Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ailesi, diğer adıyla Ehl-i beyti, ev halkı bugün her zamankinden daha çok bilinmeye, tanınmaya, okunmaya, araştırılmaya ihtiyaç duymaktadır. Zira tüm dertlerin devası Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’dedir, seven, inanan ve teslim olan bir kalp için…
Ehl-i beyt kavramı; yurdumuzun tamamında çok iyi tanınıyor demek zordur. Ancak gün geçtikçe sorgulanan, dinimizce yeri ve hakikati merak edilmekte, İslam dinindeki konumları araştırılmaktadır.
Ehl-i beyt kavramı siyasi tarih açısından zaman zaman istismar edilmiş, onların isimleri kullanılarak masum halka yanlış istikamette perspektifler oluşturulmuştur. Hakeza Ashab-ı Güzin de aynı şekilde yer yer karmaşalarla anılır olmuştur. Bunların bir faydası olmadığı gibi, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’den kişiyi uzaklaştırmaktadır. Zira her bir ferde düşen o ki Peygamber Efendimiz (s.a.v.) kimi nasıl sevmişse o da öylece sevmeli ve ondan faydalanmalıdır.
Onları tanımak, sevmeye atılan ilk adımdır. Zira peygamber bahçesinde büyüyen en güzel güller onlardır. Gereğince tanınmadığı için aslında çok kayıptayız. Ancak ’Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onlar hakkında ne demişti, onlarla olan anıları neydi?’ sorularının cevabını ararken, bu konudaki hadis-i şerifleri okurken kendimizi Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e biraz daha yakın hissedeceğimizde bir kuşku yoktur.
Evet, ’Ehl-i beyt’, aslında, Müslümanların onların sevgisinde yeniden bir araya gelebilecekleri en temel değerlerdendir. Bu değerin; Sevgili Peygamberimizin onlara atfettiği kıymetler açısından ele alınması ve topyekün ümmete bırakılmış bir emanet olduğunun şuurunda olunması ve onları insanlara, Sevgili Peygamberimizin gönül penceresinden tanıtıp sevdirmek en doğru bir hizmet olacaktır.
Peygamberimizi sevmek farz olduğu gibi onun Ashab ve Ehl-i Beyt’ine sevgi ve saygı duymak da dinin bir gereğidir. Onlar hakkında uygunsuz bir söz, bir rivayet, bir haber duyarsanız bilin ki o kesinlikle art niyetli, münker ve itikaden ehl-i sünnetten ayrılmış bidat ehli insanlarca uydurulmuştur. Çünkü onlar Kur’ân’ın ifadesiyle tertemiz insanlardır.
Rabbim bizleri onların sevgileriyle rızıklandırsın. Arzumuz, O’nun (c.c.) hoşnutluğudur.
* * *
Sevgili Peygamberimiz bir gün Ashabına şöyle hitab etti:
’Ey insanlar! Şüphesiz ben de ancak bir insanım. Pek yakında Al¬lah’ın elçisi olan Azrail gelebilir ve ben de onun davetine icabet ede¬bilirim. Ben, aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Birincisi Allah’ın kitabıdır ki, onda hidayet ve nur vardır. Ona yapışan ve ona sarılan kimse hidayet üzere olur. Ondan sapan ise sapıtır. Öyle ise Allah’ın kitabına sarılınız. Ona yapışınız. Diğer emânet ise, Ehl-i Beyt’imdir. Ehl-i Beyt’im hakkında size Allah’ı hatırlatıyorum! Ehl-i Beyt’im hak¬kında size Allah’ı hatırlatıyorum!’ (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/17)
İbn-i Ömer (r.anhumâ) şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v)’in en son konuştuğu söz şudur: ’Ehl-i Beytim hakkında benim halefim olunuz.’ (Taberânî, Evsat; Suyûtî, Câmiü’s-Sağîr, Câmiü’l-Kebîr) Yani Ben onları nasıl görüp gözetiyor, onlara karşı nasıl davranıyorsam siz de benden sonra aynı şekilde davranın, onları görüp gözetin, buyurmuştur.
Hadis-i şerifte zikredileni Kur’ân-ı Kerim’in dinimizi anlama ve yaşamdaki yeri herkesçe malumdur. Ancak Efendimiz (s.a.v.) bir de ’Ehl-i beyt’ini ümmetine bırakmıştır. Niçin? Çünkü ümmetin onlardan istifade edeceği erdemler saymakla bitmez.
Peki Ehli beyt kimdir?
Ehl-i Beyt kavramının sözlük anlamı, ’ev halkı’dır. Istılah olarak ise Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’in ailesine denilir.
Ehl-i Beyt’in nüvesi Hazret-i Rasul-i Ekrem (s.a.v) ile birlikte Hazret-i Haticetü’l-Kübra (r.anh) Validemiz’dir. Çünkü Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’in soyu, onunla olan evliliği aracılığıyla sürmüştür.
Dar anlamda Ehl-i Beyt kadrosuna Hazret-i Peygamber (s.a.v) ile birlikte Hazret-i Fatıma, Hazret-i Ali, Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin (r.anhüm) dâhil edilmektedir. Bunun sebebi, Hazret-i Resul-i Ekrem (s.a.v)’den nakledilen şu hadis-i şeriftir: ’Resul-i Ekrem (s.a.v) torunları Hazret-i Hasan ve Hazret-i Hüseyin’i abasının içine almıştı. Bu sırada Hazret-i Fatıma ve Hazret-i Ali de arkalarında bulunuyorlardı. Resulullah (s.a.v) onları kasd ederek; ’İşte benim ehl-i beytim.’ buyurdu.’
’Ehl-i Beyt’le aynı anlamda kullanılan ’Al-i Aba’ terimi de bu hadis-i şerife dayanmaktadır.
Geniş anlamda Ehl-i Beyt kadrosuna kimler dâhildir? Bu meyanda öncelikle, Hazret-i Peygamberin Ezvac-ı Mutahhara’sından söz etmek gerekecektir. Bunların dışında Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in amcaları; Hazret-i Hamza, Hazret-i Abbas ve oğlu Abdullah b. Abbas (r.anhüm) ve onların çocukları da Ehl-i Beyt’e dâhil edilmiştir. Yine Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in bütün akrabaları ve Kureyş kabilesinden olanlar da Ehl-i Beyt’ten sayılabilmektedir. Ayrıca Rasûlullah (s.a.v) Hazret-i Selman-ı Farisi hakkında da; ’Selman bizdendir.’ buyurarak, onu da Ehl-i Beyt’e dâhil etmiştir. (Hz. Abdullah Farukî el-Müceddidî, Ehl-i Beyt ve Oniki İmamlar, Mukaddime)
Çok daha geniş anlamda düşünecek olursak, başta ashab-ı kiram olmak üzere, tüm muttaki mü’minler, Hazret-i Peygamber (s.a.v)’in ailesindendir. Bunu ifade eden Enes (r.a)’in rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: ’Her müttaki insan, al-i beyttendir.’ (Taberani’nin Evsat’ından ve Beyhaki’nin Sünen’inden)
Kurân’da Ehl-i Beyt?
Ancak, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in Ehl-i Beyti deyince, yalnızca Rasulûllah Efendimiz’le olan akrabalıkları anlaşılmamalı, bu yakınlıkla birlikte onların, Kur’ân’da ve Hadislerde; takvada, güzel ahlak ve sâlih amelde övülen gayretleri de göz ardı edilmemelidir. Zira Ehl-i Beyt’i oluşturan fertlerin her birini kuşatan mümtaz vasıflar Kur’ânda ve Sevgili Peygamberimiz’in hadîs-i şeriflerinde şöyle zikredilmiştir:
Bunlara birkaç örnek zikretmek istiyorum:
’Evlerinizde oturun. Önceki cahiliye dönemi kadınlarının açılıp saçıldığı gibi siz de açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin. Allah’a ve Resülüne itaat edin. Ey Peygamberin ev halkı! Allah sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.’ (Ahzab suresi, 33)
Yine İnsan suresi, 7-10. Âyetlerinde Ehl-i Beyt’in bazı güzel ahlakları zikredilir. Ki her birimize örnektir:
’O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar.
Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler.
Yedirdikleri kimselere şöyle derler: ’Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz.’
’Çünkü biz, asık suratlı, çetin bir günden (o günün azabından dolayı) Rabbimizden korkarız (derler)’
Bu ayetler şu olay anlatmaktadır:
Mukâtil’den olan Keşşaf sahibi de, bu kıssaya yer vermiş ve İbn Abbas (r.a)’dan şunu rivayet etmiştir:
"Hasan ve Hüseyin (r.a) hasta olmuşlardı. Derken, bir takım kimselerle beraber, Allah’ın Rasulü (s.a.s), bunları ziyaret etti. Bunun üzerine o kimseler, "Ey Ebu’l-Hasan, keşke çocuğundan ötürü (onun iyileşmesi için) bir adakta bulunsan.." dediler. Bunun üzerine, Ali, Fatıma ve cariyeleri Fıdda, "Eğer, Cenâb-ı Hak bu ikisine şifa verirse, üç gün oruç tutacakları adağı"nda bulundular. Derken, Hasan ile Hüseyin iyileştiler. Ama, adakta bulunanların yanında, yiyecek namına hiçbir şey yoktu. Bunun üzerine Ali, Hayberli bir yahudi olan Şem’ûn’dan, üç "sâ " arpa borç aldı. Derken, Fatıma, bir sâ’ını un haline getirdi, kendi sayılarınca beş tane çörek pişirdi. Oruçlarını açmaları için, onlar, bunları önlerine koydular. Derken, tam o sırada, yanı başlarına bir "sâil" dikiliverdi. Ve, "Ey Muhammed’in ehl-i beyti, es-Selâmu aleyküm... Ben, müslüman yoksullardan bir yoksul, bir miskin... Beni doyurun ki, Allah da sizi cennet sofralarından yedirsin, içirsin..." dedi. Bunun üzerine onlar, bu yoksulu tercih ettiler. Derken, su içme hariç, hiçbir şey yemeden gecelediler ve oruçlu olarak sabahladılar. Akşam olunca da, o yiyeceği yeniden önlerine aldılar. Tam o sırada yanı başlarında, bir yetim beliriverdi. Bu sefer de bunu tercih ettiler. Derken, üçüncüsünde de kendilerine bir esir geldi. Onlar, yine aynı şeyi yaptılar. Sabah olunca da, Hz. Ali (r.a), Hasan ve Hüseyin elinden tutarak, Allah’ın Rasulü (s.a.s)’nün yanına girdiler. Hz. Peygamber (s.a.s), onları, açlığın şiddetinden dolayı tıpkı bir civciv gibi tirtir titrerken görünce, "Sizde gördüğüm bu şey beni ne kadar üzdü?!.." dedi, sonra kalktı ve onlarla beraber gitti. Derken, Fatıma’yı da, karnı sırtına yapışmış, gözleri çukurlaşmış bir biçimde, odasında buldu. Bu da, onu üzdü.. Bunun üzerine Cebrail (a.s) inerek, "Ey Muhammed, Allah, ehl-i beytin hakkında seni tebrik ediyor" dedi ve ona, sûredeki bu ayetleri okuttu."
Evet onlar böyle güzel insanlardı. Birkaç hadis-i şerif zikrederek onları daha yakından tanıyalım inşallah.
Efendimiz (s.a.v) Ehl-i Beyti Hakkında şöyle buyurdular:
"Hasan ve Hüseyin, Cennet (ehlinin) gençlerinin efendileridir.’ (Tirmizî, Menâkıb, 3778)
’Hasan ve Hüseyin, Cennet (ehlinin) gençlerinin efendileridir. Babaları ise onlardan daha hayırlıdırlar." (İbn-i Mâce)
"Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim. Allah Hüseyin’i seveni sever. Hüseyin torunlardan bir torundur." (Tirmizî, Menâkıb, 3777)
’Size verdiği nimetlerin çokluğu sebebiyle Allah’ı sevin. Allah uğru¬na sevgi sebebiyle beni sevin. Ben kendilerini sevdiğim için de Ehl-i Beytimi sevin.’ (Tirmizi, Menakıb, 31)
’Hasan ve Hüseyin, benim dünyada kokladığım iki reyhanımdır.’ (Buhârî, Menakıb, 22)
’Müslüman bir kişi, sizi (Ehl-i Beyt’i) Allah için ve benim akrabalığımdan dolayı sevmediği müddetçe kalbine iman girmez.’ (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned)
’Nefsim yed-i kudretinde olana yemin ederim ki ey Ehl-i Beyt! Size, ancak Allah’ın kendisini yüz üstü cehenneme sürüdüğü kimse hariç, hiç kimse buğzetmez.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned)
Ümmü Seleme’den rivayet ettiği hadis-i şerif de şöyledir: "Hz. Peygamber, Hasan, Hüseyin, Ali ve Fatıma’yı - kendisi de onlarla beraber olmak üzere - bir örtü ile örterek: "Ey Allah’ım, Ehl-i Beytim ve öz yakınlarım bunlardır, onlardan ricsi (murdarlığı) giderip onları tertemiz kıl". Ümmü Seleme: "Ben de onlarla beraber miyim ya Rasûlullah?" dedim. Buyurdular ki: "Sen hayır üzeresin.’(Ahmed b. Hanbel el-Müsned, 25339)
Rasûlullah (sav) sabah namazına çıkarken Fatıma’nın kapısından geçerek onlara şöyle sesleniyordu: Ey Ehl-i Beyt namaza, Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden murdarlığı giderip sizi tertemiz kılmak diler." (Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 13231)
"Bir kimse beni kendi nefsinden, akrabalarımı ve ehlimi de kendi akrabalarından fazla sevmedikçe imanı kemale ermez" (İmam Beyhaki, Şu’ab el-İman, 2/189-1505)
Ebu Zerr diyor ki: "Beni tanıyanlar, zaten beni tanıyor, tanımayanlara diyorum ki: Ben Ebu Zerr’im, Peygamberin şöyle söylediğini işittim: ’Şunu bilin ki! Ehli Beytim’in misali Nuh’un gemisi gibidir. Kim ona binse kurtulur. Her kim dışında kalırsa boğulur.’ (El-Hakim en-Neysaburi, el-Müstedrek, 3/163 – 4720)
İMAM ŞAFİÎ (RH.A)’İN EHL-İ BEYT HAKKINDAKİ SÖZÜ
Asırlar boyu ümmete rehberlik yapan mezhep imamlarımızın Ehl-i Beyt anlayışı hususundaki taşıdıkları hassasiyet bizlere örnek olmuştur. Gerek İmâm-ı A’zam ve gerekse de İmâm-ı Şâfiî (rh.a), kendi zamanlarına ve kendilerinden sonra gelecek ümmete örnek olacak bir anlayış bırakmışlardır.
İmâm-ı Şâfiî hazretlerinin, Ehl-i Beyt’e duyduğu derin sevgi ve saygıyı ifade eden şu sözü meşhurdur:
’Peygamber evladı benim vesilemdir. Onlar benim için Allah’a vesiledir. Onlar yüzü hürmetine kıyamet gününde sahifemin sağ tarafımdan verilmesini umarım.
Ey Rasûlullah’ın Ehl-i Beyt’i! Sizi sevmek farzdır. Allah bunu Kur’ân’da nazil etmiştir. Sizin şanınızın büyüklüğü için bu kadarı yeter ki, kim size salavât getirmezse, onun namazı yoktur (sahih değildir). Eğer Al-i Muhammed’i sevmek, Râfızilikse ins ü cin şahit olsun ki, ben Rafızi’yim!’
1 kişi yorum yazdı.