Cihadın Uygulanışı:
Müslümanlar savaş için düşman memleketine girip bir şehri veya bir kaleyi muhasara ettikleri zaman; sırasıyla şu metotları uygularlar:
1- Önce onları İslam’a davet ederler. Kabul ederlerse kendileriyle savaşmazlar.
2- Şayet İslam’ı kabul etmezlerse:
a) Şayet cizye ehlinden iseler yani mürtet (Müslüman iken dinden çıkıp kâfir olan) ve Arap müşriklerinden olmayıp mesela Ehlikitap (Yahudi veya Hıristiyan) iseler İslam devletine cizye vergisi vermesini isterler. Verirlerse mal ve can güvenliğini elde ederler.
b) Cizye ehlinden değillerse yani mürtet ve Arap müşriklerinden iseler o takdirde onlara bu tercih sunulmaz ve direk üçüncü şık uygulama konur.
3- Cizye ehlinden olup kabul etmezlerse ya da cizye ehlinden değillerse geriye savaşmak kalır. İşte bu şartları haiz olduğu zaman cihad hakkıyla ifa edilmiş olur.
Bu durumda cihad için şu şartlar olması gerekir:
1- Düşman, İslam’a girmeleri için yapılan çağrıyı yahut cizye ehlinden iseler cizye vermeyi reddetmiş olmalıdır.
2- Müslümanlarla düşman arasında herhangi bir anlaşma söz konusu olmamalıdır.
3- Müslümanlarda cihad için gerekli askerî güç, siyasî otorite bulunmalıdır.
Bütün bu hususlar bir araya geldiğinde cihadın farziyeti gerçekleşir.
Daiş (Ya da Işid) vb. Grupların Uygulamaları Yanlıştır:
Bugün Daiş (ya da Işid) vb. kendini bilmez gruplar, İslam’la yeni tanışıp hükümleri bilmeyen insanlar çıkıp cihad adı altında yaşlı-çocuk demeden, sorgusuz sualsiz Müslümanları katlediyorlar. Kâfirleri bırakıp Müslümanlara cephe alarak onlarla savaşıyor, kanlarını helal sayıp canlarına kıyıyor, mallarını ganimet, hanım ve kızlarını ise cariye kabul ediyorlar. Bu, son derece yanlıştır, haramdır.
İşin en üzücü yanı onların bunu şeriatı uygulamak için yaptıklarını iddia etmeleridir. Bu, cahilliklerinden ve İslam’ı kendi nefsanî anlayışlarına göre yorumlamalarından kaynaklanıyor.
Cihadın Başlıca Çeşitleri:
Cihad konusundaki ayet ve hadisler göz önüne alındığında, cihadın başlıca şu çeşitlere ayrıldığını görürüz:
1- Nefse Karşı Cihad:
Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı mücadeledir. Nefsinin isteklerini dizginleyemeyen kişi, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz. Fedâle b. Ubeyd (r.a.), Rasûlullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işitmiştir: ’(Hakiki) mücahit, (günahlardan uzak durmak için) nefsin(in isteklerin)e karşı mücadele edendir.’1
İşte, insanın kendi şahsında gerçekleştireceği cihadın büyüğü budur. Yani o Allah’ın rızasına uyarlanmış bir hayatı yaşayabilme mücadelesi, hayrı işleyip şerden kaçınma cehd ve gayretidir. Kur ân, kâmil bir mü’minin portresini şöyle çizer:
’Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir; kendilerine O’nun âyetleri okunduğunda (bu, onların) imanlarını artırır ve (onlar yalnız) Rablerine tevekkül ederler.’2
2- İlim İle Cihad:
Cihad’ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılanıdır. Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir. Hakk’a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir. Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri bazı durumlarda silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir. Onun için Allah (c.c.) şöyle buyurmuştur:
’(Ey Habîbim!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel nasihatle davet et. Ve onlarla en güzel bir şekilde mücadele et!’3
Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan İslamiyet’te, bu tebliğ faaliyetinin adı ’ilim ile cihad’dır. En güzel mücadele şekli Kur’ân ve Sünnet’in göstermiş olduğu usul ve metotlarla mücadele etmektir. Hak ve hakikati, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden, bilinen ve doğru ne ise söylemek de bir çeşit cihaddır. Rasûlullah (s.a.v.) bu konuda şöyle buyurmuştur: ’Cihadın en faziletlisi, zalim bir hükümdar yanında (hak ve) adalet(i ifade eden) bir söz (söylemek)tir.’4
3- Mal İle Cihad:
Allah Teâlâ’nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (c.c.) yolunda harcanması demektir. Müslümanların, İslam’ın yücelmesi, hakkın muzaffer olması için gücünün yettiği kadar mal ve servetini bu yolda feda etmeleri bir cihaddır.
Efendimiz (s.a.v.), mal ile cihad hususunda teşvik edici sözleri ve bizzat yaptığı fiiller ile Ensar ve Muhacir’i harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farizasını eda edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah’a vermişlerdir. Bu konuda Kur’ân-ı Kerîm’de, Sahabe efendilerimizin bu ince anlayışlarını ve cömertliklerini ifade eden pek çok ayet vardır. Bu ayetlerden birinde Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
’Şüphesiz iman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden (Muhacir)ler ve (onları) barındırıp yardım edenler (Ensar) var ya, işte onlar birbirlerinin velileri (varisleri)dirler.’5
4- Savaşarak Cihad Yapmak:
’İ’lây-ı kelimetullah (Allah’ın adının, yüceltilmesi)’, dinin korunup yayılması için düşmanla savaşmak icap edebilir. Bu en büyük cihaddır ve Müslümanlara farzdır. Hatta cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
’Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, fakat haddi aşmayın! (Masum olanları öldürmeyin, işkence yapmayın)! Şüphesiz ki Allah, haddi aşanları sevmez.’6
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’(Mekke fethinden sonra artık Mekke’den Medine’ye) hicret yoktur. Fakat cihad (kastı) ve (ilim tahsili) niyeti ile (çıkmak bakidir). Umumi cihada çağrıldığınız zaman cihada çıkın.’ buyurdu.7
Günümüz İnsanına Düşen:
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet olunduğuna göre Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: ’Müşriklere karşı mallarınızla, canlarınızla ve dillerinizle cihad edin.’8
Cihad Allah içindir ve Allah yolunda olanı makbuldür. İslam’da cihad, hedefsiz, gayesiz bir savaş değildir. İslam’ın kendi hedeflerine varmak için ’harp’ veya başka bir kelimeyi değil de ’cihad’ kelimesini seçmesi, cihadın diğer kelimelerden farklı olarak ’Allah yolunda’ kavramını içinde barındırmasındandır.
Sahabe efendilerimiz ve Selef-i Sâlihîn’den hiç biri, cihadı tek yönlü olarak ele almamıştır. Onlar, Rableriyle olan münasebetlerini de asla gevşetmemiş ve yaptıkları ne derece geniş olursa olsun, kalp dairesini hiç mi hiç ihmale uğratmamışlardır. Bu verâları sayesinde duydukları her şey, onlarda yaptıkları her şeyin Rableri tarafından bilindiği düşüncesi oluşmasına vesile olmuş ve böylece hep ihsan şuuruyla yaşamışlar, kendilerini her an Cenab-ı Hakk’ın murakabesinde hissetmiş ve bu amelleriyle Rablerine o derece kurbiyet ve yakınlık kazanmışlardır ki, Allah (c.c.), onların gören gözü, tutan eli olmuş ve bu anlayışları onları dünyada ve ahirette mutluluğa ulaştırmıştır.
Cenâb-ı Hakk’ı ve onun Habibi’ni hoşnut edecek bir cihad yapmak isteyen -ki Müslüman’a düşen de budur- önce nefsi arzularını kontrol altına alıp Allah’ın hükümlerini tam anlamıyla ifa etmelidir. Yoksa kendi kendini aldatmadan öteye gitmeyen bir anlayışın içerisinde olacaktır. Dolayısıyla da yaptığı şeylerin ne kendine, ne de başkalarına yararı olmayacaktır.
Mücahit, Allah’ı (c.c.) her şeye tercih edecek şekilde ihlâslı, samimi, yürekten ve gönül insanı olmalıdır. Ancak o zaman, verilen mücadele faydalı ve kalıcı olur. Cihad, bir iç ve dış fetih dengesidir. Onda hem erme, hem de erdirme söz konusudur. İnsanın özüne ermesi, büyük cihaddır. Başkalarını erdirmesi ise, küçük cihaddır. Bunun biri diğerinden ayrıldığında cihad cihad olmaktan çıkar. Birinden miskinlik, diğerinden terör ve adı ne olursa olsun insanlığa ve topluma faydası olmayan zümreler doğar. Hâlbuki her meselede olduğu gibi bu mesele de, ancak ve ancak Allah Rasûlü’ne ittiba ve uymakla mümkün olacaktır.
Evet, bütün muzlim noktaları aydınlatmak, karanlık yerlere Rasûlullah’ın (s.a.v.) adının ışığını götürmek ve dört bir yanı Kur’ân’ın envarıyla nurlandırmak için cihad, kıyamete kadar devam edecektir.
Sahabe efendilerimiz cihad yaparken, ülkeleri istila etme sevdasında olmamıştır. Tek dertleri dünyanın dört bir yanında ’Lâ ilâhe illallah Muhammedun Rasûlullâh’ hakikatinin duyurulmasını temin etmekti. Böylece, yeryüzünde karanlık tek nokta kalmayacak ve her taraf iman ışığı ile aydınlanacaktı.
Yüzlerce kapısı bulunan cihad anlayışını, bir tek kapıdan ibaret görmek, büyük bir hezeyandır. Öyle ki Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in Ashabı, Mekke’li müşrikler tarafından her türlü zulme uğradığı halde İslam dinini yaymak için derin bir mücadelenin içine girmişlerdi. Tek bir müşrikin bile öldürülmediği Mekke devrinde, nice Müslümanlar şehit edildi. Hz. Sümeyye ve Hz. Yasir, bunun en bariz örneklerindendir. Onların yaptıkları da büyük bir cihad idi.
Rabbim bizleri nefsiyle hareket edenlerden kılmasın! İman ve itaat anlamında zirveye ulaşmış olan Selef-i Salih’inin anlayışlarını versin! Rabbim önce kendi nefsiyle cihadı ikmal eyleyip başkalarına da yaşatanlardan eylesin! Âmin…
Allah (c.c.) en iyisini bilendir.
(Endnotes)
1 Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd, 2.
2 el-Enfal, 8/2.
3 en-Nahl, 16/125.
4 Ebû Dâvûd, Melâhim, 17; Nesâî, Bey’at, 37.
5 el-Enfal, 8/72.
6 el-Bakara, 2/190.
7 Buhârî, Cihâd, 1.
8 Ebû Dâvûd, Cihâd, 18.
İslam'da Cihad Anlayışı - 2.bölüm
Özlenen Rehber Dergisi 147. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.