Özlenen Rehber Dergisi

147.Sayı

Tarikatın Usulleri ve Şartları

Ömer Faruk EJDER Özlenen Rehber Dergisi 147. Sayı
Saygıdeğer okuyucular! Bu ayki yazımız, geçmiş yazımızın devamı niteliğinde Bâtûmî hazretlerinin risalesinin ikinci faslı olan ’tarikatın usulleri ve şartları’ hakkında olacaktır.

İkinci fasıl: Tarikatın usulleri ve şartları hakkındadır.

Bil ki, tarikatta en yüksek merama ulaşabilmek için usul ve şartlar vardır. Şartlara gelince onlar dörttür:
1- Mâturîdî ve Eş’arî esasına göre itikadı tashih etmek.
2- Nasuh tevbe: Zahir ve batın bütün masiyetleri terk ederek Allah’a rucû etmek.
3- Sünnet-i seniyye ile amel edip tüm şeriatın ahkâmına tutunmak ve mutahhar (pak) olan dinimizin edepleri ile edeplenmek. Mezhep imamlarımızın birine ittiba etmek, daha ihtiyatlı olanı ile amel etmek ve o mezhepte muteber olan görüşü tatbik etmek.
4- Bidatten içtinap etmek: Sapkın fırkaların ihdas ettiği ve dört mezhep imamının onaylamadığı her türlü fikir, söz ve fiillerden uzaklaşmaktır.
Bu husus, hadis-i şerifte şöyle geldiği gibi: ’Muhakkak ki söz(ler)in en doğrusu Allah’ın Kitabı (Kur’an)’dır. Yol(lar)ın en güzeli ise Muhammed’in yoludur. İşlerin en şerlisi (dinde olmayıp) sonradan uydurulanlarıdır. Her sonradan uydurulan, bidattir. Her bidat de sapıklıktır. Her sapıklık (sahibi) da Cehennemdedir.’1

Bu yolun usulleri ise yine dörttür:
1- Tevhit.
2- Marifet.
3- Muhabbet.
4- Allah’ın kazasına rıza ile beraber kulluk.
Kudsî hadiste Yüce Yaratan buyurdular: ’Ben gizli bir hazine idim. Bilinmek istedim, mahlûkatı yarattım.’ Diğer bir rivayette: ’Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, bilineyim diye mahlûkatı yarattım.’2
Yine başka bir rivayette: ’Ben gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, halkı bilinmem için yarattım. Böylece kendimi onlara tanıttım, onlar da beni tanıdılar, bildiler.’3
Yine Kur’ân-ı Kerim’de: ’Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’4 Yani beni bilsinler, birlesinler, diye.
Kaza ve kadere rıza ile beraber yaratılışın sebepleri olan muhabbet, marifet, tevhit ve kulluk, bu hadis ve ayet ile de anlaşılmış oldu. Bu dört usul olmadan kişi kâmil mümin olamaz, iki cihanda bunlar olmadan felaha kavuşmaz. Amellerin en efdali (faziletlisi) muhabbetullah (Allah sevgisi), O’ndan recâ etmek (ümit) ve havf’tır (korku).
Havf: Arapça, korku manasınadır. Allah’ın kahrından korkarak dinde sabit olmak. Bunun zıddı ’recâ’, umma, ümitli olmadır.
Diğer bir tarife göre havf, yasaklanan şeylerden ve günahlardan utanmak ve bu hususta üzüntü duymak demektir. Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle der: ’Ben, Allah’tan en çok korkanınızım. Allah, Hz. Davud’a, yırtıcı hayvandan korkar gibi Ben’den kork, diye vahyetmiştir.’ Yine bir hadiste, şöyle denilir: ’Allah’tan korkandan, herkes korkar, Allah’tan başka şeylerden korkan, her şeyden korkar.’ Ebu’l-Kasım el-Hakîm, korkuyu rahbet ve haşyet olmak üzere ikiye ayırır: Rahbet sahibi korkunca kaçacak delik arar ve Allah’tan gayriye sığınır; haşyet sahibi ise Allah’a sığınır.5
Bir hadisi şerifte: ’Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.’6
Kul Allah ve Rasûlü (s.a.v.) sevgisinde yaşar ve bu sevgi üzerine ölürse ahirette kurtulanlardan olur; aksi takdirde kurtulamaz. Her kim Allah ve Rasûlü’nün sevgisini iddia ediyor; lakin emirlerine ve nehiylerine muhalefet ediyorsa o kişi gurur sahibi yalancıdır. Zira seven sevdiğine itaat eder.
İshak b. Bişr, o da Cafer b. Muhammed es-Sâdık’tan, o da babasından, dedesinden, o da Ali b. Ebî Tâlib (r.a.)’den rivayetle dedi ki: ’Miraç gecesi Allah Rasûlü (s.a.v.) Rabbinden bunu istedi. Dedim ki: ’Yâ Rabbi! Amellerin hangisi daha faziletli?’ Allah Azze ve Celle buyurdu ki: ’Bana tevekkül ve taksim ettiğime razı olmaktan indimde daha güzel bir amel yoktur. Benim için birbirlerini sevenlere muhabbetim vacip oldu, benim için birbirlerinden ayrılanlara muhabbetim vacip oldu, benim için bir araya gelenlere muhabbetim vacip oldu, bana tevekkül edene muhabbetim vacip oldu. Bana olan sevgiyi ilim kuşatamaz, nihayeti ve sonu yoktur; ilimlerini her yükselttiğimde onlara yumuşak huyluluğu verdim, onlar ki mahlûkata benim nazarım ile baktılar, ihtiyaçlarını halktan talep etmediler, karınları helal yemeden dolayı hafiftir, dünyadaki nimetleri beni zikretmeleridir, benim de onlara muhabbet ve rızamdır.’
Bil ki âlemler dörttür:
1- Mülk âlemi,
2- Melekût âlemi,
3- Ceberût âlemi ve
4- Lâhût âlemi.
Mülk âlemi ki beşeriyet âlemi de deniliyor, o da dünya ve içinde olanlardır. Çünkü âlem-i şehadet olduğundan bedene taalluk eder. Beşeriyet âlemi olarak adlandırılması ise hissiyatın bu âleme taalluk etmesinden ve değişime açık olmasından ötürüdür. Tasavvuf ehli arasında, dünya seması, yıldızlar, güneş ve ay dünyadan sayılır.
Âlem-i melekût: Kalp ile alakalı melekût âlemi ise semâvat ve içindekilerdir, bu da bize gayb âlemidir. Bu âlemin diğer adı ise ’nur’ veya ’mele’i a’lâ’dır.
Ceberût âlemi: Ceberût âlemi ki diğer adı da ruhlar âlemi, esmâ âlemi ve ilahi sıfatlar âlemidir. Bu da letâif’lerden ruha taalluk eder.
Lâhût âlemi: Lâhût âlemi ise arşın ötesindedir. Buna, ’hala ve mela değildir’ denir. Bu da sır ile alakalıdır.
Ruhlar da dörttür:
1- Cismanî ruh,
2- Seyranî ruh,
3- Sultanî ruh ve
4- Kudsî ruh.
İnsanî ruh dışındaki ruh yani kudsî ruh fanidir, devam etmez. İnsanî ruh ise ebedî olarak fani olmaz, çünkü o yaratılışta aslîdir ve emr âlemindendir. Bu manaya (Rasûlullah s.a.v) bir hadis-i şerifte şöyle işaret emiştir: ’Ebediyet için yaratıldınız.’7 Yine bu manada Cenâb-ı Hak şöyle buyurmakta: ’(İnsanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli cehennemdedir.’8 Cennet ve Cehennemin yok olmayacağı gibi ehli de fani olmayacak. Emâlî’de: (Ne Cennet ne Cehennem ne de ehli fani olmayacaklar). Ulvi olan ruhun süfli âleme inişi kurbiyet iksiri olan marifetin tahsili içindir. Zira Allah Teâlâ şöyle buyurmakta: ’Biz insanı en güzel şekilde yarattık, sonra onu aşağıların en aşağısına döndürdük.’9
Allah Teâlâ, kudsî ruhu lâhût âleminde yarattığında, kalp ve kalıp vasıtasıyla ona kurbiyet ihsan etmek istediğinde, onu önce ceberût âlemine, bedenine tevhit tohumunu ekmesi için onu esfel-i sâfilîne indirdi ki onun kalbinde tevhit ağacı yetişip kurbiyet ve rıza meyvesi versin. Nuraniyetini bu âleme koydu. Bu âlemde ceberût libası giydi. Melekût âlemine indirip ona melekût libası giydirdi. Mülk âleminde yanmaması için ona aslî libasını giydirdi. Ruh ve bedenin imtizacı ve izdivacı ile iki velet hâsıl oldu: Biri ruhun veziri olan erkektir ki o aklı meâd’dır; nefsin veziri olan ise dişi olup aklı meâş’tır. Her iki ruhun ayrı orduları vardır ve aralarında daimi bir cihat vardır. Hüküm galip gelenedir. Ruhun veziri galip geldiğinde mutluluğun esbabını tahsil ettiğinden dolayı insan mutlu olur. Nefsin veziri galip geldiğinde şekavetin (bedbahtlığın) esbabını tahsil ettiğinden insan şaki (bedbaht) olur. Bundan Allah’a sığınırız.
Ruhun âlem-i lâhût’ta zuhur etmesine kudsî ruh, ceberût kisvesine sahip ruha sultanî ruh, mülk kisvesine sahip ruha cismanî ruh adı verilir. Bedende her bir ruha ayrı bir yer verilmiştir. Cismanî ruhun yeri et ile kan arasındadır. Seyranî ruhun yeri kalptir. Sultanî ruhun yeri fuad’dır. Kudsî olan ruhun yeri sır’dır. Ruhunu kuvvetlendirip onun gıdasını artırıp ikmal edene müjdeler olsun. Onun gıdasını azaltıp zayıflatana yazıklar olsun.
Ruhun gıdası; taat ve ibadetler, zikir, Kur’an tilaveti ve diğer salih amellerdir.
Nefsin gıdası iki türdür: Maddî ve maddî olmayan. Maddî gıdası ise yeme ve içmedir. Maddî olmayan gıdaları ise, her türlü masiyet, kötülük, büyük ve küçük günahlar. Allah’ın bizi bu günahlardan affetmesini ve muhafaza buyurmasını dileriz.

(Endnotes)
1 Nesâî, Salâtu’l-İydeyn, 22; Müslim, Cumua’, 13.
2 Tasavvuf literatüründe meşhur olan bu rivayet hadis kaynaklarında bulunamamıştır. Ancak İsmail Hakkı Bursevî’nin Kenz-i Mahfî adlı eserinde Muhyiddin İbnu’l Arabî’nin bu hadis için ’Keşfen sahih, naklen sabit değildir’ ifadesini kullanmış olduğu nakledilir. Bkz. Ahmet Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Dayanakları, s.98-99.
3 Keşfu’l Hafa, Aclûni,2.133 Hadis no: 2016; Ed-Dürerü’l-Müntesire, Celalettin-i Suyuti,125; El-Esraru’l-Merfua, Aliyyu’l-Kâri, 273.
4 ez-Zâriyât, 51/56.
5 Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Ethem Cebecioğlu, s.107.
6 Bkz., Aliyyü’l-Kârî, Mirkâtü’l-Mefâtîh, 1/332, 7/375, 8/431.
7 Hâkim ’Müstedrek’te; Taberânî ’Kebîr’de rivayet etmiştir.
8 eş-Şûrâ, 42/7.
9 Et-Tîn, 95/4-5.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.