Ömrün sonundan başına bakmayı hiç denediniz mi? Ağızların tadını kaçıran ölümle karşılaşma sahnemizi bir ân olsun düşünmek, bizler için, süregelen hayatımızda yeni bir başlangıç yapabilmeye en fâideli âmillerdendir. Önce karşımıza kayıp yıllar, pişmanlıklar, ardından bir ayıklık ve sıçrama gelecektir. Ehl-i hâlin tabiriyle ’tezekkürü’l-mevt (ölümü hatırlamak)’, gerçekleştireceğimiz sıçrama akabinde bir nefis müvâzenesi yapmak ve Ma’bûdun bi’l-hak olan Rabbimizin murâdı doğrultusunda, ömrün yelkovanları dönmekten yorulmadan, evsâf-ı kâmile ile bir ân evvel zînetlenilmesine kapı açacaktır.
Hastalıkların daha çok çeşitlendiği günümüzde insanlığa tebelleş olan en elim marazlardan birisi de, hastalığının farkına varamama hastalığıdır. Ruhlara tutulan aynalar kırılınca, gönül ikliminde biten gulyabânîler başlarına buyruk seyr-u sefer ededursun, biraz da, günden güne eriyen kültürümüzün yazgısıyla kotlanmış dînî telakkî ve tecrübemiz, hatta yaşantımızın her bir veçhesi, içi neredeyse buharlaşmış, dışı ise varlığından haberdar olmayan bir var olarak ayakta durmaktadır.
Evet, manadan sarf-ı nazar ettiğimiz günden beri, değişim furyasının da rüzgarıyla dînî yaşantıyı birkaç şeklin içerisine hapsetmiş olduk.
Nasıl ki kan kaybeden bir yaralı en çok suya hasret kalırsa ve yine ona hayat olacak en temel hâcet su ise, günden güne ve içten içe bizi rahatsız eden; ’inanıyoruz ama bunca sıkıntı niye?’ düşüncesi, aslında su misali hayatın en önemli molekülüne, yani varlığıyla âlemin ancak anlam bulacağı Allah ve Rasûl’üne ne denli hasret kaldığımızın en bâriz ifadesidir.
Yapılması gereken; derin bir tefekkür, ilim ve irfanla ruh tıbbının eczasından modern hastalıklarımıza evrensel ve zamanlar üstü reçeteler bulmaktır. Tüm tahliller göstermektedir ki, günümüzde biz Müslümanların en temel problemi; gözlerimize, değer olarak sadece maddeyi var kılan, Hakk ve Habîb’ine de sevgi ve itaatimizi saf dışı edecek gözlükleri takmış olmamızdır. İşte dünyayı kendi gözlerimizle, fakat bu gözlüklerle görmekteyiz. Bu gözlükleri çıkarmalıyız ki hakikati görmeye yabancı olmayan gözlerimiz yeniden maddenin arkasındaki manayı, Allah için cehtin ardındaki rıza ve mükafatı görebilsin.
Kendimize dönelim. Gönül evimizde, Rasûlullah’ı, beşere en güzel modeli ve numûne-i imtisâli bekler bulacağız.
Kıymetli Rehber okurları! Sizlere, işte bu sayımızda, kendisini tanımış ve ahlâk-ı hasenelerle hem kendisine, hem de başkalarına iyiliği ve güzelliği götüren, bütün kötülüklerden ırak kalmaya çalışan ve Kur’ânî lafızla ’muttakî’ diye tesmiye edilen mümtaz kişilerde bulunan vasıfların Rahmetli Üstadımız Abdullah Fârukî el-Müceddidî (k.s.) tarafından şerh edildiği bir tefsir çalışmasını ve Sayın Muzaffer Yalçın Hocaefendi’nin, temel hastalığımız diye gördüğümüz Allah ve Rasûl’üne yabancılaşma mevzuunda ’Rasûlullah’ı Kaybeden Değil, Ona Kavuşan Toplum Olmalıyız’ adlı bir makalesini sunuyoruz.
İyilik ve güzellikler münferiden yaşandığında değil de, paylaşıldığı zaman güzeldir. Yine kötülüklerden de şahıs olarak değil de, toplum olarak uzaklaşılınca maksat hasıl olacaktır. Zira bazı kavimlerin içerisinde iyi insanlar olmasına rağmen onlar, iyilikleri sadece kendileri yaşadığı ve kötülüklerden de aynı şekilde başka insanları sakındırmadıkları için kötülerle beraber topluca helak olmuşlardır. Kısacası iyiliği emretmek ve kötülükten nehy etmek mevzuunda da Cumali Kara bizleri bilgilendirmektedir. Gerçek kulluğu yakalamak, kendisine kul olduğumuz Rabbimiz dışında, boyunlarımızda tasmaları ve ayaklarımızda prangaları bulunan bütün ağyarın sultasından kurtulmakla olacaktır. Zühd, bizlere, Hakk dışındaki şeylere muhtaciyetten bir tür kurtarma reçetesidir. Zühd, Rasûl-i Zîşân’ın ve Sahâbe-i Güzîn’in en önemli ahlâklarındandır. Yakup Yüksel kardeşimiz bu sayımızda bizlere Efendimiz (a.s.) ve Hulefâ-i Râşidîn’de zühdî yaşantıya dair önemli bilgiler vermektedir.
Her sayımızda farklı önemli şahsiyetlerden biri veya birkaçını sizlere tanıtmaktayız. Bu sayımızda da Rasûl-i Zîşân Efendimiz’in ezvâcından Hz. Ümmü Seleme (r.anhâ) annemizi Aysel Kocabaş Hanımefendi, İslâm’ın ilk hemşiresi olan Hz. Rüfeyde (r.anhâ)’yı Sayın Derya Dağ ve Kâdîriyye Yolu’nun ulvî şahsiyetlerinden İmam Hasan-ı Müctebâ’yı da Abdülcelal Emanet Beyefendi kaleme alarak sizlere tanıtmaktadır.
Güzel olan, dostu bulmak değil bulduktan sonra iyi sahip olmaktır diyor ve sizleri, sizler için hazırlanan çalışmalarla baş başa bırakıyoruz. Huzur ve Selâmet dolu günler temennisi ile...
İyiliklerin ve Güzelliklerin Sultanı Habîb-i Zîşân'ın Ahlâkına Rücu' Edelim
Özlenen Rehber Dergisi 16. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.