Özlenen Rehber Dergisi

164.Sayı

5.HİKMET (HİKEM-İ ATÂİYYE’DEN İNCİLER)

İbrahim Özdoğan Özlenen Rehber Dergisi 164. Sayı
اِجْتِهَادُكَ فِيمَا ضُمِنَ لَكَ وَتَقْصِيرُكَ فِيمَا طُلِبَ مِنْكَ دَلِيلٌ عَلٰى انْطِمَاسِ الْبَصِيرَةِ مِنْكَ

’Sana verileceği garanti edilen (rızık) için gayretle çalışman, senden istenilen (kulluk)ta ise kusurlu davranman, basiret (kalp gözünün) nurunun söndüğüne delildir.’

5.HİKMET
İçtihat, bir şeye çalışmak, tüm çabayı ve gücü o şeyin talebi uğrunda harcamak demektir.
Taksir, kusurlu davranmak, eksik yapmak ve zayi etmektir.

Basiret, kalp gözü demektir. Basiret sadece manaları, göz ise sadece duyularla algılanan şeyleri görür. Basiret inceyi, basar (baş gözü) kabayı, basiret eskiyi, basar yeniyi, basiret Yaratıcıyı, basar ise yaratılmışları görür.

Allah (c.c.) bir kulun basiretini açmayı irade ettiği zaman o kulu, zahirde hizmetiyle batında muhabbetiyle meşgul eder. Batında muhabbet, zahirde hizmet her büyüdüğünde basiret nuru daha da kuvvetlenir. Ta ki bu nur gözü ele geçirir ve göz nuru basiret nurunda kaybolur. Artık göz sadece basiretin gördüğü ince manaları ve farklı nurları görür.

Allah (c.c.) bir kulu yardımsız bırakmayı irade ettiği zaman o kulu, zahirde yaratılmışlara hizmetle, batında onlara muhabbetle meşgul eder. Kul böylece devam eder, ta basiret nuru yok olur. Gözünün nuru basiret nurunu ele geçirir ve göz manayı bırakıp sadece duyularla algılanan şeyleri görür ve sadece onlara hizmet eder. Hal böyle olunca bu kul, kullar arasında paylaştırılmış olan rızıktan kendisi için zaten güvence altında olan rızık uğruna çalışır. Kendisine kesin olarak farz kılınmış ibadetlerde ise kusurlu davranır. Bu hususlarda aşırıya gitmek, yani çalışmanın yerini tamamen bu işe ayrılmanın alması, kusurlu davranmanın yerini de tamamen terk etmenin almasa yok olma değil körlüktür ki bu küfürdür. Çünkü dünya, Talut’un nehri gibidir. O nehirden ancak hiç içmeyen ya da bir avuç avuçlayan kurtulur, susuzluğu gidecek kadar içen değil.

Kul için güvence altına alınıp garantilenen şey, kendisiyle dünyada bulunmaya devam edebildiği ve kendisi için meydana gelecek olan rızkıdır. Bu rızkın güvence altına alınmış olmasının manası Allah’ın (c.c.) bu rızkı üstlenmiş olması, kulların da rızık endişesini bırakmalarıdır. Kullardan rızık için çalışıp buna ihtimam göstermeleri istenmemiştir. Kuldan asıl istenen şey kendisiyle ahiret saadetine ve Allah’a (c.c.) yakınlığa ulaşacağı itaat ve ibadet amelleridir. Bu amellerin kuldan istenmiş olmasının manası ise rızkın, kulun o ameli kazanması, onun için çalışması, şartları, sebepleri ve vakitlerini gözetmesine bağlı olmasıdır. İşte böylece Allah’ın (c.c.) sünneti kulları hakkında cereyan eder. Kulu için rızkı garantilemiş olması hakkında şöyle buyurdu: ’Nice canlılar vardır ki, rızıklarını taşımazlar (yiyecek biriktirmezler). Onları da sizi de Allah rızıklandırır.’1 Kulundan amel talep etmesi hakkında ise: ’İnsan için ancak çalıştığı vardır.’2 buyurmuştur.
Her kim kendisinden istenen uğrunda çalışıp kendisi için güvence altına alınan hakkında kalbini boşaltırsa basireti açılır, Hak nuru kalbinde parlar. Kim de tam tersini yapar da kendisinden isteneni bırakıp güvence altında olanla kalbini doldurursa basireti mahvolur, kalp gözü kör olur.

Rasûlullah (s.a.v.) bu hususta şöyle buyurmuştur:
’Her kim, (kendini ağyardan koparıp) Allah’a tahsis ederse; Allah her ihtiyaç(ı, rızkı) için ona kâfi gelir ve onu ummadığı yerden rızıklandırır. Her kim de (Allah’ı bırakıp kendini) dünyaya tahsis ederse, Allah onu (dünyanın elin)e terk eder.’3
’Ey insanlar! Allah’tan korkun ve (rızkınızı) aramakta itidalli davranın (ifrat ve tefritten sakının). Zira hiç bir canlı, gecikse bile rızkını tamamen almadıkça asla ölmeyecektir. Şu halde Allah’tan korkun ve (rızkınızı) aramakta güzel (itidalli) davranın. Helal olanı alın ve haram olanı bırakın.’4

’Her kim insanları gücendirmek pahasına Allah’ın rızasını talep ederse, Allah insanların (eziyet) yüküne karşı ona yeter. Her kim de Allah’ı gazaba getirme pahasına insanların rızasını talep ederse Allah onu insanlar(ın eziyet ve zulmün)e terk eder.’5

Rivayet edildiğine göre İbn-i Mes’ûd (r.a.) şöyle demiştir: ’Rıza, Allah’ın hoşnutsuzluğu pahasına insanları razı etmemen, Allah’ın (verdiği) rızka karşılık hiçbir kimseyi övmemen ve Allah’ın sana vermediği şeyden dolayı hiçbir kimseyi ayıplamamandır. Zira rızkı, hiçbir hırslı kimsenin hırsı sevk etmez ve hiçbir hoşlanmayanın hoşlanmayışı onu geri çevirmez. Allah adaletiyle ve hakkaniyetiyle rahatlık ve ferahlığı yakîn ve (kaza kadere) rıza’da kıldı. (Gelecekten dolayı) keder ve (geçmişten dolayı) hüznü de şüphe ve (kaza kadere) razı olmamakta kıldı.’6

Rızık endişesine düşmemekle maksat, rızkı elde etmek için hiç çalışmamak değil, rızık için çalışırken ya da rızık için çalışma esnasında ibadetler ve amellerde kusur etmemektir. Yoksa ibadet ve itaatlerde kusur edilmeden helal rızık için çalışıp çabalamak hayır kazandıran bir ameldir. İşte bu ibadetlerde kusur etmeden rızık arama mefhumu şu ayette açıklanmıştır: ’O, yeryüzünü sizin ayaklarınızın altına serendir. Haydi onun üzerinde yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin. Dönüş ancak O’nadır.’7

et-Tenvîr Fî İskâti’t-Tedbîr isimli kitapta ’Ailene namazı emret ve kendin de ona devam et. Senden rızık istemiyoruz. Sana da bir rızık veriyoruz. Güzel sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlardır.’8 ayeti hakkında şöyle denmiştir: ’Ayette kastedilen mana: ’Bana hizmet et. Biz senin için rızkı ayırıyoruz.’ şeklindedir.’ Hem Allah (c.c.) inkar eden kafirleri rızıklandırırken müminleri rızıklandırmaz mı?

Kişinin dünyadaki payı güvence altındadır. Ondan istenen ahirettir, ahiret için amel etmektir. Hûd Suresinin 6. ayetinde belirtildiği üzere rızık, bağış ve ihsan suretiyle Cenâb-ı Hakk’ın kefaletindedir. Kulluk ve amel etmek, var olmanın gereğidir. Zira ’İnsanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.’9 ve ’İnsan için ancak çalıştığı vardır.’10 buyrulmuştur. Virtlere, zikirlere, ibadete ve taate devam etmek insanın yaratılış sebebidir.

Kula lazım olan Hakk’a hizmet ve kulluk etmek, Hakk’a düşen de karşılığını verip yardım etmek olduğu halde, istenen vazifeyi bırakıp gerçek âmirin işlerine karışmak, lazım olanı bırakıp lüzumsuzla uğraşmak, basiret nurunun kaybolduğunu göstermez mi?

Basar (baş gözü) gözle görülenleri idrak ettiği gibi aklî ve manevî işleri de idrak eden kalp gözüdür. Onun nurunun kaybolması, Rab sırlarını müşahededen ve marifet nurlarını mükâşefeden mahrum kalmaktır. Buna sonsuza dek süren kalp körlüğü denir. Bu körlük, geçici olarak maddî halleri görmemekten ibaret olan göz körlüğüne kıyas olunamaz. Bu nedenle Kur’ân’da: ’Gerçekte gözler değil, göğüslerdeki kalpler (kalp gözleri) kör olur.’11 buyrulmuştur. Yani hakiki körlük, görme nimetinden mahrumluk değil, Hakk’ın isteği olan taati bırakmakla basiretin kapanmasıdır.

Hikmetin neticesi kulları geçinme sebeplerine yapışmada tembel davranmaya davet değildir. Onları Hak Teâlâ’ya ibadet etmeyi bırakıp da bütün vakitlerini geçim için harcamaktan alıkoymak, bu suretle gafleti gidermektir. Şu halde sıkıntı çekmek, Allah’ın (c.c.) emirlerinde kusur etmeksizin geçinme sebepleri istemek basiret körlüğüne delâlet etmez, şeriata aykırı gelmez, tarikata ters düşmez. Fakat belli olan rızıklarını elde edenlerin artık Hakk’ın kullarının kapısına varmaları gerekmez. Dünya işlerinde rızık için çabalayanlar, Hakk’ın rızasını kazanmaya da çalışsalar hem rızkı, hem Rezzak’ı elde ederek iki yönlü olsalar, daha fazla mutlu olmazlar mı?

Aşağıdaki kıssa buna güzel bir örnektir:
Bir gün Harun Reşid cariyeleri toplayarak hazinesinden en kıymetli mücevheri almalarını emretti. Bunlar mücevherleri paylaşırlarken cariyenin biri halifenin önünde durdu. Harun ona; ’Sen niçin beğendiğini almıyorsun?’ diye sordu. ’Benim beğendiğim ancak zatınızdır, ben de efendimizi aldım!’ diye cevap aldı. Böylece o cariye, halifenin gönlünü kazanıp has odasına girdi ve bütün hazineyi elde etmiş oldu.

Ne çare ki halihazırdaki dünyayı bırakıp geleceği (ahireti) kazanmaya çalışmak kısa görüşlüler için tabiat hükmüne aykırı görülür. Bu yüzden bazı ârifler: ’Ne olurdu, Cenâb-ı Hak bizim için ahireti kendi üzerine alıp bizden dünya için çalışmamızı isteseydi!’ diye temennide bulunmaktan çekinmemişlerdir.

Dipnotlar
1. el-Ankebût, 29/60.
2. en-Necm, 53/39.
3. Taberânî, Evsat, Dâru’l-Harameyn, Kahire 1995, h.no:3359, c. III, s. 346.
4. İbn-i Mâce, Ticârât, 2.
5. Tirmizî, Zühd, 64.
6. Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2000, Bâb:5, h.no:209, c. I, s. 222.
7. el-Mülk, 67/15.
8. Tâ-hâ, 20/132.
9. ez-Zâriyât, 51/56.
10. en-Necm, 53/39.
11. el-Hac, 22/46.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.