Özlenen Rehber Dergisi

135.Sayı

Güncel Meselelere Fetvalar-borsa -

Seyfullah KILINÇ Özlenen Rehber Dergisi 135. Sayı
SORU: Borsada Hisse Senedi Alıp-Satmak Caiz midir?
CEVAP:
Borsada hisse senedi alıp-satmak…
Ticarî olarak çalıştığı alan caiz olan yani haram muamelelerle iştigal etmeyen bir şirketin hisse senedini alarak ona ortak olmak caizdir. Hisse senedini alan kişi şirketin hem malvarlığına, hem de kâr ve zararına hissesi oranında ortak olur. Hisse senedi de hisse senedini satın alan kişinin ismine düzenlenmiş olur ve dilediği zaman da hissesini başkasına satabilir. Böyle bir durumda hisse senedi almakta herhangi bir sakınca yoktur ve bu durumun caiz olduğu hakkında herhangi bir ihtilaf da yoktur.
Ancak borsadaki şirket hisselerinde yapılan alım-satımlar ve şirkete ortak olma hususu yukarıda anlatılan bu durumdaki gibi gerçekleşmemektedir. Borsadaki şirket hisselerinde, gerçekteki ticari değerine göre değer kazanıp kaybetme durumu söz konusu değildir. Hisse senetleri gerçek ticari değerine göre değil sûnî olarak pahalanıp ucuzlamaktadır. İnsanlar da bu sûnî iniş çıkışlara bakarak hisseleri alıp satarak para kazanmaya çalışmaktadırlar ki bu ise kumarın tarifidir.
Aşağıdaki sebeplerden dolayı borsada haram işlerle iştigal eden şirketlerin hisse senedini alıp-satmak caiz değildir:
1- Doğrudan faiz muameleleri yapan müesseselerin hisse senetlerini almakla bu müesseseye ortak olunacağından haramdır.
2- İslam’a göre şarap, bira gibi alınıp satılması helâl sayılmayan şeylerin üretimi veya alım satımıyla iştigal eden firmaların hisse senedini almak haramdır.
3- Alıp satmış olduğu veya ürettiği mal her ne kadar helal olsa da, helal malları faizli muameleyle satan ve faizle elde ettiği kârı diğer helâl malın kârıyla karıştırması durumunda haram olan kazanç toplam kazancın yarısından fazlasını oluşturursa, bu şirketlerden de hisse senedi alınması haramdır.
4- Şayet firma helâl üretim ve helal alım-satım yapmasıyla beraber, başka haram işlerle de uğraşıyorsa, bu firmaya ortak olmak sahiplerine haramda bir nevi yardım etmek olduğu için, ’günahta yardımlaşmayın’ ayet-i kerimesini ihlâl sayılacağından caiz değildir.
Aşağıdaki sebeplerden dolayı borsada haram işlerle iştigal etmeyen şirketlerin hisse senedini alıp-satmak caiz değildir:
1- Borsa caiz değildir, çünkü borsa günümüzdeki haliyle, günlük siyasi kararlarla yalan haberlerle ve belli çevrelerin baskılarıyla kolayca değer kazanıp kaybettiği, sûnî müdahalelerin ve sûnî fiyat oluşumlarının otağı, sûnî olaylara binaen bazı yatırımcıların mağdur olup bazılarının da haksız kazanç elde ettiği bir yer olmuştur. Borsanın günümüzde bir tür kumar görünümünü aldığı bir gerçektir.
Keza, borsanın kimlerin elinde olup kimlerin çıkar sağladığı hususu da göz önünde bulunduracak olursak, borsayı câiz görmek, en azından günümüzde mümkün değildir.
2- Borsa caiz değildir, çünkü borsada yoğun şekilde spekülasyonlar mevcuttur. Hisse senetlerinin değerini ekonomik kriterlerden ziyade, spekülatif, hileli ve sûnî davranışlar belirlemektedir. Hiç tahmin edilemeyen bir kâğıt, kısa sürede büyük paralar kazandırabilmektedir. Sonucu bilen ve belirleyen spekülatörler mevcuttur. Tüyolar beklenmeye, hangi kâğıda oynamanın doğru olacağı, hangi kâğıdın kazandıracağı tahmin edilmeye çalışılmaktadır.
3- Borsa caiz değildir, çünkü borsada şirketler, bilançoları üzerinde çeşitli oyunlar oynayıp, ekonomi yazarlarına ve borsa uzmanlarına rüşvet verip baskılar uygulayarak kâr oranını olduğundan farklı gösterip hisse senetlerinin fiyatlarının yükselmesini sağlamaktadırlar. Yahut rakip şirket, ekonomi yazarlarına ve borsa uzmanlarına rüşvet verip baskılar uygulayarak ve iftiralar atarak diğer şirketin hisse senetlerinin düşmesine neden olmaktadır.
4- Borsa caiz değildir, çünkü borsada kişilerin elinde bulunan hisse senetleri gerçekte ait olduğu iktisadî değerden bağımsız olarak değer kazanıp kaybetmektedir. Senetler gerçek değerinin üstünde veya altında pahalanıp ucuzlamaktadır.
5- Borsa caiz değildir, çünkü borsadaki iniş çıkışları gözeterek para kazanmak maksadıyla hisse senedi alınıp satılması kumara, at yarışına veya piyangoya benzemektedir.
6- Borsa caiz değildir, çünkü bugünkü mevcut borsa ile hisse senedi sahiplerinin ilişkisi, şirket ile şirket ortağı arasındaki ilişkiye yakından uzaktan benzememektedir.




















DEVLET TAHVİLLERİ
VE
HAZİNE BONOSU








SORU: Devlet Tahvilleri, Hazine Bonosu ve İmtiyazlı Hisse Senetleri Alıp-Satmak Caiz midir?
CEVAP:
Devlet tahvilleri, hazine bonosu, imtiyazlı hisse senetleri alıp-satmak…
Hazine bonusu: Devletin bütçe açıklarını kapatma maksadına binaen kısa vadede vatandaşından borç para almasına ’hazine bonosu’ denilir. Örneğin, devlet bir seneliğine ödünç olarak aldığı 1 lira karşılığında vatandaşına 2 liralık bir bono senedini vererek borç alır.
Bonoların satışında, tıpkı tahvillerde olduğu gibi 3 ay, 6 ay ve 1 sene sonra ne kadar faiz verileceği tayin edilir. Böylece devlete ödünç verecek kadar parası olan zengin kişi daha da zengin olmakta, yoksul ise gittikçe daha da yoksullaşmaktadır.
Hazine bonosu ile tahvil arasındaki en belirgin fark; hazine bonosu en çok 1 yıl vadeli olurken, devlet tahvilleri ise 1 yıldan uzun vadeli de olabilir. Bunun yanında hazine bonosu herhangi bir iş için teminat olarak da kullanılabilir.
Tahvil ve hazine bonolarına İslâm hukûku açısından baktığımızda, sahibine önceden belirlenen miktarda sabit bir faiz geliri temin eden bir borç senedi olduğunu görürüz.
Bundan dolayı, getirisi hangi oranda olursa olsun bu tür evrakları bir yatırım aracı olarak kullanmak faiz olduğundan caiz değildir. Çünkü faiz muamelesi ister devlet eliyle yapılsın ister şahıs eliyle yapılsın, ister enflasyon oranında olsun ister bu orandan fazla olsun faizdir ve dinen haramdır.
Sonuç olarak; tahvil, hazine bonosu gibi faizli borç senedi mahiyetindeki kıymetli evrakın alım satımı, ister devlete ait olsun, isterse hususi şahıs ve şirketlere ait olsun, faizle borç alıp verme niteliğinde olduğundan caiz değildir.



















BANKADA ALTIN HESABI AÇTIRMAK











SORU: Bankalarda Gram Altın Hesabı Açtırmak Caiz midir?
CEVAP:
Gram altın hesabı; gram ile altın hesabı açtırmada kişi, kendi adına belirli bir gram altın almasını bankadan ister ve o miktarda para verir.
Kişilerin bankada gram altın hesabı açtırmasının nedeni; kişiler güvenlik yani evde altın tutmak yerine bankada daha güvenli olduğu için; keza maliyet yani altın işçiliği maliyetinin ödenmemesi, hesap işletim ücretinin olmaması, işlem ücretinin olmaması, düşük ayarlı veya eski tarihli altın alma riskinin olmaması ve vergi avantajları gibi nedenlerden dolayı böyle bir hesabı tercih etmektedirler.
Bankada vadeli altın hesabı açtırmak; bankada vadeli altın hesabı açtırmak faizli olduğu için haramdır. Çünkü hesaba faiz işletilmektedir. Keza bir diğer yönden bu şekilde bankaya sermaye sağlanmakta ve çalışmaları maddi olarak desteklenmiş olmaktadır.
Bankada vadesiz altın hesabı açtırmak; bankada vadesiz altın hesabı açtırmak da doğru değildir. Çünkü bu şekilde faizli bankaya sermaye sağlanmakta ve çalışmaları maddi olarak desteklenmiş olmaktadır.
Finans kurumlarında vadesiz gram altın hesabı açtırmak ise; finans kurumlarında vadesiz gram altın hesabı açtırmada eğer kişi hesabındaki altını almak istediğinde finans kurumu bizzat altın verebiliyorsa caizdir, eğer altının kendisini vermeyip sadece günlük kur üzerinden para olarak karşılığını veriyorsa caiz değildir. Şayet finans kurumu bu durumda, örneğin, ’altın olarak alınmak istendiğinde 100 grama kadar altın olarak alınması mümkün olup, 100 gramın üzerinde ise karşılığı para olarak verilmektedir’ diye bir deteya girerse, o takdirde 100 grama kadar gram altın hesabı caiz olup 100 gramın üzerindeki miktarda caiz olmaz.
Kısaca, altın hesabında altın fiilî olarak bulunması lazım olup istendiği zaman altın olarak alınabilmesi mümkün olmalıdır.
Keza eğer finans kurumu, ’altın fiyatları yükselirse size kazandırırız, düşerse de anaparanızı koruruz’ şeklinde bir güvence verirse bu durumda da altın hesabı caiz olmaz.
Keza eğer finans kurumu altın hesabına yatırılan para ile faizli işlemlerde bulunuyor, kâr payı adı altında faizli kredi veriyor, repo, tahvil, bono alım-satımı gibi faizli işlemlerde bulunuyorsa bu durumda da altın hesabı caiz olmaz.























BİREYSEL EMEKLİLİK











SORU: Bireysel Emeklilik veya Diğer Adıyla Özel Emeklilik Caiz midir?
CEVAP:
Bireysel Emeklilik Sistemi; bireysel emeklilik sistemi özü itibariyle 10 yıl vadeye dayalı olup, müşteri süre sonunda dilerse emekli gibi düzenli maaş alabilir, dilerse tek seferde biriken parasını -varsa- kârıyla birlikte tahsil eder. Ortada ’sigorta’ yani sağlık sigortası olarak nitelendirilebilecek herhangi bir şey söz konusu olmayan sistemin özü itibariyle uzun vadeli tasarruf ve yatırım amacı vardır. Ancak lehtarın vefat etmesi halinde, lehtar tarafından önceden belirlediği kişiye -yoksa varislerine- fonda biriken anaparası ve zarar varsa anaparadan mahsup edilip -varsa- kârının ödenmesi garanti edilmektedir.
Bireysel emeklilik sistemi aslında, emeklilik yıllarında, gençlik yıllarındaki hayat standardında bir değişiklik gündeme gelmeden, emeklilik öncesindeki gelir ve hayat standardını devam ettirebilmesine imkân tanımak adına oluşturulmuş uzun vadeli yatırım imkânıdır.
Bireysel emeklilik, devletin değil de ticaret yaparak para kazanma yoluna bakan özel şirketlerin yönetimindeki bir sistemdir. Bu şirketlerin muazzam kârlara ve büyüklüğe ulaşması bunun kanıtı olsa gerektir. Uluslararası dev fonların önemli bölümü emeklilik fonlarından meydana gelmektedir. Keza sisteme giren katılımcılar da, herhangi bir ticari unsura para yatırır gibi buraya yatırım yapıp kâr etme amacı gütmektedirler.
Katılım bankaları, bireysel emeklilik sistemiyle topladıkları fonun yüzde 10’nu geçmeyecek şekilde parayı katılım havuzlarında değerlendirirler. Sistem; bireysel emeklilik fonuna yatırım yapan müşteriye anapara ve getiri/kâr garantisi vermediği için zarar da söz konusu olabilir.

Sonuç olarak; bireysel emeklilik sistemi caiz değildir. Bireysel emeklilik sistemi ’SSK’ ve ’BAĞ-KUR’ ile karıştırılmamalıdır. ’SSK’ ve ’BAĞ-KUR’ sistemleri bir çalışmanın/çalışan insanın emeğinin karşılığı olarak ortaya konmuştur. Örneğin işyeri kendisine sigorta yapmayan bir işçinin, çalıştığı sürece dışarıdan prim ödemek şartıyla ’SSK’lı ve ’BAĞ-KUR’lu olup emekli olması caizdir.
Binaenaleyh bireysel emeklilik, sosyal sigorta sistemlerinden farklıdır. Sosyal sigorta sistemi, sağlık hizmeti gibi sosyal yardımlaşma esasına dayalı iken, bireysel emeklilik sistemi kâr esasına dayanmakta ve pirimlerin meydana getirdiği fonlar çoğunlukla yerli-yabancı faizli muamelelerde değerlendirilmektedir ki işte asıl sorun da buradadır.
Bu durumda sorun, sistemde değil, bireysel emeklilik sistemini uygulayan kurumlarda ve bu kurumların bireysel emeklilik fonunda biriken parayı nerede çalıştırdıkları, nereden kâr payı elde edip katılımcılara dağıttıklarıdır. Yani bireysel emeklilik sistemini işleten, bütün işleri helal dairede olan, parayı tamamen şaibeden-şüpheden uzak helal bir alanda değerlendiren bir vakıf/kurum/kuruluş olsa ve keza kâr-zarar ortaklığı üzerine kurulu olsa, bu durumda bireysel emekliliğin helal olmasına mani olacak hiçbir durum söz konusu olmazdı.



















SİGORTA – KASKO
TİCARİ SİGORTALAR




















SORU: Sigorta, Hayat Sigortası, Kasko vb. Ticari Sigortalar Caiz midir?
CEVAP:
Sigorta; sigorta, sigortacının, bir prim karşılığında diğer bir kimsenin para ile ölçülebilir bir menfaatini halele uğratan bir tehlikenin meydana gelmesi halinde tazminat vermeyi yahut bir veya birkaç kimsenin hayat müddetleri sebebiyle veya hayatlarında meydana gelen belli bir takım hadiseler dolayısıyla bir para ödemeyi veya sair edalarda bulunmayı üstlendiği bir akittir.
Sigorta eden ile sigorta edilen arasında yapılan akde ’sigorta sözleşmesi’ denilir. Sigorta sözleşmesi ile sigortalı kişi, belli bir prim ödemeyi ve mal vermeyi taahhüt eder, sigortacı da buna karşılık olarak sözleşmede belirtilen bir kaza ve zararın meydana gelmesi halinde bunu telâfi etmeyi veya belli bir meblağ ödemeyi taahhüt eder.
Sigortacılığın dünyada ortaya çıkışının kâr amacıyla olup, bir çeşit imece ve yardımlaşma amacıyla kurulmuş bir düzen olmadığı ise herkesçe malumdur.
Kasko; kasko, ticari sigorta türünün bir ürünüdür. Bu sigorta sisteminde, yardımlaşmadan çok ticaret/kâr gayesi bulunmaktadır. Sigortacı kaza, yangın, ölüm gibi durumlarda zararı telâfi etmeyi veya belli bir meblağı ödemeyi üstlenmekte olup -bunlar meydana gelmezse hiçbir ödeme yapmamakta-, sigortalı taraf da düzenli olarak pirim ödemeyi üstlenmektedir.
Özel sağlık sigortası; özel sağlık sigortası da ticari sigorta türünün bir ürünüdür. Bu sigorta sisteminde de, yardımlaşmadan çok ticaret/kâr gayesi bulunmaktadır. Sigortacı kaza, hastalık, yaralanma gibi durumlarda zararı telâfi etmeyi veya belli bir meblağı ödemeyi üstlenmekte -bunlar meydana gelmezse hiçbir ödeme yapmamakta-, sigortalı taraf da düzenli olarak pirim ödemeyi üstlenmektedir. Özel sağlık sigortası ’SSK’ ve ’BAĞ-KUR’ ile karıştırılmamalıdır. Sosyal sigorta sistemi, sağlık hizmeti gibi sosyal yardımlaşma esasına dayalıdır, özel sağlık sigortası ise kâr amacıyla olup, bir çeşit imece ve yardımlaşma amacı gütmektedir. ’SSK’ ve ’BAĞ-KUR’ sistemleri bir çalışmanın/çalışan insanın emeğinin karşılığı olarak ortaya konmuştur. Örneğin işyeri kendisini sigorta yapmayan bir işçinin, çalıştığı sürece dışarıdan prim ödemek şartıyla ’SSK’ ve ’BAĞ-KUR’lu olup emekli olması caizdir.
Bir akdin/sözleşmenin dînen geçerli olabilmesi için, akitte; ’ğarar’, ’cehalet’, ’faiz’, ’kumar’, ’hata’, ’hile’, ’zorlama/ikrah’ olmaması ve ’fasit’ şartların bulunmaması lazımdır.
Âlimler sigortanın şu nedenlerden dolayı caiz olmadığını söylemişlerdir:
1- Sigortada ’ğarar ve cehalet’ bulunmaktadır. Yani sigorta sözleşmesi haksız kazanca yol açacak ölçüde kapalılık taşımaktadır. ’Ğarar’; akdin şüpheli veya muhtemel bir unsura dayanıp bağlı bulunmasıdır yani akdin haksız kazanca yol açacak ölçüde kapalılık taşıması demektir. Hâlbuki Kurân ve Sünnete göre akdin konusunun bilinir ve belirli olması gerekir. ’Cehalet’ ise; varlığı gerçekleşeceği bilinen mevzunun önemli vasıflarındaki bilinmezliktir. Örneğin, paket içindeki bir nesneyi satmak gibi ki burada bir nesnenin varlığı bellidir, ancak ne kadar ve nasıl olduğu belli değildir. İşte sigorta akdi yapılırken de, rizikonun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, gerçekleşmesi halinde ne kadar tazminat ödeneceği bilinmediği için ’ğarar unsuru’ taşımış olacağından caiz değildir.
Sigortacılığın amacı, muhtemel zararı çok küçük parçalara bölerek parçalamak, bu yolla kişi veya kurum üzerinden etkisini ve yükünü hafifletmektir.
Sigortacı açısından bakıldığında, belli sayıda sigortalılara ulaşıldığında zarar ihtimali kalmamaktadır, ancak sigortalılar için aynı durum söz konusu değildir. Sigortacı açısından ’ğarar yoktur’ denilebilse de sigortalı açısından kesinlikle böyle bir durum söz konusu değildir.
Sigortalıların korkularını sömüren mevcut sigortacılığın hedefi, sigortacılık şirketlerinin zarar ihtimalini sıfırlamaktır. Kapitalist düzen bu yola başvurmakta ve bu sayede sermayenin belli kişiler elinde toplanmasını sağlamaktadır.
2- Sigortada ’ğabn’ bulunmaktadır. Yani sigorta sözleşmesi haksız kazanca yol açacak ölçüde aldanmayı ihtiva etmektedir. Zira akit mahalli açık değildir. Dînen, akdin sıhhatinin şartlarından biri de akit mahallinin malum olmasıdır.
3- Sigorta sözleşmesinde, sigortalının ödemiş olduğu prime karşılık, güven verme gibi mücerret/sübjektif bir şey satılmaktadır. Hâlbuki ’güven vermek’ bir hayır işi olup bunun karşılığında para alınamaz.
4- Sigortada ’kumar manası’ bulunmaktadır. Zira sigorta sözleşmesinde sigortalı olan kimse, büyük meblağlar beklentisiyle pirim adı altında az bir meblağ vermektedir ki bu ise kumardır. Bu tip sigortanın piyangodan da bir farkı yoktur. Sigorta kumarın bir çeşididir. Çünkü sigortanın konusu olan riskin olup olmayacağı belirsiz olduğundan kumar anlamını taşır. ’Ğarar’, ’ihtimal’, ’karşılıklar arasında dengesizlik’ unsurlarını ihtiva eden şey, gerek oyun olsun, gerekse alış-veriş çeşidi olsun kumar kabul edilmiştir.
5- Sigortada ’faiz’ bulunmaktadır. Bu tip sigorta faizin her iki çeşidini yani ’ribe’l-fadl ve ribe’n-nesîe’yi içerir. Şöyle ki, pirimi veren sigortalı kişi, verdiğinden fazla veya eksik alırsa ’ribe’l-fadl’ olur, verdiği miktarca alırsa hemen alamadığından ’ribe’n-nesîe’ olur. Yani sigortada üstlenilen risk meydana geldiğinde, ödenen tazminatın fazla olması durumunda alınan pirim ile ödenen tazminat arasında fark bulunduğundan ’fazlalık faizi’ olmuş olur, ödenen tazminatla ödenen pirimin denk olması halinde ise vadeli olduğundan dolayı ’vade faizi’ olmuş olur.
Sigorta şirketlerinin tahsil ettikleri primleri faize yatırarak değerlendirmeleri de ayrı bir faiz hususudur.
6- Sigortada ’bedelsiz olarak bir başkasının malını alma’ bulunmaktadır. Sigortada, üstlenilen riskin meydana gelmemesi durumunda ödenen pirimler sigortacıya kalmakta, keza risk meydana geldiğinde verilen tazminatın ödenen pirimden az olması durumunda da sigortacı karşılığı olmayan haksız bir kazanç elde etmektedir. Bu ise ayette ’Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl bahanelerle yemeyin’ (Nisâ, 4/29) buyurularak yasaklanmıştır.
Ayrıca sigortada sigortacıya haksız tazmin ettirme hususu da bulunmaktadır. Sigortacı sigorta sözleşmesiyle, sigortalının zararını ödemeyi üstlenmekte, böylece bazen yükümlü olmadığı bir borcu yüklenmektedir. Meselâ, emanet akdinde, emanet alanın kusuru olmaksızın emanet malın helak olması halinde, akitte tazmin etme şart koşulmuş olsa bile tazmin edilmesi gerekmez.
7- Sigorta akdinde, özellikle hayat sigortasında takdir-i ilâhîye meydan okuma manası bulunmakta olup, keza tevekkül anlayışına ve İslâmî ahlâka aykırılık mevcuttur.
Sonuç olarak; sigorta anlaşması ticarî anlaşma şartlarına uymamaktadır ve sigortalı, sigortanın kârına da, zararına da ortak değildir. Sigortalının malı zarara uğrarsa tazminat ödenmekte, zarara uğramazsa sigortalının ödediği pirimleri geri isteme hakkı bulunmayıp ödenen pirimler şirkete kalmaktadır, dolayısıyla ’kumar manası’ ve ’fahiş aldanma’ durumu bulunmaktadır. Sigortacı, sigortalının zararını tazmin ederken kendi parasından değil, diğer ortaklardan alarak biriktirdiği paradan ödeme yapmaktadır ki hâlbuki diğer ortaklar kendi paralarından ödensin diye pirim yatırmamaktadırlar. Sigortada faizin her iki çeşidi yani ’ribe’l-fadl ve ribe’n-nesîe’ vardır, bunun yanısıra sigorta şirketleri faizli işlerle iştigal etmekte, sigortalılardan aldıkları pirimleri faizli işlerde çalıştırmaktadırlar, keza genelde sigorta şirketleri faiz kurumlarını besleyen altyapıları oluşturmaktadır. Sigorta, ’mallarınızı aranızda batıl bahanelerle yemeyin’ ayetine zıddır, zira ’kazaya uğrama ihtimali’ meşrû bir sebep değildir.
Evet, içeriğinde ’aldatma’, ’cehalet’ ve ’belirsizlik’ gibi İslami hükümlere ters düşen unsurları ihtiva etmesi nedeniyle ticari sigortalar yani ’bireysel emeklilik’, ’hayat sigortası’ ve ’kasko’ gibi sigortalar caiz görülmemiştir.
Batıdan ithal edilen ’sigorta’ sisteminin yerine Selçuklulardaki esnaf ve tüccarın oluşturduğu ’fütüvvet’ ve ’âhîlik’ denilen esnaf odaları veya Osmanlılarda ’loncâ teşkilatlarının’ kurduğu ’orta ve teâvün sandıkları’ ile ’esnaf vakıfları’ gibi kuruluşlar kurulup esnafın, sanayicinin, tüccarın karşılaştığı mâlî ve meslekî problemleri çözme yoluna gidilmelidir.


Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.