Allah’ın (c.c.), insanları hidayet yoluna yükselten yüce sıfatlarla şerefli kılması ilahi lütuflardandır. Bu kadarla sınırlı değil, aralarından en özellerini seçerek lütuf pınarından onlara yardım etmiştir. Onlar peygamberlerdir (a.s.). İlahi mesajı iletmek onların görevi olsun diye onlara vahiy indirmiştir. Peygamberlik ve Peygamberler zamanı bittiğinde Peygamberlerin varisleri zamanı başladı. Onlar da her zamanda bulunan salih kullardır.
Hidayet baştan sona kadar bulunsun diye hidayete erdirmeye vesile olan Peygamberlerin (a.s.) gönderilmesi insanın yaratılışıyla başlamıştır. Dolayısıyla ilk insan ilk peygamberdir.
Nur kıvılcımları gibi ilahi kudret feyzinden fışkıran, 120 bin kadar Peygamber (a.s.) boyunca süre gelen, birinin yerini diğerinin sürdürdüğü bu mübarek hidayet yolu, insan hayatının gelişimine paralel ve onu tamamlayıcı olarak gelmiştir. Birbirine ulaştırma yoluyla -ve her asrın özelliklerine ve muhataplarının seviyesine uygun olarak- devam ede gelen bu silsile, işin sonunda Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) gelişiyle beraber kemal ve zirve seviyesine ulaşmıştır.
Rasûlullah (s.a.v.), cismanî olarak son Peygamber olmasına rağmen Adem’den (a.s.) önce nuruyla zuhur etmiştir. Yani bu Peygamberlik kitabının ilk ve son sayfasını temsil eder. Bir başka deyişle Peygamberlik mesajı, Muhammedî nur ile başlamış, Muhammedî beden ile sona ulaşmıştır. Bundan dolayı Muhammed (s.a.v.) geliş zamanı bakımından son, yaratılış bakımından ilk peygamberdir.1
Bundan dolayı tüm mevcudatın yaratılmasının sebebi Muhammedî nurdur. Hak Teâlâ ’Habibullah’ lakabına layık olsun diye Muhammed (s.a.v.)’e numune bir hayatla hayat verdi. Rabbimiz Muhammed (s.a.v.)’i istisnaî ve özel olan hayatında zahirî ve bâtıni olarak en güzel bir şekilde terbiye ettikten2 sonra bir armağan, doğru yola iletici ve aydınlatıcı bir kandil kılmasıyla tüm insanlığa ikramda bulunmuştur.
Muhakkak Allah Teâlâ Nebiyy-i Kerim’in şahsiyetinde, insanlığın kendisine yaklaşıp uymaya çalıştığı beşerî yol için yüce ve üstün bir örnek kılmıştır. O tüm insanlık için ahlakta ve tasavvuf yolunda ’üsve-i hasene’ yani güzel bir örnektir. O tüm insanlığın kendisinde yürümeye güç yetireceği yolu çizdi ve o yolda yürüdü. Nebi (s.a.v.) hayatına en düşük noktadan başladı. Bu ise yetim bir çocuk olması itibariyle insanî acziyettir. O (s.a.v.) hayal etmesi mümkün olan tüm merhale, beşerî hayat durakları ve dönemeçlerine uğramıştır. Maddi olarak nüfuz, otorite, güç ve devlet başkanlığı vererek, manevi olarak da nübüvvet ve risalet vererek Allah O’nu (s.a.v.) maddi ve manevi en yüksek seviyeye ulaştırmıştır.
Allah Teâlâ her zamana, mekâna ve her insana uygun olan bu nebevî yolu muvaffak kılmıştır. Her insan, nebevî numuneyi örnek edinerek ve maddi manevi yardımı ondan alarak bu yolda yürümeye ve bu yolu sürdürmeye güç yetirebilir.
Muhakkak ki Allah, Rasûlü’nü (s.a.v.) yarattı, fiilleri, sözleri, hareketleri ve davranışlarında, hayatının tüm ayrıntılarında kendisine uyulacak bir örnek kıldı ve şöyle buyurdu: ’Andolsun, Allah’ın Rasûlü’nde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.’3 Bu, insanlığın ahlaki ve imani yolun kemaline, daha ince bir tabirle tasavvuf yolunun kemaline ulaşması içindir. Çünkü bu kemal, kulun gücü ve takatine göre ittiba etmesiyle başlar ve yolun sonunda ittibanın sağlamlığına ve örnek almanın hakikatine erişmek için artmaya başlar. Bu da Nebî (s.a.v.)’in muhabbeti ve sünnetine ittibanın miktarına göredir. Buradan hareketle biz ruhanî feyizlerin ve kesintisiz yüce tecellilerin inişine ehil oluruz. İşte bu da dünya ve ahiret şerefidir.
Allah Teâlâ kainatın iftiharı olan Efendimiz (s.a.v.)’i zahirî ve batınî olarak en üstün bir şekilde yarattı ve O’nu en güzel bir şekilde terbiye etti. Efendimiz (s.a.v.) bu ilahi terbiyeyi şöyle açıkladı:
’Muhakkak ki Allah beni edeplendirdi ve edebimi güzel eyledi. Sonra bana güzel ahlakları emretti ve: ’Af (yolun)u tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir.’4 buyurdu.’5
Bu kamil insan, doğumuyla alemi şereflendirmesinden itibaren çirkinlikler, kirler ve karanlıklarla dolu olan cahiliye toplumunda 40 (kırk) sene yaşadı. Ancak O (s.a.v.) daima ilahi koruma ve Rabbanî gözetim altında yetişiyordu. Hiçbir cahiliye alevinin ateşi O’na (s.a.v.)’e isabet etmedi. Hiçbir zaman O’na (s.a.v.)’e cahiliye zehirlerinin esintisi dokunmadı. Göğsü yarıldı ve hikmetle dolduruldu, sonra kalbi çıkarılıp, şeytanın payı ondan alındı. Sadr-ı şerif ve kalb-i şerifinde dünyevî müessirler için ne bir yer ne de bir eser kaldı. O kadar ki Rabbanî feyizler ve ilahi nurlar için bir sığınak, sekinet, iman, hikmet, şefkat ve merhamet için de bir yurt oldu.
Rasûlullah (s.a.v.), peygamberliğinden önce içeriği, temeli ve manası sadık tevhit olan bir hayat yaşadı. Özellikle de peygamberlik sorumluluğunun yaklaştığı vakitlerde. Allah’a (c.c.) halis bir kul olmak için kendini adadığı zaman bir müddet Nur dağına çekilir ve derin bir tefekkürle meşgul olurdu. O’nun bu çekilişinin
sebebi, Allah’ın kullarına karşı şefkat ve merhamet hissetmesi ve zulüm ve yoksulluğun yayılmasına karşı bir şeyler yapabilme arzusudur. Ancak bu uzletin gerçek sebebi Allah’ın (c.c.) O’nu ilahi vahyi almaya hazırlamasıdır. Bu ilahî vahiy, Allah Teâlâ’dan, temiz olan Muhammedî kalbe gelen ve beşerî anlayışa intikal eden Kur’ân’ı Kerim’dir. Efendimiz (s.a.v.)’in kalbi bu tecelli ve ilhamla hakiki temizliğe ulaştığında vahiy alması mümkün olan bir seviyeye ulaştı.
Rasûlullah (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmesinden önce 6 ay boyunca sadık rüyalar şeklinde manevi işaretler ve ilhamlar alıyordu. Bu sayede O’nun için ruhanî alemin sırları açıldı. Bu merhale, sıradan kişilerin taşıması imkansız olan ağır sorumluluğu taşımaya ve ilahi vahyi almak için gereken fıtrî hazırlığı yapma merhalesidir. Bu durum madenin sahip olduğu doğal özellikler vasıtasıyla demiri çeliğe dönüştürme işlemine benzer. Bu dönüşüm ile Efendimiz Muhammed (s.a.v.) kişiliğinde ve yolunda peygamberlerin tüm faziletlerini, vazifelerini, kerametlerini ve yeteneklerini topladı. Ta ki nesep, edep ve güzellik ve olgunluk mutluluğunun asaleti O’nda zirveye ulaştı. O (s.a.v) davetinde hakikat ile şeriatı, şeriat sorumluluklarıyla tasavvuf hakikatlerini birleştirdi. İbadette kullara, kalp temizleme ve nefis tezkiyesinde zahitlere bir örnek oldu. Ashabına dua, söz, amel ve şer’î yolla ve kalp, nefis ve tasavvuf şuuru ile yapılan kulluğun nasıl olacağını öğrettiği gibi zahirî ve bâtıni yolu öğretti. O (s.a.v) onlar ve tüm insanlık için iki yolun da en yüce örneği olmuştur. Nebi (s.a.v) 40 yaşına ulaşıp son peygamber olma sorumluluğunu aldığında insanlık, kaderinde ve yolculuğunda köklü bir dönüşüm noktasına ulaşıyordu.
Tasavvuf, özünde kalbin kendisinde selamette olduğu hale ulaştırmaktır. Kişi bu halde Allah (c.c.) hakkında marifete, bu marifetle de muhabbete ulaşır. Bu yaklaşma, muhabbet ateşi, marifet ateşi ve Allah’a (c.c.) yakınlık lezzeti üzerinde imanî bir olgunluktur. Bu olgunluk Nebi (s.a.v.)’in süluk edip Hira mağarasında başlayıp Sevr mağarasında devam eden ve bize miras bıraktığı kurtuluş yoludur. Sonra Nebi (s.a.v.) vahiy boyunca yükseliş yolunu, Allah’a (c.c.) ulaşma basamaklarını farklı zaman, mekân ve Rabbanî terbiye duraklarında sürdürmeye devam etti.
Ahmed Abdullah el-HALEBÎ/Ter Furkan NİGAR
Son notlar
1 Bkz., el-Cüz’ü’l-Mefkûd Mine’l-Cüz’i’l-Evvel Mine’l-Musannef Bi-Tahkîk Îsâ el-Humeydî, Riyad 2005, Bâbu Tahlîki Nûri Muhammed, h.no:18, s. 66.
2 Bkz., Sem’ânî, Edebu’l-İmlâ Ve’l-İstimlâ, Matbaa Mahmûdiye, Cidde 1993, h.no:1, s. 88.
3 el-Ahzâb, 33/21.
4 el-A’râf, 7/199.
5 Sem’ânî, Edebu’l-İmlâ Ve’l-İstimlâ, h.no:1, s. 88.
TASAVVUFUN HAKİKATİ
Özlenen Rehber Dergisi 164. Sayı
1 kişi yorum yazdı.