وَلْيَخْشَ الَّذ۪ينَ لَوْ تَرَكُوا مِنْ خَلْفِهِمْ ذُرِّيَّةً ضِعَافًا خَافُوا عَلَيْهِمْۖ فَلْيَتَّقُوا اللّٰهَ وَلْيَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًا
yukarıda zikrettiğimiz Allah ve Rasûlü’nü tanıtma kısmına biraz dikkat çekmek istiyoruz.
Terbiye dönemi âlimlerimizin açıklamasına göre hamilelik döneminden başlayıp altı yaşına kadar devam etmektedir. Bu dönemde terbiye edilememiş çocukların Allah ve Rasûlü’ne yakınlaşması istisnalar haricinde oldukça zor olmaktadır. Bu eğitimi kaçırmış bireylere dinin erkânlarını yerine getirmek bıkkınlık hissi uyandırabilmektedir. Fakat çocuklar bu evrelerini dini terbiyenin de esas olduğu kreşlerde veya ilkokullarda geçirmiş iseler her gün eve geldiklerinde öğrendikleri yeni bilgileri anne-babaları ile paylaşıp onları sevindirirler. Şöyle ki akşam yemeği sonrası anne-babalar çocuklarına bugün okulda ne öğrendin diye sorduklarında çocuklar tatlı dil ve çocuksu sesleri ile Kur’an’dan iki üç ayet okurlarsa, ebeveynin hissettiği mutluluk güneş ışığının âlemde ulaştığı mesafe kadar yükselir.
Gelin şimdi de bu terbiyenin şekli ile ilgili biraz bahis yürütelim. Akil bir kimse terbiye görevine üstlenirken katiyen kaba ve sert olmamalıdır. Zorlama yönteminden da uzak durmalıdır. Bu konu ile ilgili bir rivayette şöyle buyrulmaktadır:
’Öğretici olun ve katı davranmayın (azarlamayın). Zira öğretici, katı davranandan (azarlayandan) daha hayırlıdır.’1
Evlat terbiyesi meşakkatlere katlanmayı, devamlı olmayı ve sabırla uğraşmayı gerektiren/esas alan bir faaliyettir. Her kim ki bu süreçte kaba ve sert bir şekilde davranıyor ise işte bu kimse sabırlı olamıyor ve meşakkatlere katlanamıyor demektir. Çocuklar uygun olmayan bir tabir kullandıklarında onlar hemen cezalandırılmamalıdır. Öncelikle uyarılmalıdır, eğer bu durumun tekrarı olursa yine uyarılmalı bundan sonra da tekrarı olursa cezalandırılmalıdır. Günümüzde ise bu cezalandırmaya öncelik tanımaktayız. Şöyle ki çocuklarımız gündelik hayatımızda: ’Her şeyi Allah (c.c.) yaratmıştır’ sözünü işite işite bunu kavramaya çalışırken ’Allah’ı kim yaratmıştır?’ diye sorarsa biz ebeveynler hemen çocuğumuzun ağzına vurmaktayız. Bu, çocuklarımızın hadiseleri kavramaya çalışma becerilerini kötü yönde etkilemekte ve soru sormaktan çekinir hale gelmektedirler. Oysa konu ile ilgili bir rivayette şöyle buyrulmaktadır:
’İlim, hazinelerdir. Anahtarı ise soru (sormak)tır. Şu halde (soru) sorun ki, Allah size rahmet etsin. Zira (soru sormakla) dört (kişi) mükâfat alır:
1- (Soruyu) soran
2- (Soruyu cevaplayarak) öğreten
3- Dinleyen
4- Bunlara cevap veren (Farklı nüshalarda ’Bunları seven’ diye geçmektedir.)’2
Dinimizde bilmeyen kişiler için mükellefiyet yoktur. Dolaysıyla çocuğunuza gereken terbiyeyi vermeden ondan bu sözü söylememe ferasetini bekleyemezsiniz. Bunun içindir ki çocuğun cehaletini gidermek için önce Allah ve Rasûlü’nü tanıtırsınız. Eğer ilk uyarıdan sonra da bu sözü tekrar ederse daha kavrayamadığını düşünür bu düstur üzerinden ikinci defa uyarırsınız. Bundan sonra da çocuk bu sorusuna ısrar ederse işte o zaman çocuğunuzu cezalandırırsınız. Şimdi de günümüzde aile bireyleri arasında en çok merak edilen hususu yani babanın çocuğuna karşı yerine getirmekle mükellef olduğu bazı hususları âcizane zikredelim.
Babanın çocuğuna karşı mükellef tutulduğu hususlar:
a) Kelime-i Tevhidi öğretmek
b) Doğduğunda onun kulağına ezan ve kamet okumak
c) Ona iki dünyada kendisiyle çağırılacağı güzel bir ad koymak
d) Doğumundan bir ya da üç hafta sonra ya da imkân olduğunda ’Akika Kurbanı’ kesmek
e) Çocuğuna helali ve haramı tanıtmak
f) İbadete alıştırmak
Bu şıklar devam ettirilebilir. Fakat bizim için önemli olan burada öğretmekle ilgili kısımlar olduğu için kelimeyi tevhid, helal ve haramlar öğretildikten sonra ibadete alıştırmak kısmına ayrıca değinmek istiyoruz.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
’Yedi yaşında olduklarında çocuklarınıza namazı emredin. On yaşında olduklarında ondan dolayı (yani namaz kılmadıkları takdirde) onları (tedip amaçlı) dövün ve yataklarda aralarını ayırın.’3
Bu hadisin üzerine de kısaca şunu eklemek istiyoruz. Hz. Peygamber (s.a.v.)’ın ’Çocuklarınız yedi yaşına geldiklerinde onlara namazı emredin’ sözü farz ya da vacip bir mükellefiyet olmayıp alıştırmaya yönelik bir teşviktir. Dolaysıyla çocuklarınız beş vakit namazı vaktinde kılmaya bu yaşlarında titizlik göstermiyorlarsa onları hemen cezalandırmayın. Çünkü hiçbir kimse bir anda beş vakit namazı kılmaya başlamamıştır. Biz anne babalar da yavaş yavaş, tedrici olarak kendi nefislerimizi dizginledik ve namazları vaktinde kılma hassasiyetini kazandık. Bu yüzdendir ki çocuklarımızdan bir şey talep ederken onlardan bu talebimizi zorla değil yumuşaklıkla istemeliyiz. ’On yaşında olduklarında ondan dolayı (yani namaz kılmadıkları takdirde) onları (tedip amaçlı) dövün’ kısmına gelince ne yazık ki bireyler dövmek fiilini kendi karakterinden yola çıkarak algılamaktadır. Malum olduğu üzere ’dövmek’ İslam dininde mevcut olup bunun yeri tartışmaya kapalıdır. İslam dininde bunu şiddet olarak algılatmaya çalışan zihniyetlerin hayatlarını incelediğimizde bu hataya düşmekten kendimizi muhafaza edebilmenin yollarını öğrenmiş oluruz. Bahsi açılmışken söylemeden geçemeyeceğimiz diğer bir konu ’kadınların dövülmesi’ konusundaki ’dövmek’ fiilidir. Toplumumuzda ’dövmek’ deyince şahısların birilerini altlarına alıp boks yapması gelmektedir akıllarına. Oysa dinimizde ’dövmek’ten kasıt bir sınır çizmek olup kimi âlimlere göre bu küçük bir misvakla kadının veya çocuğun sırtına üç defa vurmak şeklindedir. Bunun şekilleri de detaylıca fakihlerimiz tarafından zikredilmiştir. Konumuzdan fazla uzaklaşmadan çocukların terbiyesinde ibadete alıştırma hususuna geri dönelim.
’Çocukları dövmek gerekli midir?’ diye bir soru yöneltecek olsak cevabınız ne olurdu acaba? Muhtemelen siz de bazı çocuklar için dövmenin gerekli olduğunu düşünüyorsunuzdur eğer öğretmenlik veya hocalık yaptıysanız. Hz. Peygamber (s.a.v.) ’dövün’ diyorsa demek ki bazı çocukların karakterleri ancak bu şekilde terbiye edilebilir. Sevgili okurlarımız unutmayın ki demir de dövüle-dövüle kullanışlı hale getirilir. Kaldı ki Hz. Peygamber (s.a.v.) her zaman bu tarz uygulamaları en başta değil en sonda zikretmiştir. Bu yüzden bir meseleyi incelerken bütüncül ve insaflı bir şekilde incelemeliyiz. Bunu yaparken de unutmamalıyız ki Hz. Peygamber (s.a.v.) bizi bizden daha çok sevmektedir.
Size bir soru daha yöneltmek istiyorum. Biz ebeveynler çocuklarımızı her şey için dövebiliyoruz ama namaz kılmadıkları için dövebiliyor muyuz? Ben çoğumuzun yerine ’dövemiyoruz’ diye cevaplıyorum. Örneğin: İzniniz olmadan arabanızı alıp gitmişse ve aracınıza zarar vermişse döversiniz, dediğiniz bir şeyi zamanında yapmadıysa döversiniz vs. fakat dinî bir ihmal söz konusu olunca bu eylemi yapamıyoruz. Şiddetimizi ortaya çıkaran ve kendi kişiliğimizle yüzleştiren bu örneklerin sayısı çoğaltılabilir. Bu yazımızdaki amacımız hatalarımızın farkına varıp çocuklarımızın iyiliği için bu hataları düzeltmemizi sağlamaktır. Bu yüzden bu kadar örnekle yetineceğiz.
Elhamdülillah ki toplumumuzda Allah (c.c.)’ye inanmak ve O’nu tanımak ile ilgili pek fazla sorun bulunmamaktadır. Fakat günümüzde Allah Rasûlü (s.a.v.)’in hakkına riayet edilmemektedir, ilaveten onun şanına yakışmayan sözler söylenmektedir. Bu sebeple biz ebeveynler çocuklarımıza onları hakkıyla tanıtmalıyız ve sevdirmeliyiz. Çalışmamı, daha önce bir ’Kutlu Doğum’ etkinliği münasebetiyle Allah Rasûlü’ne sevgi, özlem, hasret ve O’na karşı duyulan mahcubiyet hissi ile yazılan bir özür mektubu ile bitirmek istiyorum:
Özür ey Allah’ın Resulü, sizin hayatınızın birçok kısmından habersiz kaldıysak özür. Hepsini öğrenmemiz elbette ki muhal. Ama biz hareket ediyoruz, araştırıyoruz, okuyoruz, öğreniyoruz.
Eğer biz sizin sünnetinizi tatbik etmede acizlik ediyorsak özür. Bu sünneti önemsemediğimizden değildir. Andolsun ki biz biliyoruz. Bütün iyilikler ve kazançlar, mutluluklar ve huzur sünneti takip etmekledir. Sünnetinizin rahmet nuru ile taştığını biliyoruz. Sizin emrettiğiniz şeylerle gücümüzün yettiği kadar amel etmeye söz veririz. Kendimiz, ailemiz, akrabalarımız, biraderlerimiz ve dostlarımıza bu hikmeti iletmeye ve alıştırmaya söz veririz.
Eğer sizin hadislerinizden ve hayatınızdan bir şey anlatmadan bir gün geçirirsek veya geçiriyorsak sizden özür dileriz. Elbette ki bu durum mal ve mülkümüz, sahip olduklarımızın bizi bundan alıkoyduğu içindir. Andolsun ki bu, nifak ya da küfürden dolayı değildir. Sadece bizim acziyet ve eksikliğimiz sebeplidir. Allah’a yemin olsun ki bizim kalplerimiz sizin sevginizle, sizin hasretinizle doludur. Sizin bastığınız toprakları, sizin yaşadığınız şehirleri, sizin mesken edindiğiniz diyarları seviyoruz. Sizden ayrı kalmaya sabredemeyiz. Havz-ı Kevser önünde sizinle karşılaşmaya umudumuz var.
Ümmetinizden bazı kişiler cehaletleri sebebiyle sizin hakkınızda yanlış zan ve ifadelerde bulunuyorlarsa özür. Bu şeriatı ve sizin bıraktığınız emaneti bilmediklerindendir. Biz biliyoruz ki sizin rahmetiniz bu ümmetin cehaletinden üstündür. Onlar bu hataya; terbiyeleri yanlış olduğu, tarihi araştırmadıkları, Batı’nın peşinden koştukları ve onların fitne ve oyunlarına maruz kaldıkları için düşüyorlar. Kim saadetli, kim saadetten yoksun, kim sizin tarafınızdan Kevser önünde karşılanır ve kim o havuz yanından kovulur o günde herkes öğrenecektir.
Ey Allah’ın Rasûlü ümmetiniz günümüzde arzu ettiğiniz gibi değilse ya da sizin sevdiğiniz makamda değilse bunun için de özür dileriz. Bu sadece uzun bir zaman dilimi içerisinde toplanan hataların sonucudur, ecdadımızın çoğu de bu hataya maruz kaldılar. Ama şimdi bizler doğru yola tekrar yöneldik. İslami davet yine hayatımıza hükümran olacak. Ümmetinizden olan kişiler kaybettikleri asıl mücevherata yani sizin çağrınıza (sünnetinize) yavaş yavaş dönüyorlar. Şüphesiz ki bu dönüş ümmeti azizliğe götürür. İnşallah bu yolda sabrederiz, hareket ederiz, devamlı oluruz. Allah’tan adımlarımızı sabit kılmasını dileriz.
Allah Rasûlü ile karşılaştığımızda bize ’sünnetimi tatbik etmede, 23 senelik meşakkatler ve musibetler karşılığında bıraktığım yolun yayılması için sen ne yaptın?’ denilirse yüzümüz kızarmaz mı, mahcup duruma düşmez miyiz? Yâ Rabbi bizi hakta sabit, dinde ensar olanlardan eyle!
Elbette ey Allah’ın Rasûlü biz sizin, ashabınızın yaptıklarını yapamayız, yapamıyoruz ama umudumuz var. Biz sizi, ashabınızı seviyoruz. Gerçi amelimiz yetmese de sizlerle aynı safta olmayı umut ediyoruz. Çünkü siz bize müjde vererek şunu diyorsunuz: ’Kişi sevdiği ile beraberdir.’4
Allah Teâlâ’dan eksiklerimizi bağışlamasını, hatalarımızı örtmesini, ayıp ve noksanlarımızı affetmesini, derecelerimizi yükseltmesini ve nebiler, sıddıklar, âlimler ve salihlerle beraber Allah’ın sevdiği kullarından eylemesini dileriz. İnşallah Allah’tan en büyük talebimiz rızasına kavuşmamız ve Nebisinin sohbetinde cennetlerde bulunmamızdır. Bunun için dua eder, amel eder, çalışırız.
Son notlar
1 Tayâlisî, Müsned, Dâru Hicr, Kahire 1999, h.no:2659, c. IV, s. 269.
2 Ebû Nuaym el-Esbahânî, Hilyetu’l-Evliyâ ve Tabakâtu’l-Asfiyâ, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 1988, c. III, s. 192.
3 Ebû Dâvûd, Salât, 26.
4 Buhârî, Edeb, 96.
Çocuklarımızın İtikadî Terbiyesi
Özlenen Rehber Dergisi 164. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.