Sonundan ve başından pek de haberdar olmadığımız bu âleme gelişimiz, yine bu âlemde bin yıllardır insanoğlu olarak yaşıyor olmamız, içerisinde çok büyük hikmetler barındırmaktadır.Varlığımız, var edilmemiz bir hikmetler zinciridir. Sebepsiz hiçbir şeyin olmadığı bu âleme, sebepsiz olarak ve bir hikmetten yoksun olarak gelmiş olabileceğimiz elbette ki düşünülemez. Çok basit gibi görünen bir olayın bile arkasında nice sebepler barınıyorken, nasıl olur da aklımızın dahi alamayacağı bir güzellikte yaratılmış olan biz insanların, hiçbir sebep olmaksızın dünyada olduğu düşünülebilir? Bu, hakkıyla düşünen insanlar için elbette ki mümkün değildir. Bahsettiğimiz bu hikmetler zincirinin halkalarını en iyi şekilde müşahede etmemiz, bizi en doğru olana iletecektir. Bu sayede kâmil bir insan olmanın aslî unsurlarını da yerine getirmiş olacağız. Yeter ki amacımız, kâmil bir insan olmak olsun.
İşte yukarıda bahsettiğimiz sebepler ve hikmetler en güzel ifadesini bizi var edenin kelâmında buluyor.Âyet-i Kerîmede Allah Teâlâ, ’Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’ (Zâriyât, 56) buyuruyor. Diğer bir âyet-i kerîmede ise Allah Teâlâ, ’(Rasulüm!) De ki: (Kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?..’ (Furkan 77) buyuruyor. Görüyoruz ki varlığımızın yegâne sebebi Yüce Yaratıcımız Allah Teâlâ’ya lâyıkı veçhile kulluk edebilmektir. Eğer bu kulluğumuz ve O’na yalvarmamız olmasa hiçbir değerimiz yoktur. O hâlde Allah katındaki değerimiz, O’na yapmış olduğumuz kulluğumuz ve O’na yalvarmalarımızla belirleniyorsa bizler de öncelik sıralamamızı bu durumlara göre belirlemeliyiz.
Konuyla ilgili olarak bir kudsi hadiste, ’Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim, mahlukatı yarattım.’ (Acluni, Keşfü’l Hafa II/132) buyuruyor Allahu Teâlâ. Buradan hareketle mahlukatın yaratılma sebebi olarak Allah’ın en güzel şekilde bilinmek istemesini gösterebiliriz. O gizli hazineyi bilmek ve tanımak en büyük hedefimiz olmalı. Peki Yüce Yaratıcıyı en güzel şekilde bilmek, en doğru şekilde tanımak nasıl olmalıdır? Bunun da cevabı aslında yukarıda değindiğimiz ayetlerde gizlidir. Şayet O’na tam manasıyla bir kul olabilirsek O’nu en iyi ve en doğru şekilde tanımış olacağız.
İnsanoğlunu diğer canlılardan ayıran birçok özelliği mevcuttur. Bu özelliklerin en başına da akletme yetisini koyabiliriz. İnsanoğlu aklı sayesinde diğer canlılara karşı bir üstünlük sağlamış durumdadır. Ancak aynı zamanda bu akıl insanoğluna diğer canlılarda olmayan büyük bir sorumluluk da yüklemiştir. İnsanoğlunun yüklendiği bu sorumluluk Kur’an-ı Kerim’de şu şekilde geçmektedir: ’Biz emaneti göklere, yerküreye ve dağlara teklif ettik, ama onlar bunu yüklenmek istemediler, ondan korktular ve onu insan yüklendi. Kuşkusuz insan çok zalim, çok bilgisizdir.’ (Ahzâb 72)Atette de geçtiği gibi insanoğlu sorumluluğu kendisi kabul etmiştir. İşte bu sorumluluk Allah’ı en iyi şekilde tanımaktır.
Akledebilmesi, üstün bir zekâya sahip olması insanın diğer canlılardan üstün yanı demiştik. Peki nedir zeka? Kim belirler zekânın sınırlarını, ölçütlerini? Ya da ölçülebilecek bir durumu var mıdır zekânın? Her insanda aynı oranda mevcut mudur?Zekânın sözlük anlamı şudur: İnsanın düşünme, akıl yürütme, objektif gerçekleri algılama, yargılama ve sonuç çıkarma yeteneklerinin tamamı, anlak, dirayet, zeyreklik, feraset.(TDK) Görüldüğü gibi bu tanım tam olarak açık değildir. Mesela tanımda geçen ’sonuç çıkarma’ ifadesi çok muğlak bir ifade. İnsanın düşünerek zekâsıyla ulaştığı her sonuç bir zekâ göstergesi olabilir mi? Çünkü insan her zaman doğru sonuçlara ulaşamaz, hatta insanoğlunun ulaştığı sonuçlar genellikle isabetsizdir. O hâlde böylesi bir insana zeki diyebilir miyiz? Bizce diyemeyiz.
Peki, kimdir zeki insan? Atomu parçalayabilen midir zeki? Yoksa insan olmanın parçalarını bir araya getiren mi? Elektiriği, suyun kaldırma kuvvetini, yer çekimi kanununu, izafiyet teorisini bulan mıdır zeki? Yoksa dünya var olduğundan beri batmakta olan insanlığı ellerinden sıkıca kavrayıp kurtaran mıdır zeki?Kendisini diğer canlılardan ayıran zekasını ona vereni bilmeyen, O’nu tanımayan zeki olabilir mi? Madem bu aklı, bu zekayı Allah Teâlâ kendisini tanıyalım diye vermiş, o hâlde zeki insan, O’nu en iyi tanıyan, O’nun istediklerini en iyi şekilde yerine getiren insandır. Varoluşun hikmetli kapılarını bir bir aralayıp Allah Teâlâ’nın kendisini niçin var ettiğini, dünyaya gönderiliş gayesini idrak edebilmiş insandır zeki.
Zeki insan niçin var olduğunu anlayabilen insandır demiştik. Zeki insan, hayata çok geniş bir pencereden bakıp yaradılış gayesini bütün çıplaklığıyla müşahede edebilendir. İşte bu sebepten hayatı en iyi şekilde anlayıp varoluş sebebini en iyi bilen peygamberlerdir en zeki. Yaşadakları çağın çok ötesinde hatta her çağın ötesinde bir düşünme kabiliyetine sahiptir onlar. Hakikati gün gibi görebiliyorlardı ancak çoğunlukla inandıramıyorlardı. İnsanlar, onların görebildiklerinin çok küçük bir kısmını görebiliyorlardı, işte bu sebepten birçoğu deli muamelesi görmüştür.
…
’Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne topyekûn?
Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.’
…
Bu iki dize Necip Fazıl’ın ’Geçilmez’ adlı şiirinden. Belki de bazen en akıllımız Necip Fazıl’ın bu şiirinde de geçtiği gibi aklını daha büyük bir akıl karşısında yele salıverendir. Varlık sebebini belki de en iyi aklından vazgeçenler anlamaktadır. Kim bilir, belki de hakikatin boyası ile boyandıkları için akla hiçbir ihtiyaçları kalmamıştır.
Kur’an-ı Kerim’de sık sık geçen bir ifade vardır: ’Akletmez misiniz?’ Rabbim gerçek anlamda akledip O’nu tam anlamıyla tanıyan kullarından etsin hepimizi.
VAROLUŞ GAYEMİZ ve Akıl Üzerine
Özlenen Rehber Dergisi 170. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.