Çankırı’da küçük sanayi sitesinde saygıdeğer büyüğüm Mehmet BÜYÜKÇAKIR usta ile ’Nurlu Hatıralar’a doğru yol almaya devam ediyoruz.
Evliyanın en büyük özelliklerinden biri de herkesin ona hürmet etmesidir. Abdullah Efendimle nereye gitsek ona müthiş bir şekilde taltif ve hürmet vardı. Trafikte bile hiç tanımadıkları halde insanların sıra sıra dizilip de Mübareğe selam verdiklerine tanık oldum.
Bir İmamın Abdullah Farukî (k.s.)’a İntisabı
Ben Abdullah Farukî (k.s.) Efendimin arkasını hiç bırakmadım. Cuma günü bana telefon ederdi, neredeyse onun yanına giderdim ve birlikte yolculuk yapardık. Pazar günü tekrar Çankırı’ya dönerdim. Mübareğin çok değişik hallerine şahit oldum.
Bir gün Kırıkkale’ye 10 km. uzaklıkta bir bağa gittik. Orada bir camiye girdik, namazı kıldık, camiden çıktık. Hanımlar da var ve onlar 50-60 metre geride arabaların olduğu yerde bekliyorlar. Benim de o gün mide rahatsızlığım var. Mübarek caminin önünde gidip gelmeye başladı. Ben de midem rahatsız olduğu için içimden sürekli:
’Takıldık kaldık burada, bir an önce nereye gideceksek gitsek de ihtiyacımı gidersem!’ diye geçiriyorum. Ben böyle içimden geçirirken Mübarek yanıma geldi:
’Ne acele ediyorsun, şimdi gideceğiz, beni kızdırıyorsun, buranın imamı benden ders alacak, acele etme.’ dedi.
’Peki Efendim!’ dedim ve başımı eğdim. Biraz sonra:
’Haydi, gidiyoruz!’ dedi ve bir bağa gittik. Bayanlar bağın üst kısmına, biz de alt kısma geçtik ve oturduk. Ben de imam gelecek mi diye merakla bekledim. 5 dakika sonra imam geldi, Abdullah Efendimin önüne oturdu ve ders istedi. Mübarek de ona tevbe-istiğfarı telkin etti. Tabi benim mide rahatsızlığı devam ediyor ve içten içe dua ediyorum.
’Ya Rabbi! Şimdi ben ne yapayım, yukarı gitsem bayanlar var, aşağı gitsem bağın bahçenin ne olduğunu bilmiyorum. Allah’ım şuradan birisi kalksa da imama dese ki: ’İmam efendi! Evine gidelim de bir abdest tazeleyelim!’ dese ne olur?’ diye dua ederken hiç unutmam, Kırıkkale’den bir arkadaş bana:
’Mehmet ağabey! İmama söyleyelim de bizi abdest tazelemeye götürsün!’ dedi. İmama söyledik evine gidip abdestleri tazeledik, ben de rahatladım. Sonra imamın yanına yanaşıp:
’İmam efendi! Sen, Abdullah Efendi Hz.den ders almayı düşünüyor muydun, sen daha önceden Abdullah Efendimi tanıyor muydun?’ diye sordum.
’Hayır!’ dedi.
’Peki, nasıl oldu da gelip ders aldın?’ dedim. İmam:
’Ben de anlayamadım ki, Abdullah Efendi’ye karşı içimden bir sevgi seli koptu, sonra geldim intisap ettim!’ dedi. Ben de:
’Ama Abdullah Efendim daha önceden senin ders alacağını söyledi!’ deyince imam çok heyecanlandı.
Konya Ziyareti
Abdullah Efendim ve halifesi Muzaffer Efendim ile Konya’da Şems-i Tebrizî hazretlerinin türbesindeyiz. Mübarek Konya’ya gidince ilk önce Şems-i Tebrizî Hazretlerine uğrar daha sonra Mevlana’nın türbesine geçerdi. Şems-i Tebrizî hazretlerinin türbesindeyken Muzaffer Efendim Mevlana’nın türbesini ziyaret etmek için izin istedi. Abdullah Efendim:
’Tamam oğlum, sen hadi git gel!’ dedi. Muzaffer Efendim çıktı ve yarım saat, kırk beş dakika sonra yanında adını şimdi hatırlayamadığım bir arkadaşla geri geldi. Muzaffer Efendim:
’Efendim! Ben türbenin kapısına gelince bu arkadaşla karşılaştık ve göz göze geldik. Sonra kucaklaşıp epey bir ağlaştık!’ dedi. ’Efendim bu arkadaş Mevlana hazretlerinin türbesine: ’Ya Rabbi! Senin şu anda yaşayan bir dostun varsa beni onunla karşılaştır!’ diye dua etmeye gelmiş.’ deyince Abdullah Efendim onu yanına çağırdı ve:
’Sen nerelisin?’ diye sordu. O arkadaş da:
’Efendim, ben Havza’dan falancanın oğluyum, burada okuyorum!’ dedi. Biz bu olaydan yirmi gün kadar önce Havza’ya gitmiştik. Orada bu arkadaşın babası bize dergâhlarını açmışlar, bizlere ikramda bulunmuşlardı. Abdullah Efendim bu olayı hatırlatarak:
’Oğlum, biz de yirmi gün önce senin babanın çayını içmiştik, şu kısmete bak, Allah yazınca böyle olur!’ dedi. Ben bu olaydan çok etkilenmiştim.
Sana Kaza Görünüyor Oğlum!
Allah yolunda irşadı, Kur’ân’a itaat yolunda tavsiyelerini yaşayarak göstermesi Abdullah Efendimin en büyük özelliğiydi. Hayatında Kur’ân’ın hâkimiyeti gittiğiniz her yerde açık ve net gözüküyordu. Mübarek, bir yolculuğumuzdan sonra Pazar günü:
’Allah nasip ederse çarşamba günü seninle bir yere gideceğiz!’ dedi. Fakat yerini söylemedi. Biz ekseriyetle Cuma akşamları gittiğimiz ve de çarşamba hafta içi bir gün olup çalıştığımız için içimden gitmemeye yönelik bazı şeyler geçirdim. Salı günü Efendim beni aradı ve:
’Oğlum yarın sen gelme!’ dedi. Ben de herhalde içimden geçenler mübareğe malum oldu o yüzden çağırmıyor, diye düşündüm ve:
’Efendim, ben hazırlandım, müsaadenizle gelmek istiyorum!’ diye ısrar edince, Mübarek:
’Oğlum, sana kaza gözüküyor, gelme!’ dedi. Ben de:
’Peki Efendim!’ dedim. Aradan on beş gün geçince Ankara’ya gittiğimde:
’Oğlum, Suluova’ya gideceğiz!’ dedi. Suluova’da bir hâkim arkadaş vardı onun yanına gittik. Hoşsohbetten sonra yola çıktık. Bende o zamanlar beyaz bir şahin var. Hâkim’in oğlu da arkadan başka bir arabayla geliyor ve hızlı sürdüğü için ben de mecburen hızlı gidiyorum. Ben bu hızla giderken Suluova’nın içinde bir hemzemin geçit varmış ve ben bu geçidi bilmiyordum. Geçide gelince burada bir çıkıntı varmış ve hızlı bir şekilde bu çıkıntıya girince sekiz on metre uçtuk ve araba yaklaşık yarım metre havalandı. Sonra araba yere indi ve arabanın amortisörleri toprağı kazıyarak durabildik. Sonra ben arabada bir şey var mı yok mu diye aşağıya indim. Arabada hiçbir sıkıntı yoktu. Mübarek de aşağıya indi ve:
’Oğlum, geçmiş olsun, senin hakkında gördüğüm kaza buydu!’ dedi. Bundan sonra: ’Korkma oğlum, hadi gidelim!’ dedi.
Şeyh Şaban-ı Velî Hazretlerini Ziyaret
Abdullah Efendimle biz damadı Hasan Basri’nin sünnet düğünü için Kastamonu’ya gittik. Sabah namazında ise Şeyh Şaban-ı Velî hazretlerinin camisine gittik. Şeyh Şaban-ı Velî hazretlerinin müritleri de ziyarete gelmişler. Onlarla tanıştık ve Mübarek onlara hafif de olsa sohbet etti. Sonra oradan onlarla beraber çıktık. Müritler 50 nc otobüsle gelmişler ve önden gidiyorlar. Dağlık kesimden aşağı inerken baktım ki otobüs kenarlara vurarak devam ediyor ve anladım ki otobüsün frenleri patlamış. Bu hali görünce Abdullah Efendim de biz de dualar etmeye, ayetelkürsiler okumaya başladık. Neyse, araba böyle giderken 300 metrelik bir uçurumun başına geldiğinde aniden durdu. Arabadan inenler sapsarı kesilmişler ve arabadan inen hemen kendini yeşilliğin üzerine bırakıyordu. Şoför olduğunu tahmin ettiğim kişi de indi ve ben de onun yanına yaklaştım ve:
’Geçmiş olsun, frenin mi patladı?’ diye sordum.
’Evet!’ dedi.
’Peki, nasıl durdun, vites düşürerek falan mı durdun?’ diye sordum.
’Hayır, ben de anlamadım, araba geldi burada durdu!’ dedi. Sonra Abdullah Efendime sorduk.
’Şeyh Şaban-ı Velî hazretleri arkamızdan çok dua etti, himmet etti, öyle durdu!’ dedi. Normalde arabanın bu şekilde durması maddî olarak izah edilecek bir şey değil. Bu ancak manevî olarak gerçekleşen bir durumdur.
Nurlu Hatıralar - 147.Sayı
Özlenen Rehber Dergisi 147. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.