Hayat Hikayem...
14 Mart 1980’de Gaziantep’te dünyaya geldim. 6 yaşında iken diğer çocuklara nazaran güçsüz olduğumun fark edilmesiyle doktora götürüldüm, İstanbul Çapa Tıp Fakültesi Nöroloji Bölümünde kas hastalığı (duchenne) teşhisi konuldu. Yapılacak hareketlerle yürümem ve ayakta durmamın uzatılabileceğini söylediler. Bunlara rağmen, ailemin desteğiyle, yapılan hareketlerle Gaziantep Ş. Cengîz Topel İlkokulunda ilköğrenimimi yürüyerek tamamladım. Tabii bu arada İstanbul’a 3-4 ayda bir kontrole gidiyordum.
İlkokuldan sonra Gaziantep F.N. Tekerekoğlu Anadolu Lisesinde okumaya hak kazandım. Bu da beraberinde zorlukları getirdi. Çünkü okul-ev arası uzaktı, yürüyebilmeme rağmen merdiven çıkmada zorluk çekiyordum. Ve ben okula başladım. Hazırlık sınıfı, 1 2 derken orta 3’te ayakta durmakta bile zorlanıyordum. Bu durum üzerine, bazı okul idarecileri artık okula devam edemeyeceğimi hatta okuldan alınmamı bile aileme söylemişler. Ama okula devam etmek benim için önemliydi. Kendimi meşgul edecek bir uğraştı okul. Bundan önemlisi evden dışarı gitmek için bir araç, arkadaş edinme ve onlarla olmam için bir sebepti. Bunları göz ardı etmeyen ailem tekerlekli sandalyeyle de olsa okula devam etmemi sağladılar.
Orta 3’e devam ederken liseye başlamaya tereddüt ediyordum. Ama arkadaşlarımdan gördüğüm destek vardı. Ve liseye de başlamış oldum. Lise 1 bittiğinde yeni bir dönem başlıyordu. Çünkü okul sezonu başında Konya’ya yerleşmiştik. Ulaşım sorununu zorla da olsa halledip lise 2’ye Konya Meram Anadolu Lisesinde başladım. Burada da arkadaşlarımın desteği devam etti. Hatta onlar sayesinde merdivenler engel olmaktan çıkmıştı.
Üniversite giriş sınavı vakti yaklaşırken ben de herkes gibi hazırlanmaya başladım, tabii dershaneye gitme olanağım olmadı. Okuldaki dersler ve hazırlık dergileriyle bu sınava hazırlandım. Liseden beri düşündüğüm tek bir bölüm olan Bilgisayar Mühendisliğine sınav sonunda girmeye hak kazandım. Ama aşılması gereken 20 km’lik bir kampus yolu vardı. Buda Fakülte yönetiminin bulduğu bir yöntemle çözüldü. Her gün dönüşümlü olarak fakülte hocaları kendi arabalarıyla okula getirip götürdüler. Böylece üniversiteye herkes gibi devam ederek 4. sınıfa geldim.
4. sınıfın ilk dönemi bittiğinde grip olmuştum. Biraz da solunum zorluğu çekiyordum. Bunun üzerine hastaneye gittik. Kas hastalığının da etkisiyle hastanede geçen bir geceden sonra solunum çok zor hale geldi ve 8 ay sürecek Konya Tıp Fakültesi yoğun bakım günleri başladı. Burada solunum makinesine bağlandım. Ve zorlu günler başlamıştı. Çünkü orada insan, yaşam sınırında olur. Ancak 4 ay sonunda kendimi toparladım. Fakat doktorlar solunum makinesinden ayrılamayacağımı söylüyorlardı. Geri kalan 4 ayda pek gelişme gösteremedim. Bunun en önemli nedeni hastanenin o kısmında çok kısıtlı ziyaretçi kabul edilmesi (günde 10 dakika) ve bu sebeple ailemin ilgisinden uzak kalmam, orada bana gösterilmeyen ilgi. Bu eksik, sağlık sisteminin bir sonucuydu. Orada makineye bağlı olmam dışında ağır bir sorunum yoktu. Neden ailemle kalamıyordum solunum makinesi olan tek kişilik bir odada.
Nihayet SSK’ya solunum cihazı için başvurduk. Ağır işleyen işlemlerle ancak 2.5 ay sonunda solunum cihazına kavuştuk. Ve şu anda 6 aydır bu cihazla evdeyim. Evde ailemden gördüğüm ilgiyle hastaneden çıktıktan 1-2 ay sonunda daha iyi duruma geldim. Hatta bilgisayarın başına da geçtim. Ve sadece kendi gayretimle bu web sitesini yaptım. Yeter ki umut tükenmesin. Artık bilgisayarda yapacağım yeni projeleri düşünüyorum…
Bazen düşünüyorum da neden benim gibi sağlık sorunu olan veya daha iyi durumda olan çoğu kişi okula devem etmiyor. Bunun nedeni belki gerekli ortamın olmaması. Ama bir insan kendine güvenip yoluna devem ederse...
…..
Buraya kadarki kısmı Mehmet, uzun bir tedavi sürecinden sonra eve solunum cihazı ile beraber taburcu olduktan sonra yattığı yerden bilgisayarının başına geçtiğinde kendi web sitesini yaptığında bizzat yazmıştı.
Mehmet’i dünyası ve ahireti için örnek, model bir karakter olarak bazen öğrencilerime anlatırım. Şimdi onun hikayesini bir de benden dinleyin o halde.
Mehmet yaşıtlarına nazaran çok geç konuştu ve geç yürüdü. Yürürken sık sık düşerdi. Altı yaşında Müscular Düschen (kas hastalığı ) teşhisi kondu. İlkokula giderken sık sık düştüğünden dolayı biz üç kız kardeş bir dönem onun etrafında etten duvar gibi sağında, solunda ve arkasında durur, onu diğer öğrencilerden korurduk. İlk okul yılları çok başarılı bir şekilde tamamlandı. O yıllarda bir yıl hazırlık eğitimi veren Anadolu Liselerine ve orta kısımlarına giriş sınavla idi. Mehmet bu sınavı kazandı ve orada okumaya hak kazandı. Bizim tüm hayatımız Mehmet ekseninde şekillenirdi. Onun okuluna yakın bir semtten ev tuttuk ve taşındık, ancak ne yazık ki çok geçmeden Mehmet’in okulu da başka bir semte (Tugay’a) taşındı. Asıl çileli günler anam için başlamıştı. Babam sürekli çalıştığından dolayı, okuluna getirilip götürülmesi, okulda takibi anamın sırtına kalmıştı. Sırtına diyorum çünkü o dönemde okul yeni taşınmış, servis yok, imkanlarımız sınırlı. Mehmet’i dolmuş, otobüsle sırtında taşıyan benim anacığımdı.
Mehmet’im 6. sınıfa başladığında ona şöyle dedim:
’Mehmet sen artık büyüdün, yakında ergen olacaksın, namazlara alışman lazım. Madem Müslüman’ız, gereğini yapmamız gerek.’ Mehmet:
’Abla ben nasıl abdest alacağım, nasıl kılacağım, zor oturup kalkıyorum?’
’Mehmet, sen yeter ki kararını ver ben sana abdest aldırırım, namazlarının bir kısmını oturarak, bir kısmını ayağa kalkarak kılarsın; hem bu sana hareket olur.’ dedim.
Doktorlara göre hastalığının ilacı yoktu, sadece yaşam süresini uzatabilmek ve kalitesini arttırmak için fizik egzersizleri oldukça önemli idi. Mehmet kabul etti; leğeni getirdim abdestini aldırdım. O ilk namazını kılması bizler için bir mucize, gözyaşı dolu bir andı. Bir de kimsenin onu övmesini sevmezdi, duysa hemen bize kızardı. Odanın birinin en köşesine seccadesini serdim çünkü kalkarken duvardan destek alması gerekiyordu. O ana kadar evde anamız, babamız dahi namaz kılmıyor, daha doğrusu bilmiyorlardı. Mehmet evde üçüncü namaz kılan kişi olarak o ikindi namazını zorluklarla tamamladı. Bu arada kapı kilidinden ona bakan anam, babam gözyaşlarını tutamıyorlardı. O günden sonra namazını asla ihmal etmedi. Tedavi için kaldığı yerlerde kılamadığı namazlarını mutlaka eve gelince kaza ederdi.
Babam kısıtlı imkanlarına rağmen, nerede bir şey duysa hemen Mehmet’i oraya götürürdü. Tek bir derdi vardı, oğluna karşı sorumluluğunu yerine getirmek. ’Belki oğlum aklı başına gelir, büyüdüğünde şöyle bir yer varmış beni belki buraya götürseydiniz ben iyileşirdim’ diye düşünmemesi için fayda duyduğu yere götürdü.
Aylık, üç aylık İstanbul kontrolleri de sürekli devam ediyordu. Mehmet’in tek zaafı Beşiktaş idi. Onun maçlarını sürekli izler; hafta sonları spor gazetesinden haberleri keser arşivine koyardı. Bizim televizyonumuz siyah beyaz olduğundan, Beşiktaş’ın oyuncularını seçmesi kolay olmuyor diye, genelde akrabalarımızdan kimin evinde renkli televizyon varsa, Mehmet’i sırtımızda oraya taşırdık. 4 kardeştik ve aramızda 2, 3, 4 yaş vardı. Nitekim bizim eve de renkli televizyon Mehmet’in Beşiktaş sevdasından dolayı alındı. 2001 yılında yoğun bakımda yatarken, kısıtlı olan ziyaretimde cep telefonundan evi arar, o sıralar yeni yeni konuşan oğlumun ’Beşiktaş’ demesi ile, yeğeninin sesini duyması ile Mehmet’in yüzünde güller açardı.
Orta sona geldiğinde Mehmet merdiven çıkamaz olmuş, hatta tekerlekli sandalyeye mahkum olmuştu. Okuldaki idareciler Mehmet’i okuldan almamızı istediler. Biz Mehmet’e bir şey söylemedik çünkü Mehmet okumayı, arkadaşları ile vakit geçirmeyi çok seviyordu. Belki de Mehmet’in sınıfını alt kata almak zorlarına gitmişti.
Mehmet liseye başladığında ben de Konya’da okumaya başlamıştım. Okullar açılmış Mehmet servis olmadığı için okuluna devam edemiyor ve çok üzülüyordu. 1996 yılında ailemi Konya’ya taşıma kararı aldık. Her şey bitmiş gibi ben Konya’daki tüm Anadolu liselerini geziyor, okul beğenmeye çalışıyordum; ama okulun dışarıdaki giriş merdivenlerine bakıyordum sadece. Meram Anadolu Lisesinin merdiven sayısı azdı. Okul idaresi ile görüştük ve kaydını aldırdık. Okul ile evimiz arası yürüyerek 45 dakika idi. Bazen ben bazen babam onu okuluna bırakıyor, okul çıkışında da alıyor yine yürüyerek evimize dönüyorduk. Ev dediysek bodrum katı, eski bir Konya evi.
Mehmet’e çalışması için eski bir sehpayı tamir ettim, boyadım, onun üzerinde çalıştı. O yıllarda babam sabahın altısında işe gitmezden önce Mehmet’in abdestini aldırır, onu sehpasına oturtur, istediği kitaplarını masasının üzerine koyar, öyle giderdi. Mehmet düzenli olarak, Kur’an, hadis, ilmihal, tefsir kitaplarının yanı sıra derslerine de mükemmel bir intizam içinde çalışırdı. O kalın kitapları sehpasının üzerinden alıp açmak bile onun için çok büyük zorluktu ve emekti. Öyle bir hal ki eli, masasının üstünden yere düşse, orada kim varsa ’gelin elimi kaldırın, ayağımı düzeltin’ gibi istekleri çok sık olurdu. Bir gün lisede iken arkadaşları onu koridorda cama doğru yöneltmişler; bir dernekten gelen bayan onunla konuşmak istemiş, o ise tepki vermemiş. Arkadaşlarına gidip ’Mehmet duymuyor mu yoksa?’ diye sormuş. Arkadaşları onun o an namaz kıldığını söylemişler. O bayan hayret ve utançla bu durumu diğer arkadaşlarına anlatmış.
Lise son sınıfta Mehmet’in tek bir hedefi vardı. Konya Selçuk Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği. ’Evde yazılım ve program yapar, paramı kazanırım’ diye düşünüyordu. Öyle ki bilgisayar koltuğuna bile oturttuğumda bedeninin düşmemesi için bir kemerle bağlardık. İlk yılında bu yüksek hedefini de kazandı. Aşılacak yolları, engelleri hep aştı. Annem bazen ümitsizliğe düşse, ağlasa onu teselli ederdi. Asla haline isyan duymadım.
Son sınıfta iken bir gün grip oldu, hastalığı uzun sürdü, iyileşmedi, yan binadaki doktor geldi hastaneye gitmesi gerek dedi, o gece solunumu iyice zorlaştı, doktorlar belki de son gecesi olacağını söylediler. Solunum cihazına bağladılar. O gece biz tüm tanıdıklarımızdan Yasin okumalarını, dua etmelerini istedik. Annem rüyasında Mehmet’in göğe kaldırıldığını, epeyce yükseldikten sonra okuldan iri yapılı bir arkadaşının kucağına düştüğünü görmüş. Belki de o dualar hürmetine Rabbim onun ömrünü biraz daha uzattı. Çileli yoğun bakım günleri başlamıştı. Bir gün kısıtlı ziyaretlerimizin birinde, Mehmet boğazı delik, makineye bağlı, sesi çıkmıyor, el kasları iyice zayıflamış yazamıyor, derdini zorla da olsa anlattı, ’namazları nasıl kılacağım?’ diye soruyordu. ’Mehmet, vaktin girdiğini tahmin ettiğinde, birilerinin konuşmasından saati duyduğunda, yattığın yerde namazını kıl!’ dedim. Mehmet sadece bir bez ile yatıyordu. ’Abdest!?’ dedi. ’Sen abdestlisin hep, boş ver kıl!’ dedim. Orada bile namazı bırakmadı.
Hastanede kaldığı süre boyunca moralinin bozulmaması ve yüksek tutulması için elimizden geleni yapıyorduk. Annem sekiz ay boyunca kalacak bir odası olmamasına rağmen hastane koridorlarında kaldı. Bir başka hasta için Ahmet Taşgetiren ziyarete gelmiş; kardeşim, tanıdığımız o hastanın yanında Taşgetiren’i görünce kardeşimi de ziyaret etmesini rica ediyor ve o bile Mehmet’i ziyaret etti.
O yıllarda sağlık hizmetleri çok kötü idi. İmkanlar kısıtlı, prosedür, evrak işleri boldu. Hiç Ankara yollarını bilmeyen kız kardeşim birilerinin referansı ile bir bürokratı buldu, ziyaret etti ve evimize bir solunum cihazı alabildik. Mehmet evde geçirdiği sürede daha hızlı toparladı kendini, web sitesini yaptı; bilgisayarına indirdiği programla isteklerini mouse ile tuşluyor, hoparlörden gelen sesle iletişimini sağlıyordu. Bu zorlu süreçte Mehmet’e bakmak kimseye zor gelmiyordu. O sıralarda elektrik kesilmesine karşı eve akü bile almıştık. Elektrik gitmiş, ama akü bağlantısı olmamış Mehmet’i hemen evin yakınındaki hastaneye cihazı ile birlikte götürmüşler. Muzaffer Yalçın hocaefendi bir Konya ziyaretinde Mehmet’i ziyaret etmek istemiş, evde bulamayınca hastanede ziyaret etmişti.
’Küllü nefsin zâikatü’l-mevt/Her canlı ölümü tadıcıdır.’ (Âl-i İmrân, 3/185) hükmü gereğince o istemediğimiz, yaşama sevincine, gülen gözlerine yakıştıramadığımız ölüm sonunda Mehmet’i de bulmuştu. 2003 yılında sıcak, güneşli bir Haziran günü onu defnederken deve dişi gibi iri ve kısa bir yağmurla toprak ona bağrını açtı; Mevlana hazretlerine komşu, Hacı Veyis efendinin kabrine giden yol üstünde Mehmet de yerini aldı. Onu kaybettiğimizde çok üzüldük, gözlerimizden akan yaşlara hâkim olamıyorduk ama içimizde bir ferahlık vardı, bize şefaat etsin diye dua ediyorduk. O sağlığında biz şahidiz ki kötü bir işle uğraşmadı. Kendisine fizik tedavi için gelen fizyoterapist bayana dahi dönüp bakmıyordu. Tesbihatını altıncı sınıfa gittiği 1993’lü yıllardan beri düzenli çekiyor, aksatmıyordu.
Ailemin Abdullah Faruki hazretleriyle tanışması şöyle olmuştu: Bir defasında İstanbul dönüşü babamı ikna ettim ve Ankara’ya uğramalarını sağladım. Ben o yıllarda üniversite öğrencisiydim. Rica edip evlerinde misafir etmelerini istediğim arkadaşım ailesini bu hususta razı edememiş. Ailem o geceyi Ankara otogarının soğuk demir banklarında geçirmişler. Ardından ben ve bir arkadaşım Konya’dan Ankara’ya gittik. Hep beraber Abdullah Faruki hazretlerini ziyaret için Solfasol’a vardığımızda onun İstanbul’a gitmiş olduğunu ve uzun süre gelmeyeceğini öğrendik. Bizi o gün misafir etmeleri için bir ailenin evine gönderdiler, ancak o ailenin kendi misafirleri vardı. Biz de davetsiz misafir olarak gitmişiz, orada çok daraldık, dualar ettik. İkindiye doğru duyduk ki efendim Abdullah Faruki hazretleri İstanbul’dan gelmiş. Daha sonra öğrendik ki efendim: ’Allah gönlüme darlık verdi, bir hafta kalmaya niyetli gitmişken geri döndüm’ demiş, uzun süre kalmaya niyetlendiği İstanbul’dan erken dönmüştü.
Efendimin yakın ilgi ve alakası babamın hidayetine vesile olmuştu. Babam namaza başladı ve sürekli karşı olduğu görüşü şöyle düzeldi: ’Bir sürüye bir çoban lazımmış!’
İşte böyle çok güzel anılarımız, 23 yıllık bir yaşamımız oldu Mehmet’le; ama hiçbir dakikasından bile pişmanlık duymadık.
Nilüfer Çetiner (Ablası)
* * *
Gençliğe Çağrı
Bir baksan şu dünyaya her şey bomboş
Allah’a kavuşmak gelir daha hoş
Ne arıyorsun burada! Her taraf loş
Haydi kardeşim sen de Rabbine koş
Sanma ki gidiyorum doğru yolda
Uyutmuşlardır seni sağda solda
Yaşatmışlar bir yerde zevkler bol da
Geliyorlar üstüne her bir kolda
Bugüne kadar böyleydin ne oldu?
En güzel gençlik yılların mahvoldu
Ömrün bataklıkta gafletle doldu
Bir düşün daha nelerin kayboldu
Sen zannediyorsun hayat bu kadar
Bilmezsin cehennem ateşi yakar
Feryat edersen; ’Rabbim beni kurtar’
Anlarsın onlar vermiş sana zarar
Gel şimdi tevbe etmenin zamanı,
Affedecektir Rabbin günahını
Eksik etme sen şükrünü, duanı
Haydi yücelt hep İslam’ı, Kur’ân’ı.
(1996 Gaziantep)
* * *
Son Nebi (s.a.v.)’den İzler
Rahman hilkate ruhuyla başladı
Cennet kapısına yazıldı adı
Âdem Nebi’nin oldu son umudu
Ümmeti olduk böyle bir Nebi’nin
Üveys’in dilindeydi hece hece
Mucizelerle O geldi bir gece
Arş-ı Âlâ bayram etti kendince
Ümmeti olduk böyle bir Nebi’nin
Allah Celle eyledi soyunu pak
Risalet için gönderdi O’nu Hak
Batıl yok olacaktı bir gün elhak
Ümmeti olduk böyle bir Nebi’nin
Rabbi terbiye etti, yok kusuru
el-Emin derler, her an sözü doğru
Nur dağında bulurdu huzuru
Ümmeti olduk böyle bir Nebi’nin
’Oku!’ emriyle gelmişti ilk ayet
Bildirecekti insanlığa elbet
İnananlar bulacaktı hidayet
Hasreti olduk böyle bir Nebi’nin.
Sahabe geldi Erkam’ın evine
Hak Rasul için oldular divane
Sabretti Nebi boykota üç sene
Acısın duyduk böyle bir Nebi’nin
Mekke’de yoluna diken dökülen
Taif’te İslam uğruna taşlanan
Devam etti davetine yılmadan
Acısın duyduk böyle bir Nebi’nin.
Bir gece O’na Hak’tan geldi haber
Uçtu Arş’a Cebrail’le beraber
İlk kez Hak cemali gördü Peygamber
Hayranı olduk böyle bir Nebi’nin
Rasûlullah hicret için çıktı evden
Göremezdi O’nu, Hakk’ı bilmeyen
Müjde geldi, geliyordu özlenen
Hasreti olduk böyle bir Nebi’nin
Her an tebessüm ederdi gül yüzü
Tevazu olmuş ahlakının özü
Hak’tan olurdu Nebi’nin her sözü
Hayranı olduk böyle bir Nebi’nin
Sönüyordu artık küfrün ateşi
Mekke’yi fethetti cihan güneşi
Affetti düşmanı, yoktur bir eşi
Aşığı olduk böyle bir Nebi’nin
Yüceltti dini, ulaştı her yana
’Tebliğ ettim mi?’ diye sordu Ashab’a
Gidiyordu artık yüce dostuna
Hakkıdır vuslat böyle bir Nebi’nin
Onsuz yaşanan hayat bana gurbet
Günler nasıl geçer kalbimde hasret
Yâ Rab! Rüyada görmeyi nasip et
Özlemi sardı böyle bir Nebi’nin
23 SENELİK BİR HAYATIN ARDINDAN
Özlenen Rehber Dergisi 164. Sayı
1 kişi yorum yazdı.