Özlenen Rehber Dergisi

146.Sayı

İslam'da Cihad Anlayışı - 1.bölüm

İsmail KOCABIYIK Özlenen Rehber Dergisi 146. Sayı
Bir Müslüman’ın cihadı nasıl anlaması gerekir?
Sahabe-i Kiram efendilerimiz cihadı nasıl anlamışlar ve bizlere örnek olma hususunda ne gibi yol tutmuşlar?
Günümüzde ’cihad’ adı altında Müslümanları dahi katleden grup Müslümanlığı temsil ediyor mu?
Bu ayki yazımızda bunun üzerinde durarak detaylı bir şekilde işlemeye çalışacağız.

Cihad nedir?
Lügat manası; çalışmak, uğraşmak, çabalamak, gayret sarf etmek, bütün gücünü kullanmak.
Terim manası; insanın güç ve takatini sonuna kadar sarf ederek her türlü meşakkati göğüsleyip İslam’ın yükselmesi, korunması ve yayılması için her türlü çalışmada bulunmak, uğraşmak, gayret sarf etmek. Daha açık bir ifade ile Allah (c.c.) tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmak, o yolda feda etmektir. İnsanın maddî-manevî bütün varlığını Allah yolunda ortaya koyarak Hakk’ın düşmanlarını ortadan kaldırmak için savaşması ’cihad’dır.

Cihadın amacı:
Yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve hakkı yüceltmektir.
İslam’da cihad; savaş, intikam, öldürme, yağma, baskı ve zulüm yapmak için değil, bunları ortadan kaldırmak için yapılır.
Aynı şekilde İslam’ın gayesi toprak ele geçirmek değil, bütün dünyada hür iradenin ve insanî değerlerin yok olmasını engellemektir. Tüm insanlığa, kendisinin beşeri sistemlerden ve diğer dinlerden daha üstün âlem şümul bir din olduğunu göstermektir. Bu amacı uygularken de bütün güçlerini seferber eder. İşte bu bitmeyen cehd ve uğraşmaya, büyük bir enerji ile çalışma işine ve meşru bütün yollara başvurma gayretine cihad denir.
Yeryüzünde zorbalar, batılın ve fitnenin devamını isteyenler, şirk ve müşrikler ile küfür sistemleri var oldukça, onların yeryüzünde yayacakları kötülüklere karşı bir emniyet olan cihad da devam edecektir.

Cihadın dinimizdeki yeri:
İslam’da asıl olan, sulh (barış)dur. Savaş ise istisnaî bir durumdur. İstisnai olan savaşın olması için bazı şartların oluşması lazımdır.
Umumî seferberlik halinde cihada iştirak etmek farz-ı ayndır. Kısmî seferberlikte ise farz-ı kifâyedir. Yani Müslümanlar içinden sadece bir grup cihadın gayesini gerçekleştirebiliyor, Müslümanların yurt, mal, ırz, namus ve haysiyetlerini düşmanlara karşı koruyabiliyorsa o takdirde cihad farz-ı kifaye olmuş olur ve diğer Müslümanların üzerinden sorumluluk kalkar. Şayet fert fert gücü yeten her Müslüman’ın düşmana karşı koyma gereği varsa o zaman farz-ı ayn olur; herkesin bizzat cihad etmesi icap eder.
Allah (c.c.) cihada şu ayeti ile izin vermiştir:
’Kendilerine savaş açılan (Müslüman)lara, gerçekten zulme uğramaları sebebiyle (savaşmaları için) izin verildi. Şüphesiz ki Allah, onlara yardım etmeye elbette hakkıyla gücü yetendir.’1
Cenâb-ı Allah, Kur’ân’ın çeşitli yerlerinde İslam’da cihadın farz olduğu hususunda ise şöyle buyuruyor:
’(Ey mü’minler!) Hoşunuza gitmediği hâlde savaş size farz kılındı.’2
’Müşrikler nasıl sizinle topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın!’3
’Hiçbir fitne kalmayıncaya ve din sadece Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!’4
Rasûlullah (s.a.v.) de bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: ’(Zahirde) Allah’tan başka hiçbir ilah olmadığına ve şüphesiz Muhammed’in Allah’ın rasûlü olduğuna şahadet edinceye, namazı dosdoğru kılıncaya ve zekâtı verinceye kadar insanlarla savaş yapmam bana emredildi. (Onlar) bunları yaptıkları zaman (had ve kısas gibi) İslam’ın hakkı müstesna canlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. (Batınlarından dolayı olan) hesapları ise (onu görmek) Allah’a aittir.’5

Cihâdın Farziyeti Günün Şartlarıyla Belirginleşir:
Dini yaymak, kalpleri dine ısındırmak, küfrün tuğyanını durdur­mak, günün şartlarına, gelişen metotlarına göre uygulanır. Konuyu daha iyi anlamak için Peygamberimizin ve Sahabe efendilerimizin yaşamış olduğu Mekke ve Medine dönemine göz atmak elzemdir. İslamiyet’in ilk devrelerinde müminlere İslam düşmanlarına karşı yumuşak davranmaları, eziyetlerine katlanmaları, müdafaa kastıyla da olsa karşılık vermemeleri; sadece öğüt vererek İslam’a davet yolunu takip etmeleri emredilmiştir. Allah (c.c.) bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:
’(Senin peygamberliğin olan) hakikat kendilerine belli olduktan sonra, sırf nefislerinden gelen bir kıskançlıktan dolayı Ehlikitap’tan birçoğu, iman etmenizden sonra sizi kâfirler olarak geri döndürmeyi istedi. Artık Allah (onlar hakkında cihad) emrini getirinceye kadar affedin, hoşgörün! Muhakkak ki Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.’6
Çünkü o zaman Müslümanlar sayı ve imkân bakımından son derece zayıftı. Düşmana karşı koyacak güçleri yoktu. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz Mekke’de iken, müş­riklerin her türlü azgınlık, saldırı, işkence ve hezeyanlarına karşı gizli bir mücahede ve mücadele vermiş, her şeyden önce tevhidin nurunu ikame etmeye, İslam’la şereflenen Müslümanların adetlerini çoğaltmayı amaçlamıştır. Çünkü ortam ve şartlar müşriklere karşı bir mücadeleyi uygulamak için oluşmuş değildi. Bunun için ilk etapta gizli, kapalı, plânlı bir cihâd sürdürülmüş, günün şartları hiçbir zaman dikkatten uzak tutulmamıştır.
Daha sonra müşriklerin saldırıları, işkenceleri ve baskıları artıp şiddetlenince Efendimize hicret emri geldi. Çünkü bu dönemde açık bir cihâda imkân yoktu. Müslümanlar düşmana karşı koyacak güce erişmemişti. Kur’ân-ı Kerim o günleri hatırlatarak şöyle açıklıyor:
’(Ey Habîbim!) Bir zaman inkâr edenler seni tutup bağlamak veya seni öldürmek veya seni (yurdundan) çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kuruyorlardı, (ama) Allah da (onların tuzağına) karşılık kuruyordu. Allah, tuzak kuranların (hilesine karşı tedbir almada) en hayırlısıdır.’7
Rasûlullah (s.a.v.) Medine’ye hicret edip yerleştikten ve Ensar ve Muhacir’le bir güç oluşturduktan, yeni kurulmuş devletin anayasasını meydana getirdikten sonra müşriklerin ve diğer düşmanların herhangi bir saldırısına karşı artık karşılık verecek duruma gelmiş olundu. Müslümanlar büsbütün güçlenip düşmanları mağlup edecek seviyeye gelince de cihad müsaadesi verildi. Artık müşriklerin zülüm ve baskılarından uzak yeni bir hayat ve güç oluşmuş oldu. Böylece cihad için bütün her şey hazırlandı.

Cihad kimlere karşı olmalı:
İslam cihadı:
- İslam’a harp açanlara,8
- verdikleri sözü tutmayıp tekrar İslam dinine saldıranlara,9
- Allah’a ve âhiret gününe inanmayarak, Allah ve Rasûlullah’ın haram kıldığı şeyleri haram kabul etmeyenlere10
karşı,
- yeryüzünde fitneyi söküp atmak ve
- Allah’ın dinini hâkim kılmak11 gayesi ile meşru kılınmıştır.

Allah Sözü Daha Yüce Olsun Diye Cihâd etmek:
Bir savaşın gerçek anlamda cihâd olabilmesi, Allah rızası ve ihlâs gözetilerek yapılmasına bağlıdır. Allah’ın (c.c.) sözünün, Kelime-i Tevhîd’in bütün insanlığın gönüllerinde parlaması amacını taşımalıdır. O halde bir mü’minin ’mücahit’ sayılması için şu şartların gerçekleşmesi gerekir:
a) Kahramanlık göstermek niyetinden uzak olmak,
b) Kişisel çıkar elde etme niyetinden beri olmak,
c) Allah’ın hoşnutluğuna erişme niyetinde olmak,
d) Allah sözü, Kelime-i Tevhid’in bütün gönüllerde parlaması niyetini taşımak,
e) Küfrü, batılı, ahlâksızlığı yok etme düşüncesiyle olmak.
O halde kim kahramanlık sergilemek, dünyalık elde etmek, şahsî çıkarlar sağlamak için savaşırsa, ona Allah’tan ne bir mükâfat, ne de bir sevap vardır. Savaşmasına karşılık niyetine göre karşılık al­mış, âhirete bir pay bırakmamıştır.


(Endnotes)
1 el-Hac, 22/39.
2 el-Bakara, 2/216.
3 et-Tevbe, 9/36.
4 el-Bakara, 2/193.
5 Buhârî, Îmân, 17.
6 el-Bakara, 2/109.
7 el-Enfâl, 8/30.
8 el-Bakara, 2/190.
9 et-Tevbe, 9/12-13.
10 et-Tevbe, 9/29.
11 el-Bakara, 2/193.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.