Özlenen Rehber Dergisi

138.Sayı

Özgürlüğün Kanatları

İsmail TORAMAN Özlenen Rehber Dergisi 138. Sayı
’Seni de vururlar bir gün ey acı
Uçuşup durduğun kanatlarından
Sazın, sözün, türkülerin tükenir
Ellerin koynunda kalakalırsın’

Ferman Karaçam’a ait bu dizeler. Acıya sesleniyor Karaçam. Ey acı, bir gün bir kurşunda senin göğsünü parçalar, sevdiklerinden ayrılan bu defa sen olursun, bu defa senin cenazen taşınır omuzlarda. Hiç sarsılmayan saltanatına güvenip de sanma ki seni durduracak, sana mani olacak kudrette kimseler yoktur. Bilirsin, keyfince yaşadığın bu günün bir de yarını vardır, sanır mısın ki yarın da senin olacaktır. Unutma acı, elbet seni de yerle bir edecek bir sonun vardır.
Vurulsun acının kanatları, vurulsun acıya insanlığı duyarsız hale getirenler, vurulsun dilleri tutulan sözde medeni ülkeler, vurulsun anne karnındaki masum yavruya dahi tahammülleri olmayanlar ve vurulsun onlara partizanlık eden bütün herkesler.
Sonra özgürlüğe kanat takılsın. Kırılmayacak, parçalanmayacak ve hiçbir silahın vurmaya dahi teşebbüs etmeyeceği kanatlar… Esarete son vermek için bir yerden başka bir yere uçarken, pusuya yatmış olanlar ona korku salmasın. Sözüm ona, demokratik toplumlar oluşturmak adına kimse özgürlüğe yan gözle bakmasın.
Simsiyah toz bulutlarının altında özgürlük diye bağırmanın bedeli artık çok ağır olmasın. Ben ve benim gibi hür doğmuş ve hür yaşamış olanlar, feryatları arşa ulaşan insanların çaresizliklerine ve sessiz çığlıklarına bir kulak versin. O çığlıkların neler söylediğini, neleri söyleyemediğini anlayabilsin.
Özgürlüğün kanatları olsun Allah’ım, kanatları olsun ki dünyanın herhangi bir yerinde feryatları yürekleri dağlayan bir Müslüman olduğunda, açsın kanatlarını ve anında orada olsun. Kanatları olsun ki hiçbir kimse, sırf Müslüman olduğu için bir insana insanlık dışı muamele etmeye cesaret edemesin. Kanatları olsun ki kendisine ihtiyaç duyulduğu anda bir nefes alımlık zamanda orada olsun.
Özgürlük kanatlarını bir çarşaf gibi katilin maharetini en iyi sergilediği Gazze şehrinde açsın. Gazze semaları artık kokusunu dahi unutmaya başladığı özgürlükle, yeniden ve bir daha ayrılmamak üzere hasretle kucaklaşsın. Nereden geldikleri belli olmayan bir avuç Yahudi, bu özlenen buluşmaya engel olamasın.
’Seni de vururlar bir gün ey acı
Filistin’de sapan taşlı çocuklar
Dalın, kolun, fidelerin budanır
Kuru bir kütükle kalakalırsın’

Bu kez galip gelen Filistinli çocukların sapan taşları olsun. Filistinli çocukların sapan taşları, Hz. Davud’un zalim Calut’u öldürdüğü taş mesabesinde olsun ve zalimler o gün olduğu gibi bu gün de kaybetsinler.
Sonra az ilerde, Nil’in üzerine salsın gölgesini ve uzun zamandır yorgun düşmüş olan bedenler doya doya temaşa etsinler onu. Daha sonra bir fırtına essin, Nil, özgürlük diye haykıran yığınlarla birlikte kabarsın, acı ve acıyı mazluma reva görenler kaçacak en ufak bir delik dahi bulamasın. Musa’ya yol, Firavuna son olan Nil; mazluma yol zalime son olsun. Esaret, o çok övündüğü dikenli tellerin, aşılması güç duvarların altında inim inim inlesin.
Ve sonra… Doğuda bir yerlerde, Suriye diye bilinen yerde… Uçuşup dursun özgürce. Göklere hâkim olan toz bulutlarından, yerde cansız duran insan yığınlarından, bolca barut kokusundan ve az bir şeyde kelepçelenmiş ruhlardan yılmasın. Uçsun dursun, uçsun dursun, uçsun dursun… Aklına yorgunluk geldiği anda, dinlenmek için durmak yerine daha asi kanat çırpsın.
Bir an kendini Kafkas dağlarına vursun. Buraların soğuk havası gözünü korkutmasın. Orada zalime karşı direnen sıcakkanlı insanlar bulacaktır, onlara yoldaş olsun ve dirensin onlarla birlikte.
Mesaisini buralarla tamamlamasın, bir anda dünyanın öteki ucuna uçsun. Doğu Türkistan’da bir garip yığın, bir cılız ses… Oruç tutmalarına dahi tahammül edilemiyor. Kızıl Çin baskısı bezdirmiş dünyanın bu unutulmaya terk ettiği Müslümanları. Ben buradayım desin özgürlük, buradayım ve bir ömür sizinleyim.
Özgürlük, kanatları olan özgürlük… Daha nice yerlere uçsun. Sesi bir gün Şam’dan gelsin, bir gün Bağdat’tan. Bir gün Gazzeli çocuğun gözyaşlarına mendil, kanayan yaralarına merhem olsun, bir gün Çeçenyalı yavrunun. Bazen en korunaklı bir siper olsun, bazen de hasma karşı koymak için en ağır bir silah. Bir günde bir çiçek olsun, bir yavru sapından tutsun, götürüp, hiç görmediği, niçin öldüğünü bilmediği babasının başucuna diksin. Sonra çocuk, ’Baba’ desin, ’Bak artık bizimde ülkemizde çiçekler açmasını öğrendiler, onlardan bir tane de sana getirdim.’ desin. Niçin öldürüldüğünü bilmeyen baba, kabrinde tebessüm etsin, şükür etsin ve desin ki; ’Biz varken hiç açmazlardı, dileğim siz varken hiç solmazlar.’ Ama her zaman olsun özgürlük, kendini hiçbir zaman unutturmasın. Çocuklara özgürlük denildiğinde karşılık olarak, ’Özgürlük mü, bizi unutan özgürlük mü?’ diye bir karşılık gelmesin.
Ve biz… Akif’in Bülbül şiirinde;
’Ne hüsran dır ki: Şarkın ben vefasız, kansız evladı
Serapa garba çiğnettim de çıktım haki ecdadı
Hayalimden geçerken fikrim hercu merc oldu’
SELAHADDİN EYYUBİ lerin FATİH lerin yurdu.

diye kendi şahsına yakıştırdığı ama aslında o gün olduğu gibi, bu günde bütün bir Müslümanlara sülük gibi yapışmış olan vefasızlıktan, kansızlıktan artık kurtulalım. Mazlumlar zalimden, zulümden ve çokça kıyımdan şikâyetçi iken buralarda artık insanlar yazın sıcağından kışın soğuğundan şikâyet etmesin. Duyarsızlığımız bundan sonra bir adım daha ileriye gitmesin, haddini bilsin
Yine biz… Mazlumun yanında yeterince duramadığımız için zulme ortak olmuş olan biz… Bir haykırış tuttursun dilimiz: Özgürlüğe özgürlük, özgürlüğe özgürlük, özgürlüğe özgürlük…
Son olarak zalime… Kısa ama manidar bir dörtlükle seslenip bitireceğim yazıyı.
Mala mülke olma mağrur.
Deme var mı ben gibi.
Bir muhalif yel eser.
Savurur harman gibi.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.