Özlenen Rehber Dergisi

135.Sayı

Esaretten Daimi Özgürlüğe...ümmü Gülsüm Binti Ukbe

Berda AKSOY ÇETİN Özlenen Rehber Dergisi 135. Sayı
Edep timsali Hz. Osman efendimizin kız kardeşi…
Ümmü Gülsüm annemiz Mekke’de büyüyüp yetişmiştir. O gençlik yıllarına geldiği zamanlarda dünyayı tamamen değiştirecek önemli bir davet başladı. Allah Rasulü (s.a.v.) Mekke’den başlayarak tüm insanlığı İslam’a davet ediyordu. Mekke’de çok çetin ve zor günler yaşanıyor, İslam karşıtları şiddetle karşı çıkmaya devam ediyordu. Ümmü Gülsüm annemizin babası da aynı şiddetle karşı çıkıyor, müslümanlara savaşlar açıyordu. O zamanlar annemiz de babası ve toplumun baskısıyla bir süre İslam ve müslümanlardan uzak durdu. Ancak sonrasında Hz. Osman ve annesi Erva Hatun’un teşviki ile İslamla şereflendi. Ve hicret başlamıştı. Müslümanlar birer ikişer hicret ediyordu. Babası Ukbe, annemizin de gideceği ihtimalini düşünerek onu eve hapsetmişti. Yıllarca evden dışarı çıkarılmayan, orada hem fiziki hem de psikolojik olarak baskıya maruz kalan annemizin hicret etmek için beslediği ümitler de yavaş yavaş kayboluyordu. Uhud Savaşı’ndan dönen müşrikler orada müslümanlara nasıl işkence yaptıklarını abartılı bir şekilde anlatınca, ümitler hepten kaybedilmişti. Sonrasında haklarındaki şu âyet ile sevince boğuldular ve kaybolan ümitler tekrar yeşerdi.
’De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.’ (Zümer, 39/53)
Ümmü Gülsüm annemizin babası ölünce kardeşleri tarafından daha sıkı hapse maruz bırakılıyor ve iyice keyifsizleşince kardeşleri onun da hicret edebileceği ihtimalini azaltarak onu biraz rahat bırakmışlardır. Birgün çok tehlikeli olduğunu bile bile kaçmayı göze almıştır. Ve bunu kendisi şöyle anlatıyor:
’Son zamanlarda üzerimdeki baskılar azalmış, ailemize ait yayla evine gitmeme izin bile verilmeye başlanmıştı. Zaman zaman Ten’im’deki bu eve gidip oradaki aile fertleri ile üç dört gün kalıyordum. Artık ailemden kimse bana karışmıyor, günlerce uzak kalabiliyordum. Medine’ye hicret etmeye karar verince önceleri yaptığım gibi yaptım. Önce yayla evine gidiyormuş gibi hazırlık yaptım. Daha sonra yolumu değiştirerek Medine yoluna girdim. Orada Huzaalı bir adam ile karşılaştım ve o beni Allah Rasulüne (s.a.v.) götürdü.’
Annemizin kaçtığı anlaşılınca kardeşleri Medine’ye geldiler. Ve doğruca Allah Rasulü’nün yanına gittiler:
- Ey Muhammed! Seninle aramızda bir sözleşme vardı. Onun maddelerinden biri sana gelenleri iade etmekti. Şimdi senden buraya gelen kardeşimizi istiyoruz dediler. Konuşmaları dinleyen annemiz:
- Ya Rasûlullah! Ben zayıf bir kadınım, beni kariflere teslim edersen sabredemem, beni dinimden döndürürler, diye yalvardı’.’ (İbn-i Sa’d, Tabakat, 8/230; İbn-i Abdillberr, istiab, 4/1954)
Tam o sırada Ümmü Gülsüm ve onun gibiler hakkında şu ayet nazil oldu:
’Ey iman edenler! Mümin kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların inanmış kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü Müslüman hanımlar kâfirlere helal değillerdir. Kâfirler de müslüman hanımlara helal olmazlar. Mehir olarak harcadıklarını onlara (kocalarına geri) verin. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz takdirde bu kadınlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Müşrik karılarınızın nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mehri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (İslâm’ı kabul eden ve sizinle evlenen eski hanımlarına) harcamış oldukları mehri (sizden) istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. O, aranızda hüküm veriyor. Allah hakkıyla bilendir hüküm ve hikmet sahibidir’ (Müntehine, 60/10)
Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v.) Ümmü Gülsüm annemize niçin geldiğini sorunca, annemiz:
- Vallahi yâ Rasûlullah benim Mekke’den çıkıp buraya kadar geliş sebebim, Allah ve Rasûlü’ne olan sevgimdir, deyince Efendimiz (s.a.v.) onları vermeyeceğini kesin bir dille bildirdi. Ümmü Gülsüm annemiz uzun yıllar hapsedilmesinden dolayı kimseyle evlenmemişti. Son derece akıllı olan annemize birçok talip çıkmıştır. O da kararsız kalınca Hz. Osman efendimize danışmıştır. Hz. Osman efendimiz de ’Allah Rasûlu (s.a.v.) ile istişare yapalım’ demiştir. Efendimiz (s.a.v.) de Zeyd bin Harise ile evlen! O senin için daha hayırlıdır demiştir. Annemiz Zeyd efendimizle evlenmiştir. Ondan 2 çocuğu olmuştur. Annemiz ikinci çocuğuna hamileyken Zeyd efendimiz Mute savaşında şehit olmuştur. Annemiz de yeni doğan çocuğunu kaybetmiştir. Daha sonra Zübeyr bin Avvam ile evlenmiştir. Ancak Zübeyr efendimiz sert mizaçlı birisi olduğundan dolayı annemiz bir türlü alışamayarak ondan ayrılmıştır. Daha sonra annemize Abdurrahman b. Avf talip olmuştur. Bunu kabul eden ve 25 yıl mutlu bir evliliği olan annemiz 25 yıldan sonra eşi Abdurrahman’ı da kaybetmiştir.
Mekke’de yıllarca en büyük aşkı olan dininden vazgeçmeyerek sabırla sükunetle sabreden annemizin izdivaç fikri aklına gelmemiş bile o yıllar. Daha sonra Kâinatın Efendisi’nin onayı ile evlilik yolunda adım atmıştır. Ve kurduğu aileleri kısaca sizlere özetlemeye gayret ettik.
Esaret, işkence, ölümle gelen ayrılıklar vd. bunlar hep Allah yolunda çekilmiş olan, kazanılmış olan zaferleridir Ümmü Gülsüm annemizin…
Gelin günümüzle ufak bir mukayese yapalım. O iman abideleriyle aramızdaki uçurumu hayretler içinde izleyebilmek için. Şimdilerde esaret altında olan kızlarımız da çok oluyor! Ancak esaret sebepleri çok başka. Şu anda da ailesini terk edip kaçan kızlar var, ancak arzular farklı. Birisi iman birisi heva… Bizim önderlerimiz dinlerinden ödün vermemek için türlü işkencelere boyun eğmişlerdir. Şimdinin evlatları izdivaç için ailelerimize boyun eğmiyor. Haram olan beşeri aşklara kapılıp aile süzgecine vardırmadan evden çıkıp gidiyor. Sonra Allah’ın büyük günahlardan diye bildirdiği yanlışa girerek evlenmek için mecburi şart ortaya koyuyor. Sırf ailesine kabul ettirebilmek için. Doğrusuyla yanlışıyla… Esefle bunları tüm toplum izliyor…
Ümmü Gülsüm annemiz de gençti, o da evlenme çağına gelmişti. Ama o dininden dönmemek için ailesi tarafından hapis hayatına mahkûm bırakıldı. Ve tek hedefi İslam’ın yaşandığı şehre, müslümanlara, Rasûlullaha (s.a.v.) gidebilmekti.
Onlarla kendimizi kıyaslama bile yapamayız. Onlar Güllerin Efendisi’nin eğitiminden geçmiş hepsi birer yıldız misali diye belirtilen sahabe neslidir. Biz tabi ki onlar gibi olamayız. Fakat sürekli üzerinde durarak ifade ettiğimiz şey aklımızı, zihnimizi o ölçüye bağlamak. Bizlere empoze edilmeye çalışılan, ancak fıtratımız ile tutarsız şahsiyet ve kimlikler altında yaşadığımız karmaşaya bir son vermektir.
Aileye dair yaşadığımız büyük sıkıntıların başında eşlerimize ve çocuklarımıza hak ve sorumluluklarını doğru ölçüler içerisinde aşılayamamamız olsa gerektir. Bunun da kaynağı bellidir. Çocuk yetişken nelerden ilham alarak iç dünyası şekilleniyorsa sonunda ortaya çıkan ürün de o oluyor. Biz kendimizden başlayarak, ’olmaz ve olamazları’ bir kenara bırakarak nefsimizde sahabe neslinin tesirini kuvvetli bir şekilde var etmeye gayret edip, ailemizde bu yüksek ahlakı başta kendimiz yaşayarak faydalı olmaya gayret etmeliyiz.
Din ve güzel ahlak görerek alışılıyor. Tıptı onların yaptığı gibi… Nereden başlayalım?.. Öncelikle Allah Rasulü’nün hane-i saadetlerinde yetişen güzel kızlarını, torunlarını nefsimize örnek alarak başlayabiliriz. Sonra hepsi birer yıldız olan diğer annelerimizi öğrenerek onların parıltılarıyla yaşantımıza ışık tutmalıyız. Tutmalıyız ki bugünün fıtratımızla tezat düşen o ahlaklarından uzak durabilelim. Annelerimizin sabrı, güçlülüğü, sadakati hep bize bir ışıktır, rehberdir.
Allah vermesin. Hangimiz evladımızı, eşimizi toprağa verdiğimizde sabırla sükunetle içten bir şekilde sabredebiliriz? Ya da yoksullukla şükrederek yaşantımıza devam edebiliriz? Bu soruları nefsimize sormaktan bile korkarız. Vicdanımızı ciddi ciddi sorgulamamız lazım. Sözde değil özde bir İslam ahlakına kavuşma gayret ve ümidi için. Hayat bir kum saati misali hızla ilerliyor ve zaman daralıyor. Bize şu an için fırsat sunulmuş olabilir, ancak 5 dakika sonrasına zamanımız kalmamış olabilir ya da bir gün sonrasına. Attığımız her adımda konuştuğumuz her kelime de bunu düşünüp hareket etmemiz gerek. O zaman belki yanlışları doğruya götürme konusunda daha samimi ve aceleci davranarak kendimizi düzeltebiliriz.
Sonuç
Günümüz Müslüman kadınları, heva ehli medya, çevre, kötü arkadaş ve diğer faktörlerin kendilerine kabul ettirmek için uğraştığı o alışılagelmiş olan suni ve zararı faydasından çok hayat anlayışını üstte değinmeye gayret ettiğimiz büyüklerin hayatlarından ilham alarak yeniden bir başlangıç arayışı ve gayreti içinde olmalıdır. Kendi fıtratına ters olanla değil. Allah’ın emri doğrultusunda yaşayarak iç huzuru bulur insan. Ahirette de içi taatle huzur bulanlar sevinecek olanlardır.

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.