Özlenen Rehber Dergisi

138.Sayı

Selam'ın ve Selâmlaşmanın Önemi

Abdurrahman ÇALIŞKAN Özlenen Rehber Dergisi 138. Sayı
Bizleri iman nimetiyle şereflendiren Rabbimize hamdolsun! Ona (c.c.) kul olmak, kulluğu O’nun emirleri ve Habibinin (s.a.v.) örnekliği üzere yaşayabilmek dünya ve ahret saadetinin müjdecisidir. Ne mutlu, İslam’ın gönüllere açmış olduğu dosdoğru yolda, kulluk sorumluluklarını bihakkın yerine getirebilen bahtiyar kullara!... Ne mutlu İslam’ın her bir buyruğunda Hakk’a yakınlık nişanelerinin hazzını bulanlara!...
Matlup olunan bir kul olmak, Rehber-i Mutlak Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizle azamızdaki ülfet ve ünsiyet bağlarını daima canlı tutmayı gerekli kılar. Miraç dönüşü Sıddık-ı Ekber (r.a.)’in dediği gibi, her bir peyganberî davete ’O söylemişse doğrudur’ inancıyla teslim olmak iman-ı kâmilin olmazsa olmaz şartıdır.
Bir çok nebevî sünnet, emir ve tavsiye vardır ki, gönüllerde itaat ve ittiba kuvveti heva rüzgarlarıyla kırılıp hasar görünce önemi de kavranamaz hale gelmektedir. Önemi idraklerden düşüce toplum arasında çoğu kez o İslamî şiar sureten yaşar hale gelmekte, ama kulları maksada kavuşturma özelliğini yitirmiş bulunmaktadır. Her bir dini vecibenin hakikatte başka bir şeyle doldurulamaz bir yeri vardır.
Günümüz dünyasında ’selamlaşma’ ibadeti de işte bahsettiğimiz böyle bir akibete kurban olmuştur.
Selam, Hazreti Allah’ın Esmâ-i Hüsnâ’sında zikredilen o en güzel isimlerinden biridir. Sıradan herhangi bir kelime değildir. Müminler arasındaki esenlik parolasıdır. En özlü dualardandır. Her bir selamla muhatabımıza Allah’tan esenlik duasında bulunmaktayız. Rabbimizin bu yüce isminin taşıdığı bazı anmalar şöyledir:
ES-SELÂM: Esenlik veren, sulh ve barış temin eden, yaratıklarını selâmette kılan, her türlü kusur, acizlik, noksanlık ve başkalarının kendisine kusur, noksan ve zarar vermesinden sonsuz derecede uzak ve emin bulunan Hz. Allah (c.c.)….
Cennetin bir adına ’Dâru’s-Selâm/ Selam evidir.’ Oraya giren artık selamettedir. Ebediyen darlık ve sıkıntı, üzüntü ve keder görmez. Boş söz duymazlar, oradaki esenlik dilekleri ’selam’dır. ’Rableri katında selam yurdu (cennet) onlarındır. Allah, yapmakta oldukları şeylerden dolayı onların dostudur.’ (Enam, 6/127.)
’İnanan ve salih ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, içlerinde ebedi kalacakları ve içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokulacaklardır. Oradaki esenlik dilekleri ’selam’dır.’ (İbrahim, 14/23.)
’Orada ne boş bir söz, ne de günaha sokan bir şey işitirler. Sadece ’selam!’, ’selam!’ sözünü işitirler. Ahiret mutluluğuna erenler, ne mutlu kimselerdir!’ (Zariyat, 56/25-27)
Selam kelimesi işte böyle büyük mana ve tecellileri havidir. Cennette müminlerin birbirlerine hitabı ’selam’dır, dünya hayatında da hitapları bu güzel kelimeyle başlamalı ve bu güzel kelimeyle bitmelidir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): ’Sizden biriniz meclîse geldiği zaman selâm versin. Dönünce de selâm versin; çünkü sonraki selâm öncekinden daha farklı değildir.’ (Buhari, Edebü’l-Müfred, 347)
Bir meclise varıldığımız zaman, orada oturanlara selâm vermek icap ettiği gibi, o meclisten kalkıp ayrılırken de, yine selâm vererek ayrılmak Sevgili Peygamberimizin Sünnetindendir. Bu Selâm, geride kalanlara güven sağlar ve onlara bir rahmet dileği olur.
Selam bir yönüyle de bize ilk atamız Hz. Âdem (a.s.)’ın mirasıdır. Allah Teâlâ, yaratmış olduğu ilk insan Hz. Âdem’e, meleklere gidip selâm vermesini emretmiş ve şöyle demiştir:
– Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu. Âdem aleyhi’s-selâm meleklere:
– es-Selâmü aleyküm, dedi. Melekler:
– es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına ’ve rahmetu’l-lâh’ı ilâve ettiler.’ (Buhârî, Enbiyâ 1; İsti’zân 1; Müslim, Cennet 28 )
Evet, Allah’ın bu emir doğrultusunda ’es-Selâmü aleyküm’, yani, ’Esenlik üzerinize olsun.’ diye selâm veren Hz. Âdem’e melekler, ’es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh’ (Esenlik ve Allah’ın rahmeti senin üzerine olsun.) sözleriyle karşılık vermişlerdir.
Selam’ın üstte değindiğimiz ve manevi cihetleri yanı sıra toplum ilişkilerini düzenleyen çok önemli yönleri de bulunmaktadır. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim’de şu âyet-i kerimeler bizlere rehberlik etmektedir: ’Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya aynı selamla karşılık verin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.’ (Nisa, 4/86.)
Bilindiği gibi selâmın en kısası ’es-selâmü aleyküm’ sözüdür. Kendisine böyle selâm verilen kimse, bir kelime artırarak selâmı alır, ’ve aleykümü’s-selâm ve rahmetu’llâh’ derse işte bu daha güzeliyle selâm vermek diye adlandırılır. Bu tarzda selâm verme âdeti İslâm ümmetine hastır.
Diğer milletlerin selâmı çoğunlukla işaretlerledir. Meselâ hıristiyanların selâmı elini ağzına koymak, yahudilerinki birbirine parmaklarla işaret etmek veya baş eğip bel kırmak, mecûsîlerinki eğilmek, Cahiliye Araplarınınki de Allah ömürler versin demek şeklinde olduğu nakledilir.
Bu âyet-i kerîmeden hareketle ulemamız selâm vermenin sünnet, almanın farz-ı kifâye olduğu hükmüne varmışlardır. Fakat bunun yeri konusunda bazı sınırlar çizmişler, meselâ oyun oynayana, şarkı söyleyene, abdest bozmakta olana, hamamda veya başka bir yerde çıplak bulunana selâm verilmeyeceğini; hutbe, sesli olarak Kur’an okuma, hadis rivayeti, ilim okutma, ezan ve ikâmet esnasında da selâm alınmayacağını ifade etmişlerdir.
Selam hakkında diğer bir ayet-i kerime şöyledir: ’Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, izin almadan; geldiğinizi hissettirip ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.’ (Nur, 24/27.)
’Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, ’Geri dönün’ denirse hemen dönün. Çünkü bu sizin için daha temizdir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.’ (Nur, 24/28.)
Bu âyetler bize başkalarına ait evlere girme ve misafir olma gibi önemli bir konuda nasıl davranılacağının edebini öğretmektedir. Çünkü başkalarının mülküne izinsiz girmek, İslâm nazarında haram, hukuken de yasaktır. İnsanın kendi mülkü olan, dinen ve hukuken girmeye hakkı bulunan ev içerisinde bile başkalarının odalarına habersiz ve selâmsız girmek, din açısından ve terbiye yönünden yasak kılınmıştır. İnsanın bir eve geldiğini farkettirmesi, ev halkından içeri girmek üzere izin istemesi demektir. Gerçekte iznin mahiyeti, evin girmeye müsait olup olmadığını öğrenmektir. Herhangi bir eve veya odaya baskın yapar gibi girmek câiz değildir. Çünkü meskenler, her türlü tecavüzden ve edepsizlikten korunmalıdır.
Câhiliye Arapları birinin evine vardıkları zaman mahremiyete saygı göstermez dünya ve âhiret saadetini temenni etmek olan selamı da bilmezlerdi. ’Sabahınız hayat olsun’ veya ’hayr olsun’, ’aydın olsun’, ’akşamınız hayat olsun’ gibi sözler söylerlerdi. Bunlarla günümüzde kullanılan ’günaydın’, ’tünaydın’ sözleri arasında garip bir benzerlik vardır. Bunlar kötü bir şey olmamakla beraber, İslâm’ın selâmının yerini tutmayan anlık temennilerdir. Üstün bir medeniyet olan İslâm’ın bize öğrettikleriyle güdük medeniyetlerin âdetleri olan sözler kıyas edilemez.
Bir eve gelindiğinde izin isterken veya günümüzde yaygın bir âdet olan kapıların zilleri çalındıktan sonra yüzünü kapıya doğru dönmeyip, sağa veya sola yönelerek, içeriyi görmeyecek şekilde durup beklenilmelidir. Bir adam Peygamberimiz’e gelerek:
– Annemden de izin isteyecek miyim, diye sormuştu. Efendimiz:
– Evet, annenden de izin istiyeceksin, buyurdu. Adam:
– Ama onun benden başka hizmet edeni yok, her girişimde izin mi isteyeyim, deyince:
– Ananı çıplak görmeyi arzu eder misin, cevabını verdiler (Süyûtî, ed-Dürrü’l-mensûr, VI, 173). (Riyazüssalihin, Tercüme ve Şerhi, Erkam Yay. Selam Bahsi)
Yine diğer Kur’ânî adâb ise şöyle ferman ediliyor: ’…Evlere girdiğiniz zaman kendinize, Allah katından mübarek ve hoş bir esenlik dileği olarak, selam verin.’ (Nur, 24/61.)
Mü’minler kendi evlerine girdiklerinde de âile fertlerine selâm verirler. Çünkü selâm, insanın başkalarına hem dünya hem âhirette sâadet dilemesidir. Selâmı alan da aynı şekilde dua ile mukabelede bulunmuş olur. Durum böyle olunca, kişinin kendi aile efradına selâm vermesi daha da önem kazanır. Hatta bu âyet evde kimse olmasa bile, giren kimsenin kendi kendine selâm vermesi gerektiğine delil getirilmiştir. Bu durumda verilecek selâmın ’es-selâmü aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn’ şeklinde olması gerektiği belirtilir.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) çeşitli vaaz ve hutbelerinde müminlerin görevleri veciz bir şekilde özetlerdi. Bunlardan birindeki emirlerini Sahabe-yi Kiram bizlere şöyle aktardı:
Rasûlullah (s.a.v.) bize şu yedi şeyi emretti: Hasta ziyaretini, cenâzeye iştirak etmeyi, aksırana hayır dilemeyi, zayıfa yardım etmeyi, mazluma yardımcı olmayı, selâmı yaygın hale getirmeyi ve yemin edenin yemininin yerine gelmesini temin etmeyi. (Buhârî, Mezâlim 5)
Bu emirlerden birisi de selamın yaygınlaştırılmasıdır. Peki sadece tanıdıklara mı? Hayır… tanıdık tanımadık tüm müminleri selamımıza dahil etmeliyiz. Bu şekildeki bir uygulama İslam’ın en önde gelen hasletlerinden sayılmıştır:
Bir adam, Rasûlullah Efendimize (s.a.v.); ’İslâm’ın hangi özelliği daha hayırlıdır?’ diye sordu. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.):
’Yemek yedirmen, tanıdığın ve tanımadığın herkese selâm vermendir’ buyurdu. (Buhârî, Îmân 20)
Cennet tüm müminlerin arzusudur, ümididir. Ancak Cennet için çalışmak gerekir, salim amele sarılmak gerekir. Müminlerin birbirlerini sevmeleri de cennetin kapılarını bizler için aralayacak çok önemli bir ahlaktır, ameldir. Bunu da selamlaşma temin etmektedir.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
’Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.’ (Müslim, Îmân 93).
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz çocukları da selamında ayırmazdı. Bu davranışın çocuklar üzerinde çok büyük olumlu tesirler oluşturduğu bugün, kişisel gelişim ve psikoloji uzmanlarınca da dillendirildiği görülmektedir. Çocuklara selâm vermek, onların şahsiyetlerinin oluşumuna, eğitimine, kalblerinin hoş tutulmasına vesile olur.
Selamın alışkanlıktan öte fark edilemeyen, gözden kaçırılan bir yönü de berekettir. Bereket tabir olunan Allah’ın rahmet, lutuf ve ihsanı ailemde tecelli etsin, evim huzur kaynağı olsun isteyenler Sevgili Peygamberimizin yaşı küçük olan sahabesi Enes’e (r.a.) şu emrine kulak vermelidir: ’Yavrucuğum! Kendi ailenin yanına girdiğinde onlara selâm ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun’ buyurdu. (Tirmizî, İsti’zân 10 )
Bir müslüman sadece başka kimselerin evlerine girdiğinde değil, kendi evine girdiğinde de evde bulunanlara selâm verir. Evde bulunan babası, annesi, eşi, çocukları veya yakın akrabası olabilir. Evde kimse olmasa da selâm vermelidir. Ve selam vermede önce davranan hayrın büyüğünü kazanmış olur. Zira ’İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selâm verendir.’ (Ebû Dâvûd, Edeb 133)
Müslümanların birbirleri üzerinde birtakım maddî ve manevî hakları vardır. Bunları yerine getirmeleri, onların müslümanlıklarının gereğidir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: ’Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır.’ ’Onlar nedir ey Allah’ın Resûlü?’ diye sorulunca şöyle demiştir: ’Onunla karşılaştığın zaman selâm ver, seni davet ettiğinde ona icabet et, senden nasihat istediğinde nasihat et, aksırıp Allah’a hamd ettiğinde ona duayla karşılık ver, hastalandığında onu ziyaret et ve öldüğünde cenazesine katıl.’ (Müslim, Selâm, 5)
Selâm, dostluğun, kardeşliğin, tevâzuun nişanesidir. Başka hiçbir söz selâmın yerini tutmaz, onu asla tam olarak karşılamaz.
Rabbim bütün işlerimizde Sevgili Peygamberimiz’e (s.a.v.) onun hoşnut olduğu hal üzere tabi olmayı lütfetsin. Sa.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.