayı artırmaktır. Böylece buğzettiğin kimseye isabet eden musibet ve belalardan ötürü sevinmiş olursun.
3. Buğzettiğin kimseyi terk etmek, onunla gırtlak gırtlağa gelmek ve kendisinden uzaklaşmaktır. O seni arayıp istese bile yine bu duruma devam edersin!
4. Onu küçük gördüğünden dolayı ondan yüz çevirmendir. Bu dördüncü netice, üçüncü neticeden (ceza bakımından) daha hafiftir.
5. Helâl olmayan yalan, gıybet, sırrı açıklamak, örtüsünü yırtmak ve benzeri şeylerle onun hakkında konuşmaktır.
6. Onunla istihza etmek, onu alaya almak için onun taklidini yapmandır.
7. Vurmak ve bedenine elem verici bir şey ile ona eziyet etmektir.
8. Zulmen kendisinden alınan bir şeyin geri verilmesine veya sıla-yı rahmine veya hakkı olan bir alacağının verilmesi gibi haklarına mâni olmandır. Bütün bunlar haramdır. Hıkd’ın/kindarlığın en az derecesi, bu belirtilen sekiz kötü neticeden sakınmandır. İşte bütün bunlar din hususunda senin derecenin eksilmesine vesiledirler. Bunlar seninle büyük bir faziletin ve hudutsuz bir sevabın arasına girer.
Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a.), kızı Âişe’ye yapılan iftira meselesinde dedikodu yapan ve aynı zamanda akrabası olan Mıstah’a nafaka vermeyeceğine dair yemin ettiği zaman şu ayet nâzil oldu: ’Sizden (dinde) fazilet ve (dünyada) servet sahibi kimseler akrabalarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere (kendi mallarından bir şey) vermeyeceklerine yemin etmesinler. Affetsinler ve vazgeçip iyi muamelede bulunsunlar. Allah’ın sizi bağışlamasını arzu etmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.’5 Bunun üzerine Ebû Bekr es-Sıddîk (r.a.): ’Evet! Allah’a yemin olsun muhakkak ki ben, Allah’ın beni bağışlamasını elbette arzu ederim!’ deyip yeniden (eskisi gibi) Mıstah’a infak ve ihsanda bulundu.6 Buğz ettiği insana yeniden infak ve ihsanda bulunmalı, mümkünse nefsini gemlemek ve şeytanın burnunu yerlere sürmek için ihsanını daha da artırmalıdır.7 Öyleyse müminin yapacağı şey nebevî metoda sımsıkı sarılıp, af yolunu tercih etmektir. Yoksa daima hüzün, sıkıntı, yalnızlık ve buhran içerisinde yaşar.
Kindarlık
Kişilik Bozukluğuna Sürükler
Kin bir hastalıktır. Kişinin toplumla, çevreyle arasında aşılmaz bir perdedir. Davranışlarındaki uyumu bozar. Bu ahlakı taşıyan kişi, komşularına, akrabalarına, dostlarına karşı tutumu sert olur ve yapılan bu bozuk davranışların sonucunda iletişimsizlik yaşar. Hem maddi hem manevi boyutta kişinin bütün hayatını altüst eder. İbadetlerdeki zayıflığının neticesinde ortaya çıkan kin tutma hastalığı, diğer tarafa karşı sürekli hor ve öfke dolu bakmasına ve kıskanmasına sebebiyet verir. Hatta ve hatta bu hastalığa kapılan kişi, Allah (c.c.)’nun: ’…Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun...’8 uyarısını göz ardı edecek kadar ileri gider.
Kin duygusunun ruhsal bozulmaya neden oluşunu inceleyen araştırmacılara göre yapılan bir kötülüğe karşı koyamamanın, intikam alamamanın yol açtığı öfke kalbe yerleşerek gizli bir düşmanlık duygusuna, kine dönüşür. Bu perspektiften bakan bir mü’min, kinin birçok ruhsal ve ahlâki hastalıkların kaynağı olduğunu görecektir. Bunların başlıcaları haset, ilişkileri kesmek, aşağılamaya çalışmak, gıybet, sırları açıklamak, çeşitli biçimlerde eziyetler yapmak, borç ve benzeri hakları yerine getirmemek, başına gelen felaketlere sevinmektir.
Kin, haset ve öfke, kişideki sevgi, saygı ve karşılıklı anlayış gibi kavramları yok eder. Bu tip insanlar hep yalnız, sevgisiz, dostsuz kalırlar. Yalnızlık, dostsuzluk insanın fıtratına aykırı olduğu için, insanı bunaltır, sıkıntıya düşürür. Efendimiz (s.a.v.) ise; ’İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız…’9 buyurarak iman ve sevgi olgusunu birleştirmiştir. Dolayısıyla bir mü’min, dostluklardan, sevgiden, muhabbetten, sevincini birileriyle paylaşmaktan, güveneceği insanlarla birlikte olmaktan zevk almalıdır.
Kin; Akrabalık Bağlarının Kopmasına Götürür
Belki de bu makalede üzerinde en çok durulması gereken konulardan birisi kin hastalığından kaynaklı akrabalık bağlarının kopuk olmasıdır. Dünya sevgisi, topluma öyle sirâyet etti ki, kimse en ufak eşyasını paylaşmak istemiyor. Tahammülsüzlük, kıskançlık, çekememezlik gibi hastalıklar aile fertlerinin arasında iletişim kurmalarını engelleyip yok etme derecesine geldi. Toplumu ayakta tutan aile ve sılâ-i rahim kavramının içerisini film ve dizilerle boşaltarak en büyük darbeyi vurdular. Bu da fertler arasında, İslam’ın hoş görmediği çeşitli hastalıkların türemesine sebebiyet verdi. Bu hastalıklardan birisi de kinden kaynaklı akrabalık ilişkilerinin düzensiz olmasıdır.
İslam dini, kişinin akraba ve yakınlarıyla alâkasını devam ettirmesi, onları koruyup gözetmesi, yani sıla-i rahimde bulunması üzerinde ayrıntılı bir şekilde durmuştur. Efendimiz (s.a.v.) akraba bağlarının ne olursa olsun kesilmemesi/sekteye uğratılmaması gerektiğini her fırsatta vurgulamıştır.
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; muhakkak ki bir adam: ’Yâ Rasûlallâh! Muhakkak ki benim akrabalarım var! Ben onlara sıla(-i rahim) yapıyorum, (fakat) onlar beni(mle alakayı) kesiyorlar! Ben onlara iyilik ediyorum; onlar bana kötülük ediyorlar! Ben onlara yumuşak davranıyorum; onlar bana karşı cahillik ediyorlar!’ dedi. Bunun üzerine (Rasûlullah): ’Eğer dediğin gibi isen, sanki onlara sıcak kül yediriyor gibisin! Sen bu hal üzere devam ettikçe Allah (tarafın)dan onlara karşı seninle daima bir yardımcı bulunmaya devam edecektir.’ buyurdu.10
Bir mü’minin, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin sadece şu yukarıda ifade buyurduğu hadisi kendi yaşantısına destur alması bile yeterlidir. Toplumu ve bireyleri ayakta tutacak nadide bir reçete niteliğinde Efendimizin bu hadisi.
Bu kadar ikazlara rağmen kindarlık aile fertleri arasında intişar etmeye başladı. İslam düşmanları ve Yahudiler, aile yapısını bozacak oyun ve tuzakları İslam toplumundan hiç eksik etmediler, etmiyorlar da… ’Böl ve parçala’ taktiğini her alanda uygulayan bu yok edici zihniyet aile fertleri içinde aynı sistemi kullanmaktadırlar. Zira kindarlığı pohpohlayan etkenleri toplumumuz arasında yaydılar. Böylece aile bireyleri bir araya gelemiyor, toplum zayıflıyor.
Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: ’Onlar (o takva sahipleri) bollukta ve darlıkta infak edenler, öfkelerini yutanlar, insanlar(ın kusurların)dan, afv ile geçenlerdir. Allah iyilik edenleri sever.’11 Kin hastalığıyla pençeleşen mü’minler bu ayeti kendilerine şiâr almalılar ki necâta erebilsinler. İslam toplumunun ana gövdesini oluşturan aileler bu hastalıktan kurtulursa, dalga dalga diğerlerine de bu kurtuluş sirâyet edecektir.
Kinden Kurtulma Yolu: Af Yolunu Seçmek
İnsanların birbirlerini affedebilmelerine engel olan duygular arasında en etkili olanı kuşkusuz ki kin ve öfkedir. Eğer kişinin bu öfkesinde kendince bir haklılık payı varsa, bu durumda o kimsenin öfkesini yenip karşısındaki kişiyi bağışlayabilmesi çok daha zorlaşır. Bu haklılık ise çoğu zaman, karşı tarafın gerçekten büyük bir hata yapmış olmasından kaynaklanır. ’Bana böyle bir şeyi nasıl yapar?’, ’Nasıl bu kadar düşüncesiz, bencil, akılsız olabilir?’ gibi, karşı tarafın gerçekten bozuk tavırlarına dayanan haklı çıkarımlar, bu kimselerin öfkelerine daha da saplanıp kalmalarına neden olur. Oysa burada göz ardı edilen çok önemli bir konu vardır: Ebetteki insan, kusurlu bir varlıktır. Hayatının sonuna kadar hiç hata yapmadan yaşaması mümkün değildir. Allah, pek çok hikmet doğrultusunda insanı hata yapacak şekilde yaratmıştır. Bu nedenle bir insanın, karşısındaki kişiden, bir ömür boyu hiç hata yapmadan irade göstermesini beklemesi çok yanlış bir yaklaşımdır. Dünyanın en mükemmel, en güzel ahlaklı insanı dahi, temelde bir ’insan’dır. Ve Allah’ın yaratışı gereği mutlaka unutacak, yanılacak, hataya düşecektir.12
Sonuç
İbn-i Fadlillâh, kin tutmayan kişinin veli olabileceğini ifade ederek şöyle demiştir:
’Eğer Ebdâl’den olmak istiyorsan ahlakını, çocukların bazı ahlaklarına çevir. Nitekim onlarda beş haslet vardır ki şayet (onlar) büyüklerde olsa mutlaka Ebdâl’den olurlardı. Bunlar (şunlardır):
1- Muhakkak ki onlar rızık için tasalanmazlar.
2- Hastalandıkları zaman yaratıcılarından şikayet etmezler.
3- Yemeği bir arada (topluca) yerler.
4- Anlaşmazlığa düştükleri zaman birbirlerine kin beslemezler ve hemen barışırlar.
5- Korktukları zaman gözleri yaş akıtır.’13
Günümüzde kişiler, çalışma hayatının yoğunluğu, stres, özellikle de sosyal medyanın olumsuz algıları ve cep telefonların zihinlere gönderdiği zararlı sinyallerden ötürü çok çabuk öfkelerine kapılıp, kini, intikamı tercih etmektedirler. Herkes bir başkasından anlayış göstermesini beklemekte… ’Niçin anlayış göstermiyor, neden affetmiyor?’ diye başkasından beklenti içerisinde olup, bir hayli şaşırıp hayıflanıyor ve bunun üzerine başkalarına dert yanıyorlar. Müslüman, dâima af yolunu tercih etmeli, nebevî metotlara sımsıkı sarılıp kindarlıktan bir an önce kurtulmalıdır. Kişilerin öfkeden dolayı yaşadıkları olumsuzlukları ve bozulan ilişkilerini düzeltmek, problemleri halletmek için hemen affetmeye karar vermelidir. Çünkü kindarlığın ne kişiye ne topluma bir faydası vardır. Müslüman’ın zamanı kıymetli ve değerlidir. Ve bu değerli zamanlarını kinle geçirmemek, bu nedenle başkalarını affetme seçmek gerekir. Allah ve Rasûlü’nün emir ve nehiylerini rehber edindiğimiz müddetçe en çetin hastalıklardan bile kurtulmak kolay olacaktır.
Dipnotlar
1. ÖZALP, Ahmet, ’Kin’ İslam Ansiklopedisi.
2. Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâiku Ve’l-Vera’u, 56.
3. İbn-i Mâce, Zühd, 24.
4. Ahmed b. Hanbel, Müsned, Müessesetu’r-Risâle, Beyrut 1997, h.no:12697, c. XX, s. 124.
5. en-Nûr, 24/22.
6. Buhârî, Şehâdât, 15.
7. Gazâli, İhyâ-i Ulûmiddîn, 3. Bölüm, (Kin, hased).
8. el-Mâide, 5/8.
9. Müslim, Îmân, 22.
10. Müslim, el-Birr Ve’s-Sıla Ve’l-Âdâb, 6.
11. Âl-i İmrân, 3/134.
12. http://ilminyeri.blogspot.com/tr/2014/01/affedici-olun.html. Erişim tarihi: 21.05.2018.
13. İbn-i Fadlillâh, Mesâliku’l-Ebsâr Fî Memâliki’l-Emsâr, Dâru’l-Kutubi’lİlmiyye, Beyrut 2010, c. VIII, s. 265.
ÜMMETİN KALBİNE SAPLANAN KİN ve HASET HASTALIĞI
Özlenen Rehber Dergisi 164. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.