Özlenen Rehber Dergisi

164.Sayı

ESBÂB-I NÜZUL ve ÖNEMİ

Mustafa Furkan Özlenen Rehber Dergisi 164. Sayı
1. Esbâb-ı Nüzulün
Tanımı ve Önemi:
Esbâb, sebep kelimesinin çoğulu olup, vesileler ve vasıtalar anlamına gelir. Ayrıca arzu edilen amaca ulaştıran her şeye ’sebep’ denilmektedir.
’Nüzul’ kelimesi ise, ( ) fiilinden mastardır. Yukarıdan aşağıya inmek veya iniş manasını ifade etmektedir. Aynı kökten türemiş olan ’inzâl’ ve ’tenzîl’ mastarları da indirmek manasına gelir.
Esbâbu’n-nüzul, ’esbâb’ ve ’nüzul’ kelimelerinden meydana gelmiş Arapça bir izafet terkibidir. ’NüzuI sebepleri’ anlamına gelen bu tabir, Hz. Peygamber’in risalet döneminde vuku bulan ve Kur’an’ın bir veya birkaç ayetinin yahut bir süresinin inmesine yol açan olayı, durumu ya da soruyu ifade etmek üzere kullanılır.
Kelamullah olan Kur’an’ın bazı ayetlerinin anlaşılması için esbâb-ı nüzule ihtiyaç vardır. Zira bir kelamın mütekellime bakan ciheti olduğu gibi, muhataba bakan yönleri de vardır. Bir kelamın muradını ve maksadını daha iyi anlayabilmek için muhatabın ahvalini nazara almak lazımdır.
Kur’an-ı Kerim’in diğer kutsal kitaplardan önemli bir farkı da parça parça (müneccemen) nüzul ortamında cereyan eden hadiselerle alakalı olarak muktezayı hâle göre inmesidir. Bir ayette bu husustan şu şekilde bahsedilir:
’İnkâr edenler, ’Kur’an ona bir defada toptan indirilseydi ya!’ dediler. Biz, Kur’an’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik ve onu ağır ağır okuduk.’
Bunun manası: İnsan, Kur’an-ı Kerim’i vakıası (somut hayat tecrübesi) içinde anlasın, hem de unutmayacak şekilde ezberlesin, demektir. Bu durumda vakıa, ayetleri yüklenip götürür, hafızayı korur.
Kur’an-ı Kerim’in bütün ayetleri muayyen ve müşahhas sebeplere bağlı olarak inmemiştir. Alimler sadece 500 kadar ayetin bu şekilde iniş sebeplerinin bulunduğunu tespit etmişlerdir. Bu itibarla bunların dışında kalan ve önemli bir kısmı geçmiş peygamberlerin kıssaları ile ahirete dair haberlerden oluşan çok sayıdaki ayetin iniş sebeplerini herhangi bir dış olayda değil doğrudan doğruya bu âyetlerin kendi muhteva ve mânalarında aramak gerekir.
Buna göre ayetlerin büyük bir kısmı özel bir olaya, konuya, dolayısıyla belirli bir sebebe bağlı olarak inmeyip genellikle insanları muhtaç oldukları hususlarda bilgilendirmek, eğitmek, aydınlatmak, yönlendirmek veya uyarmak maksadıyla vahyedilmiştir. Böylece aslında Kur’an’ın herhangi bir ayetinin sebepsiz ve hikmetsiz şekilde indiği düşünülemezse de Esbâb-ı nüzul tabiri özellikle belirli bir sebebe bağlı olarak inmiş bulunan ayetler için kullanılır.
2. Esbâb-ı Nüzulün Çeşitleri ve Örnekleri:
Esbâb-ı nüzulün bir kısmı, bazen unutulmuş ve terkedilmiş bir düşmanlık, fitne ve kavganın yeniden körüklenmesiyle ortaya çıkıyordu. Buna Yahudilerin sinsi davranışları sonucu Evs ve Hazrec kabilelerine mensup iki ayrı grubun başlatmış olduğu ihtilaf ve çekişmeleri örnek gösterebiliriz. Bilindiği gibi başlangıçta basit bir tartışma şeklinde başlayan bu ihtilaflar, ’Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız imanınızdan sonra sizi yeniden inkarcılığa sevk ederler.’ ayetinin inmesine sebep olmuştu.
Bazen de bu olaylar, din ve ibadet konularında yapılan bir hatanın düzeltilmesi şeklinde cereyan ediyordu. İslamiyet’in ilk yıllarında henüz içki yasaklanmadan vuku bulan bir hadisenin, ’Ey inananlar sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar namaza yaklaşmayın ...’ ayetinin inmesine sebep olması gibi.
Söz konusu olaylar, bu iki hususun dışında bazen de birtakım temenni ve istekler sonucunda ortaya çıkmaktaydı. Mesela, Hz. Ömer’in farklı zamanlarda yapmış olduğu dua ve temenniler üzerine bazı ayetlerin nazil olduğunu biliyoruz. Konuyla ilgili olarak yapılan nakilde Hz. Ömer’in şöyle dediği rivayet edilmektedir: ’Rabbime üç (şey)de muvafakat ettim.
(Birincisi:) ’Yâ Rasûlallah! İbrahim’in makamından bir namazgah edinsek!’ dedim. Akabinde: ’İbrahim’in makamından bir namazgah edinin!’ (âyeti) indi.
(İkincisi:) Hicâb âyeti. ’Yâ Rasûlallah! Hanımlarına perde (arkasına geç)melerini emretsen, zira sâlih ve facir (fasık) kimseler onlarla konuşabiliyor!’ dedim. Akabinde hicap âyeti indi.
(Üçüncüsü:) Nebi (s.a.v.)’in hanımları, O’nu kıskanma hususunda birleşti. Bunun üzerine onlara: ’Şayet (Rasûlullah) sizi boşarsa, umulur ki Rabbi ona (sizin) yerinize sizden daha hayırlı eşler verir.’ dedim. Bunun üzerine bu âyet indi.
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi Kur’ân’ın bir kısım ayetleri de Hz. Peygamber’e sorulan bazı sorular üzerine iniyordu. Tefsircilerin beyanına göre bu tür sorulara cevap vermek üzere nazil olan ayetler genellikle ( ) ’Sana soruyorlar’ şeklinde bir ifade ile başlamaktadır. Müfessir er-Razi (ö. 606/1210) bu çeşit ifadelerin Kur’an’da on dört ayetin başında yer aldığını zikreder.
Hz. Peygamber’e yöneltilen sualler umumiyetle Ashab’a ait olmakla birlikte, bazen Ehl-i Kitab’ın da soru sorduğu oluyordu. Tabiatıyla Sahabeler kendilerine farz kılınan amellerin keyfiyetlerini öğrenmek maksadıyla soruyorlardı. Mesela:
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) bize hutbe irat etti ve: ’Ey insanlar! Allah üzerinize haccı farz kılmıştır. Binâenaleyh haccedin!’ buyurdu. Bunun üzerine bir adam: ’Her sene mi yâ Rasûlallah?’ dedi. (Rasûlullah) sükût etti. Hatta o zat bu (sözü)nü üç defa söyledi. Nihayet Rasûlullah (s.a.v.): ’Evet desem (her sene) vacip olur ve siz de buna güç yetiremezsiniz.’ buyurdu. Sonra şöyle buyurdu: ’Sizler, sizi bırakıp (teklif etmediğim) sürece beni (kendi hâlime) bırakınız! Sizden önceki (ümmet)ler ancak çok soru sormaları ve peygamberlerine karşı muhalefetleri sebebiyle helak oldular. (Şu halde) ben sizlere bir şey em­rettiğim zaman gücünüzün yettiği kadar onu yerine getiriniz. Sizi bir şeyden nehyettiğim zaman ise, onu derhal bırakın!’ İşte bunun üzerine, ’Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın. Eğer Kur’an indirilirken onları sorarsanız size açıklanır. (Açıklanmadığına göre) Allah onları affetmiştir. Allah çok bağışlayıcıdır.’ ayeti indirildi.
Elbette ki, Ehl-i Kitab’ın soru sormadaki maksatları farklıydı. Onlar bazen Hz. Peygamber’le alay etmek, bazen onu zor durumda bırakmak, bazen de, Müslümanların kafalarını karıştırmak amacıyla soru soruyorlardı. Bu hususa örnek olarak da şu rivayeti zikredebiliriz.
Abdullâh b. Mes’ûd (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Ben Nebi (s.a.v.) ile Medine harabelerinde yürüyordum. O (s.a.v.) de yanındaki hurma dalından bir asaya dayanır bir haldeydi. Derken bir grup Yahudi’ye rastladı. Birbirlerine: ’O’na ruh hakkında sorun!’ dedi(ler). Bir kısmı: ’O’na sormayın, belki o hususta hoşlanmayacağınız bir şey söyler.’ dedi. Bir kısmı ise: ’Mutlaka ona soralım!’ dedi. Bunun üzerine onlardan bir adam kal­ktı ve: ’Yâ Ebe’l-Kâsım, ruh nedir?’ dedi. (Rasûlullah) sükut etti. (İçimden): ’Muhakkak ki O’na vahiy geliyor!’ dedim ve (yanından) kalktım. (Vahiy hali ondan) sıyrılınca: ’Sana ruh hakkında soruyorlar. ’Ruh, Rabbimin emrindendir (O’nun bileceği bir şeydir). Onlara ilimden ancak az bir şey verilmiştir.’ de.’ (âyetini) söyledi.
Burada şunu da ifade edelim ki, Hz. Peygamber’ e sorulan soruların bir kısmı geçmişe, bir kısmı geleceğe, bir kısmı da Rasûlullah’ın yaşadığı döneme aitti. Söz konusu sebeplerden dolayı inen ayetler ya meydana gelen sebebin hemen akabinde ya da bazı hikmetlerden dolayı bir müddet sonra nazil oluyordu. Mesela, Rasûlullah (s.a.v.)’e ruh, Ashab-ı Kehf, ve Zü’l-Karneyn hakkında soru sorulduğu zaman, ’inşallah’ demeden: ’Yarın cevap vereyim’ dediği için vahiy bir süre gecikmişti. Bu hadise üzerine Allah Teâlâ, Hz. Peygamber ve onun şahsında bütün Müslümanlar için bir uyarı niteliğinde olan ve kendilerine bir işi Allah’ın dilemesine havale etmeyi öğreten şu ayetleri indirmişti: ’Hiçbir şey hakkında sakın ’muhakkak ki ben yarın şunu yapacağım’ deme! Ancak, ’Allah dilerse (yapacağım)’ de. Unuttuğun zaman Rabbini an ve ’Umarım Rabbim beni, bundan daha doğru olana ulaştırır’ de.’
Bazen de Hz. Peygamber’in bazı sahabelerle yaşadığı bir olay üzerine, Hz. Peygamber’in şahsında bütün Müslümanlara nasıl davranılması gerektiğini öğreten ders mahiyetinde ayetler iniyordu. Bununla ilgili meşhur olan bir esbâb-ı nüzul rivayeti de şudur:
Âişe (r.anhâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: ’Abese ve tevellâ’ (Suresi), âmâ olan İbn-i Ümmü Mektûm hakkında indirildi. (İbn-i Ümmü Mektûm) Rasûlullah (s.a.v.)’e geldi ve: ’Yâ Rasûlallah! Beni irşat et.’ demeye başladı. (O sırada) Rasûlullah (s.a.v.)’in yanında müşriklerin kodamanlarından bir adam vardı. Rasûlullah (s.a.v.), ondan (İbn-i Ümmü Mektûm’dan) yüz çevirmeye ve ötekine yönelerek: ’Söylediklerimde bir sakınca görüyor musun?’ demeye başladı. (O) da: ’Hayır’ diyordu. İşte (bu sûre) bu (hadise) hakkında indirildi.
3. Esbâb-ı Nüzulü Bilmenin
Faydaları:
Kur’an’ı Kerim’in anlaşılması açısından esbâb-ı nüzûl bilgisinin bir çok faydaları vardır. Bu konuda Vâhidî: ’Bir âyetin iniş sebebini bilmeden, ayetin bahsettiği konuya vâkıf olmadan, o ayetin maksadını ve tefsirini bilmek mümkün değildir.’ der. Suyûtî de: ’Esbâb-ı nüzûl bilgisinin öğrenilmesinde birçok faydalar vardır. Ayetlerin iniş sebeplerini bilmede bir fayda yoktur diyen kimse hata etmiştir.’ der.
İbn-i Dakîk el-Îd ise: ’Sebeb-i nüzûlün beyanı, Kur’an’ın manalarını anlamada kuvvetli bir yoldur.’ diyerek ayetlerin iniş sebeplerini anlamada ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiştir. Kur’an’ı anlamada esbâb-ı nüzûl bilgisinin faydalarını söyle sıralayabiliriz:
1- Hükümlerin konulmalarına sebep olan hikmetleri bilmek.
Şüphesiz hikmeti bilmek, mü’mini hükümleri yerine getirmeye ve Allah’ın emrettiği şeylerle amel etmeye teşvik eder. Çünkü bu durumda mümin, söz konusu hükümlerin yerine getirilmesi neticesinde ortaya çıkacak yararları görmekte hiçbir güçlük çekmez. İşte o zaman da Allah’a olan imanı güçlenmiş olur.
2- Ayetlerin ihtiva ettikleri manalara vakıf olup müşkülleri halletmek.
Kur’an’da öyle ayetler vardır ki, onların manaları ancak nüzul sebepleri bilindiği takdirde anlaşılabilir. Eğer bu sebepler bilinmezse, o zaman ayetleri anlamada hata söz konusu olur. Mesela, ’Doğu da, batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın vechi (zatı) oradadır.’ ayeti zahiren insanın, istediği yöne doğru namaz kılabileceğini, ister seferi, ister mukim olsun, Kabe’ye doğru dönmesinin gerekli olmadığını ifade etmektedir. Ancak ayetin sefer halinde iken kılınan namazlar hakkında nazil olduğu öğrenilince o zaman ayetin zahiri anlamının kastedilmeyip, sefer esnasında namaz kılan veya kıbleyi tayin edemediği için kendi içtihadına göre namazını eda eden kimseye gösterilen kolaylık olduğu anlaşılmış olur.
3- ’Hasr’ şüphesini ortadan kaldırmak.
Bazı Kur’an ayetlerinden ilk bakışta ’hasr’ manası anlaşılabilir. Ancak nüzul sebepleri bilinince bu tür şüpheler ortadan kalkar ve hükmün sadece ayette zikredilen hususlardan ibaret olmadığı anlaşılmış olur. Mesela, ’Ey Rasulüm de ki: Bana vahyolunanlar içinde yiyen bir kimsenin yiyeceği arasında dediğiniz gibi haram edilmiş bir şey bulamıyorum. Yalnız haram olarak şunlar vardır: Ölü, yahut akıtılan kan, yahut domuz eti ki o, şüphesiz bir pisliktir. Yahut Allah’tan başkası adına bir fısk olarak boğazlanan. Bununla beraber her kim bunlarda çaresiz kalırsa, haddi aşmamak üzere yiyebilir.’ ayetinde haram olarak dört husus zikredilmiştir. Halbuki bunların dışında haram olan başka yiyecek ve içecekler de vardır. Diğer bir ifade ile ayette haram sayılan yiyeceklerin dört hususa hasredilmiş olması, onlardan başka haram yiyeceklerin bulunmadığını göstermez. Nitekim eş-Şâfiî (ö. 204/819) de bu konuda şunları söylemiştir: ’Kafirler, Allah’ın helal kıldığını haram, haram kıldığını da helal saymakla zıt yönde hareket etmişlerdir. Bu ayet onların maksatlarının tersini ortaya koymak için indirilmiştir. Yani Allah onlara: ’Helal ancak sizin haram saydıklarınız, haram ise helal kabul ettiklerinizdir’ demek istemiştir. Yoksa Allah Teâlâ yalnız bu dört hususu haram saymakla, bunların dışındakilerin helal olduğunu kastetmiş değildir. Esasen burada kastedilen helalin değil, haramın ispatıdır.’
4- Hakkında ayet inen kimsenin isminin bilinmesiyle ayetin kimin hakkında indiğini tespit etmek.
Eğer nüzul sebebi bilinmezse ayette müphem olarak bırakılan kimsenin tayininde hata yapılabilir. Yûsuf b. Mâhek’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Mervân (b. el-Hakem), Hicaz’ın başında (vali) idi. Onu Muaviye tayin etmişti. (Muaviye’den aldığı bir mektup üzerine bir gün) hutbe irat etti ve babasından sonra kendisine biat edilmesi için Muaviye’nin oğlu Yezid’i anmaya (onun propagandasını yapmaya) başladı. Bu­nun üzerine Ebû Bekr’in oğlu Abdurrahmân, ona bir şey dedi. (O da adamlarına): ’Onu yakalayın.’ dedi. (Abdurrahman da) Âişe’nin evine girdi. (Adamları, Âişe’ye hürmeten) onu (dışarı çıkarmaya ve yakalamaya) muktedir olamadılar. Mervân: ’Muhakkak ki bu (Abdurrahmân), Allah’ın kendisi hakkında: ’Anne ve babasına, ’Öf size! Benden önce nice nesiller gelip geçmiş iken, beni tekrar diriltilecek olmakla mı tehdit ediyorsunuz?...’ (âyetini) indirdiği kimsedir.’ dedi. Bunun üzerine Âişe, perde arkasından (Mervân’a): ’Allah bizim hakkımızda (yani Ebû Bekr hanedanı hakkında) Kur’ân’da hiçbir şey (ayet) in­dirmedi. Muhakkak ki Allah sadece benim beratımı (bildiren Nûr Suresi’nin âyetlerini) indirdi.’ dedi.
5- Kur’an’ın ezberlenmesini ve anlaşılmasını kolaylaştırmak.
Zira nüzul sebeplerini bilmek, ayeti işiten kimse için vahyi tespitte ve anlayışta kolaylık sağlar. Çünkü sebeplerin sonuçlara, hükümlerin olaylara, olayların da şahıslara zaman ve mekanlara bağlanması, eşyanın zihinde yer etmesi ve gerektiğinde kolayca hatırlanabilmesi için birer sebeptir.
6- Asr-ı Saadet’te meydana gelen bazı olayların mahiyetini öğrenmek.
İfk hadisesinde olduğu gibi.
Buraya kadar sıraladığımız hususlar gösteriyor ki, Esbâbu’n-nüzulü bilmek, Kur’ân’ın anlaşılmasında bir takım olumlu sonuçların ortaya çıkmasına vesile olmaktadır.
Bununla birlikte Kur’an’ın çoğunluğunu teşkil eden peygamber kıssaları ve ahiret gününe dair haberleri konu edinen ayetlerin iniş zamanını bilmek mutlaka şart değildir. İnsan, her ayete bir sebeb-i nüzûl arama çabası içerisine girmemeli, iniş sebebine bağlı yorumlara sıkışıp kalmamalıdır.
4. Esbâb-ı Nüzulün Önemli Bazı Hususiyetleri:
1- Esbâb-ı nüzul rivayetleri hakkında alimlerin çoğunun ittifakına göre ’Sebebin hususiliği, lafzın umumiliği ilkesi’ vardır. Bu görüşü savunanlara göre mesela, ’Eşlerine zina isnadında bulunup da kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince, onların her birinin şahitliği, kendisinin doğru söyleyenlerden olduğuna dair dört defa Allah adına yemin ederek şahitlik etmesi, beşinci defa da eğer yalan söyleyenlerden ise Allah’ın lanetinin kendi üzerine olmasını dilemesidir.’ ayetleri her ne kadar Hilâl b. Ümeyye hakkında nazil olmuş ise de, lafız itibariyle genele hitap etmeleri, hükümlerinin karısına zina isnadında bulunan her insan için geçerli olduğunu göstermektedir. Aynı şekilde zıhar ayetleri de her ne kadar ashaptan Evs b. Sâbit’in, karısı Havle’ye zıhar yapması sonucu nazil olmuş ise de, mana itibariyle umumi olduğu için hükmü, aynı durumda olan herkese şamildir.
2- Esbâb-ı nüzul rivayetleri Kur’an’ın Hz. Peygamber’e vahyolunduğu süreçte yani Hz. Peygamber’in risaletinin başladığı ve bittiği zaman diliminde vaki olmuştur. Ca’beri’ye göre Kur’an iki şekilde inmiştir:
- Başlı başına inen kısım.
- Bir olay veya sorunun peşinden inen kısım.
Bu nedenle sebeb-i nüzul, Kur’an’ın hakkında indiği olayın meydana geldiği veya sorunun sorulduğu an ve durumla ilgili bilgidir. Sebeb-i nüzul bilgisinde yapılan bir yanlışlık, bu ilmin sınırlarını genişletip, geçmiş olaylarla ilgili haberleri de bunun içerisine sokmaktır. Vâhidî’nin Fîl Suresi tefsirinde yaptığı böyle bir yanlıştan uzak kalmak için Suyûtî ve diğer sebeb-i nüzul yazarları, sebeb-i nüzulü tarif ederken; ’olayın olduğu günlerde inen ayet’ kaydını eklemektedirler. Vâhidî’ye göre Fîl suresinin iniş sebebi, Habeşlilerin Mekke’ye gelme olayıdır. Halbuki bunlar nüzul sebebi sayılmayıp Nuh, Ad, Semud kavimlerinden, Kabe’nin inşasından ve benzerinden söz eden kıssalar kabilindendir ve bu geçmiş olayları anlatma konusuna girmektedir. Yine Vâhidî: ’Allah, İbrahim’i dost edinmiştir’ ayetinde, O’nun dost edinme sebebini sebeb-i nüzul sanmıştır. Oysa açıktır ki, bu, Kur’an’ın nüzul sebebi konusuna girmemektedir.
3- Nüzül sebeplerine dair rivayetlerin muteber sayılabilmesi için bunların muttasıl bir senetle Hz. Peygamber’e isnat edilmesi gerekir. (merfû’ hadis) Bu da söz konusu haberin ya doğrudan doğruya Sahabilerden veya onlardan bizzat duyma ve işitme (sema) yoluyla haberi alan Tabiîlerden rivayet edilmesiyle gerçekleşir. Eğer bir ayetin nüzulüne şahit olan Sahabi olayı anlatırken kaynak olarak kendini göstermişse bu haber kabul edilir. Rivayet Tabiîn vasıtasıyla geliyor ve bir Sahabi’ye nispet ediliyorsa bu da sahih sayılır. Ayrıca sebeb-i nüzule ait bir haberin senedinde onu rivayet eden Sahabi’nin ismi zikredilmemişse, mürsel hadis diye adlandırılan bu rivayetin muteber sayılabilmesi için bunun ya Mücâhid b. Cebr, İkrime, Saîd b. Cübeyr gibi Sahabe’den hadis rivayet etmekle tanınan müfessir imamlardan birinin rivayeti olması veya başka bir mürsel rivayetle takviye edilmesi gerekir.
4- Bazen bir ayet hakkında birden fazla sebeb-i nüzul bulunabilir. Nüzul sebebi birden fazla olduğunda, ya hiçbir rivayet açık değildir veya hepsi de açık ifadelidir ya da bir kısmı açık olup diğer kısmı kapalı ifadelidir. Böyle durumlarda izlenecek yol şu şekildedir:
a. Eğer hiçbir rivayet, sebeplilik konusunda açık değilse, o zaman bir problem yoktur. Çünkü hepsi de tefsir konusuna ve ayetin şümulü meselesine girmektedir.
b. Eğer bir kısmı açık diğer kısmı kapalı ifadeli ise, açık ifadeliye itimat edilir.
c. Eğer hepsi de açık ifadeli ise, o zaman ya teki sahihtir veya hepsi de sahihtir. Eğer yalnız birisi sahihse, sahihe dayanılır.
d. Eğer hepsi de sahih ise, mümkün olursa tercihe gidilir.
e. Tercih mümkün olmazsa tüm rivayetler birleştirilir.
f. Birleştirmek de mümkün olmazsa, o zaman aynı ayetin birden fazla kere indiği varsayılır.
5- Bir ayetin ne zaman, nerede, hangi şartlar içinde ve hangi olayla ilgili olarak indirildiğini bilmek ayetin ilahi maksada uygun şekilde yorumlanması, fıkhî hükümlerin çıkarılması, teşri’ hikmetinin kavranması, mübhematın, ayet ve süreler arasındaki tenasübün bilinmesi, ayette hasr veya tahsis bulunup bulunmadığının anlaşılması bakımından önem arz eder. Bundan dolayı konuya ilk dönemlerden itibaren ilgi gösterilmiş, hatta Sahabe’nin ve onlardan sonra gelen ilk nesillerin Kur’an’ı özellikle esbâb-ı nüzuI ile tefsir etmeleri sebebiyle bazı alimler tefsir ilminin başlangıçta esbâb-ı nüzul bilmekten ibaret olduğunu söylemişlerdir.
Bununla birlikte bu özel durum ve sebebin de Kur’ân-ı Kerim’in bütünlüğü ve genel ilkeleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Ayetleri esbâb-ı nüzul kabul edilen özel olay ve tarihi şartlarla sınırlı olarak ele almanın ilahi mesajı genel ve ebedi maksatlarından uzaklaştıracağı, yorum zenginliğine engel olacağı da şüphesizdir.
5- Esbâb-ı Nüzul İle İlgili Eserler:
İslam alimleri esbâb-ı nüzul konusunda hicrî II. (VIII.) yüzyıldan itibaren müstakil eserler yazmaya başlamışlardır. Bunlar arasında günümüze kadar intikal eden eserlerden bazıları şunlardır:
Klasik Dönem Arapça Eserler
- İbn-i Şihâb ez-Zührî, Tenzîlâtü’l-Kur’ân (nşr. Selahaddin el-Müneccid, Beyrut 1963)
- Vâhidî, Esbâbü’n-Nüzûl (Kahire, ts.)
- İbn-i Teymiyye, et-Tibyân Fî Nüzûli’l-Kur’ân (Kahire 1323)
- Ca’berî, Kitâbü Esbâbi’n-Nüzûl (Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 654/3)
- Ahmed b. Ali el-Hanefî, Sebebü’n-Nüzûl Fî Teblîği’r-Rasûl (Süleymaniye K.Hüsrev Paşa, 26)
- Süyûtî, Lübâbü’n-Nukûl Fî Esbâbi’n-Nüzûl (Dımaşk, Tunus 1984)
- Sadreddîn eş-Şirâzî, Şe’nü Nüzûli’l-Âyâti’l-Kur’an (Tahran 1334)
Son Dönem Arapça Eserler
- Dr. İsam Abdulmuhsin el-Humeydan, Esbâb-ı Nüzûl ve Eseruhâ Fi’t-Tefsîr.
- Dr. Cuma Sehl, Esbâbu’n-Nüzûl Ve Eseruhâ Fî Tefsîri’l-Kur’âni’l-Kerîm.
- İmâdüddîn Muhammed Reşid, Esbâbü’n-Nüzûl ve Eseruhâ Fî Beyâni’n-Nusûs, (Dirâse Mukârene Beyne Usûli’t-Tefsîr Ve Usûli’l-Fıkh)
- Ebû Ömer Nadi b. Mahmûd Hasan Ezherî, el-Makbul Min Esbâbi’n-Nüzûl, Kahire 1997.
- İbrâhim Muhammed Ali, Sahîhu Esbâbi’n-Nüzûl, Dirâse Hadîsiyye, Dımeşk, Dârü’l-Kalem.
- Hâlid Abdurrahman el-Ak, Teshîlü’l-Vüsûl İlâ Ma’rifeti Esbâbi’n-Nüzûl
- Bessam Cemel, Esbâbü’n-Nüzûl, Beyrut 2005.
Türkçe Eserler
- Abdurrahman Elmalı, Fahreddin er-Râzî’de Esbâb-ı Nüzûl Değerlendirmesi, Şanlıurfa: Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı, 1998.
- Bedreddin Çetiner, Fatiha’dan Nâs’a Esbâb-ı Nüzûl (Kur’an Ayetlerinin İniş Sebebi), İstanbul, Çağrı Yayınları 2002.
- Hasan Tahsin Emiroğlu, Esbâb-ı Nüzûl, Konya 1983.
- Ahmed Nedim Serinsu, Kur’an’ın Anlaşılmasında Esbâb-ı Nüzûl’ün Rolü, Şule Yay. 1994.
- Ahmet Nedim Serinsu, Sa’lebe Kıssası (Esbâb-ı Nüzûl’e Yeni Bir Yaklaşım), Şule Yayınları.
- Ahmet Nedim Serinsu, Tarihsellik ve Esbâb-ı Nüzûl, Şule Yayınları.
- Yakup Bıyıkoğlu, Şevkani’nin Fethu’l-Kadir’inde Esbâb-ı Nüzûl ve Kur’ân’ın Anlaşılması (Ayetlerin İniş Sebepleri), Rağbet Yayınları.
Y.Lisans Tezleri
-Recep Çetintaş, Tefsirde Esbâb-ı Nüzûl Problemi, 1999, Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tez danışmanı: Prof. Dr. M. Zeki Duman.
- Muhammed b. Es’ad Iraki, Esbâbü’n-Nüzûl Ve’l-Kasasü’l-Furkâniyye, Dirase ve Tahkik: İsam Ahmed Ahmed Ganim, Riyad 2007, Matbu tez (Master).
- Merve Dilek Yolcu, İbn Kesir Tefsirinde Esbâb-ı Nüzûl, Atatürk Ünv. Dr. Tezleri.
- Halid b. Süleyman el-Müzenî, el-Muharrir Fî Esbâbi Nüzûli’l-Kur’an (Min Hilâli Kütübi’t-Tis’a), Riyad 1429.

Dipnotlar

1 DEMİRCİ Muhsin, ’Esbâb-ı Nüzûl’, DİA, (Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi), TDV Yayınları, Ankara 1995, c. XI, s. 360.
2 el-Furkan, 25/32
3 HANEFİ Hasan, ’Mâzâ Ta’nî Esbâbu’n-Nüzûl’, Çev. A. Nedim SERİNSU, Ankara İlahiyat Fak. Dergisi, s. 227.
4 DEMİRCİ Muhsin, ’Esbâb-ı Nüzûl’, DİA, c. XI, s. 360.
5 DEMİRCİ Muhsin, ’Esbabü’n-Nüzul’ün Kur’an Tefsirindeki Yeri’ Marmara Ü., İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 11, s. 9-10
6 el- Âl-i İmrân, 3/100.
7 en-Nisâ, 4/43.
8 el-Bakara, 2/125.
9 el-Ahzâb, 33/53 ya da 59.
10 et-Tahrîm, 66/5.
11 Buhârî, Salât, 32.
12 Müslim, Hac, 73.
13 el- Mâide, 5/101.
14 el-İsrâ, 17/85.
15 Buhârî, İlm, 47.
16 el-Kehf, 18/23-24.
17 Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 73.
18 YOLCU Dilek, ’İbn-i Kesir Tefsirinin Esbab-ı Nüzul açısından Değerlendirilmesi’, Atatürk Ü. Erzurum 2010, Y.Lisans Tezi, s. 3.
19 VAHİDÎ, Ebu’l Hasan Ali b. Ahmed, Esbâbu’n-Nüzûl, Dârubni Kesîr, Beyrut 1988, s. 7.
20 SUYUTÎ, Celâleddîn Abdurrahman, el-İtkân Fî Ulûmi’l-Kur’ân, Kahire 1991, c. I, s. 28.
21 BIYIKOĞLU, Esbab-ı Nüzûl ve Kur’an’ın Anlasılması, s.28.
22 el-Bakara, 2/115.
23 el-En’âm, 6/145.
24 el-Ahkâf, 46/17.
25 Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, Ahkâf Suresi/46/1.
26 DEMİRCİ Muhsin, ’Esbabü’n-Nüzul’ün Kur’an Tefsirindeki Yeri’, s. 19-20.
27 YOLCU Dilek, a.g.e., s. 4.
28 en-Nûr, 24/6-7.
29 Bkz., el-Mücâdele, 58/1-3.
30 en-Nisâ, 4-125.
31 Mennau’l-Kattân, ’Esbâbu’n-Nüzul’, Çev. Erdoğan PAZARBAŞI, İbrahim GÖRENER, Erciyes Ünv. İlahiyat Fak. Dergisi, KAYSERİ 2001, s. 155.
32 DEMİRCİ Muhsin, ’Esbâb-ı Nüzûl’, DİA, c. XI, s.360.
33 Mennau’l-Kattân, a.g.e.., s. 166.
34 DEMİRCİ Muhsin, ’Esbâb-ı Nüzûl’, DİA, c. XI, s.360.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.