Özlenen Rehber Dergisi

136.Sayı

Dini Tasavvuf Edebiyatımız

İsmail TORAMAN Özlenen Rehber Dergisi 136. Sayı
Bu yazımızda Dini-Tasavvufî edebiyatımızın doğuşunu ve tarihsel gelişimini ele alacağız.
Öncelikle dini-tasavvufî edebiyatımızın tarihsel gelişimini inceleyebilmemiz için tasavvufun, tarikatların ve ilk mutasavvıfların ortaya çıktığı dönemlerden bahsetmemiz gerekmektedir.
Tasavvuf; kısa fakat çok derin bir ifadeyle kalp ilmi olarak değerlendirilebilir. Abdulkadir Geylanî hazretlerinin deyimiyle tasavvuf; haldir, söz değildir, söz ile ele geçmez. Bir başka büyük tasavvuf ehlinin vasıflarını şu şekilde haber vermektedir: Tasavvuf ehlinin üç vasfı vardır. Toprak gibidir, iyiye de, kötü kimseye de verir. Bulut gibidir, her şeyi gölgeler. Yağmur gibidir, sevilen kimseyi de, sevilmeyen kimseyi de sular. Muhammed Bâkîbillah Hazretleri ise tasavvufu şu sözleriyle açıklamıştır: İnsana lâzım olan önce Ehl-i Sünnete uygun inanmak, sonra şeriata (dînin emir ve yasaklarına) uymak, daha sonra tasavvuf yolunda yükselmektir.
İlk tasavvufî oluşumlar 750 ve 800’lü yıllarda bugünkü Suriye ve Irak dolaylarında ortaya çıkmışlar ve daha sonra Orta Asya’dan Anadolu’ya oradan da Balkanlara; Mısır’dan Kuzey Afrika’nın tamamına oradan da Endülüs’e kadar bütün İslam beldelerine yayılıp günümüze kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir.
Kaynağını İslam tasavvufundan alan dini-tasavvufî edebiyat da bu dönemlerde yine bu bölgelerde ortaya çıkmış, önce Arap ve Acem edebiyatlarında büyük bir etki göstermiş daha sonrada Türk edebiyatı içerisinde kendisini hissettirmeye başlamıştır. Yine bu edebiyatın yayılma alanı da İslam tasavvufunun yayılma gösterdiği bütün coğrafyalarla sınırlıdır. Tasavvuf kaynaklı ilk edebi ürünler de bu dönemlerde verilmeye başlanmıştır. Ortaya konan bu ürünler daha çok insanları kâmil bir dereceye ulaştırmaya çalışan tasavvufî öğüt niteliğindeki sade ürünlerdir.
İslam dininin ve özellikle İslam tasavvufunun etkisinde gelişen dini edebiyat, Arap ve Acem edebiyatlarından sonra Anadolu Selçuklu Devletinin son dönemlerinde Türk edebiyatında hafif de olsa varlığını hissettirmiş, Osmanlı Devletiyle birlikte Türk edebiyatındaki yeri zirve yapmış, uzun bir dönem varlığını sürdürmüş ve bulunduğu döneme damgasını vurmuştur.
Anadolu’da Dini-Tasavvufî Edebiyatın Doğuşu

Anadolu’ya tasavvufun gelmesi, Yusuf el-Hemedânî’nin üçüncü halifesi olarak bilinen Hoca Ahmed Yesevi’nin yetiştirip bu topraklara gönderdiği müritleri vasıtasıyla olmuştur. Bu tarihlerde Anadolu İslam dini ile yeni yeni tanışıyor, Orta Asya’dan gelen Türk kavimleri yeni yeni Anadolu’ya yerleşiyordu. Yani Anadolu toprakları bir geçiş evresindeydi. İşte bu geçiş evresinin sancısız bir şekilde atlatılmasında Hoca Ahmed Yesevi’nin ve yetiştirip Anadolu’ya gönderdiği müritlerinin çok büyük etkisi vardır. (Bu müritler arasında Yunus Emre ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin de olduğu rivayet edilir.)
Hoca Ahmet Yesevi hazretleri aynı zamanda edebiyatımız içerisindeki ilk tasavvufî ürünler olan Hikmet adlı şiirleriyle bilinmektedir. Yesevi Hazretlerinin hikmet adlı şiirlerinin toplandığı eser Divan-ı Hikmet’tir. Hikmetlerde İslam dini, tasavvuf düşüncesi, ahlaki olgunluk gibi kâmil bir insanda bulunması gereken haller işlenmiştir. Hoca Ahmet Yesevi bu hikmetleriyle kendisinden sonra gelen birçok tasavvuf şairini etkilemiş ve bu minvalde şiirler yazmalarına kaynaklık etmiştir.
Anadolu’nun mayasını İslam tasavvufu ile yoğuran Mevlanalar, Yunus Emreler, Hacı Bektaş-ı Veliler ve onların yetiştirdiği nice engin gönüllü insanlar, gerek kalplere sirayet eden sohbetleriyle gerekse de nice hallerin tercümesi niteliğindeki şiirleriyle Anadolu insanını kendi hallerine, nefislerinin eline bırakmamışlar, bu topraklarda kendileri gibi ahlaki olgunluğa erişmiş çok sayıda insan yetiştirmişlerdir. Yukarıda saydığımız büyükler aynı zamanda Anadolu sahasında tasavvufî ürünlerin ilk örneklerini de veren kişilerdir. Verilen bu ürünler bu topraklarda o kadar sevilmiş o kadar benimsenmiştir ki günümüzde bile Mevlana Hazretlerinin mesnevisinde geçen hikayelerle insanlara güzel ahlak öğütlenmekte, Yunus Emre’nin ilahileri ile kalpler heyecana gelmektedir.
Osmanlıda Dini-Tasavvufî Edebiyat

Osmanlı Devleti döneminde dini-tasavvufî edebiyatın gelişimi hız kazanmış ve belli bir dönem sonra en olgun seviyesine ulaşmış, en nitelikli eserler verilmiştir. Bu dönemde tasavvuf edebiyatının gelişimi ile ilgili farklı görüşler vardır. Kimileri tasavvuf edebiyatını tamamıyla halk edebiyatı bünyesinde değerlendiriyor, kimileri tasavvuf edebiyatını hem halk edebiyatı hem de divan edebiyatı içerisinde ele alıyor, kimileri ise dini-tasavvufî edebiyatı başlı başına bir edebiyat kolu olarak değerlendiriyor. Bu üç görüşün de haklı olduğu noktalar olmakla birlikte, dini-tasavvufî edebiyatımızı başlı başına bir edebiyat kolu olarak değerlendirmek bize daha uygun gelmektedir.
Divan ve halk edebiyatları içerisinde verilen dini-tasavvufî ürünlerin sadece dil konusunda bazı farklılıkları göze çarpmaktadır. Diğer hususlarda bu ürünler ortak bir payda da birleşmiş durumdadırlar. Örnek vermek gerekirse;
’Aşk imiş her ne var âlemde ilim bir kîl u kal imiş ancak.’
dizesi divan edebiyatı içerisinde anılan Fuzuliye aittir.
Aşksızlara verme öğüt
Öğüdünden alır değil
Aşksız âdem hayvan olur
Hayvan öğüt bilir değil.

Bu dörtlük ise halk edebiyatı içerisinde anılan Yunus Emre’ye aittir. Bölgesel farklılıklardan kaynaklanan dil farkını bir kenara bırakacak olursak muhteva bakımından bu iki örneğinde vermek istediklerinin birbirine ne kadar yakın olduğu bariz bir şekilde hissedilmektedir. İki örnekte de aşktan dem vurulmakta, aşktan yoksun bir halde yaşamanın hiçbir anlamının olmadığı verilmektedir.
Dini-tasavvufî edebiyatı bırakın sadece halk edebiyatıyla ya da sadece divan edebiyatıyla sınırlandırmayı, bu edebiyatı sadece Türk edebiyatıyla da sınırlandıramayız. Çünkü bu edebiyat daha öncede bahsettiğimiz gibi kaynağını İslam tasavvufundan alır, bu demektir ki dini-tasavvufî edebiyat bünyesinde verilen bütün ürünler hangi coğrafyada, hangi millet çatısı altında verilirse verilsin birbirleriyle birçok ortak yönleri olacaktır. Bu da tasavvuf edebiyatının bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır.
Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinmesinin ardından tasavvuf edebiyatımızda günün getirdiği şartların da etkisiyle eski önemini kaybetmiş, unutulmaya yüz tutmuştur. Ancak bu dönemde tasavvuf edebiyatı içerisinde değerlendirebileceğimiz ürünler az da olsa vardır.
İslamî bir duyarlılıkla eserler veren bazı şairlerimiz bu geleneği devam ettirmişlerdir. Buna örnek olarak Necip Fazıl, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu gibi şairlerimizi gösterebiliriz.
Son dönmelerde ise tasavvufî konuda yazılan eserlerin sayısında hissedilir derecede bir artış oldu. Özellikle tasavvuf büyüklerinin hayatlarının kaleme alındığı birçok eser okuyuculara ulaşmış durumda. Bunun temelinde, insanların tasavvufa karşı bir merak duymaları, tasavvufu bilmek istemeleri yatmaktadır. 800’lü yıllarda ortaya çıkan dini-tasavvufî edebiyat bugün hâlâ varlığını devam ettirmekte, insanlara iyiyi ve güzeli öğütlemektedir.
KAYNAKLAR

Bilgin Azmi, Tasavvuf ve Tekke Edebiyatı
Güzel Abdurrahman, Torun Ali, Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Akçağ Yayınları, Ankara 2010.
Turan Metin, Dinî-Tasavvufî Halk Edebiyatı,
Türk Dünyası El Kitabı Üçüncü Cilt, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1998.

Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.