Tasavvuf tarihi dönemlerine baktığımızda, bu dönemlerin üç ana başlık altında toplandığını görürüz: 1) Zühd dönemi. 2) Tasavvuf dönemi. 3) Tarikatlar dönemi.
Tasavvuf tarihinin ilk dönemi olarak kabul edilen zühd dönemi, asr-ı saâdet’le başlayan, tâbiîn ve tebe-i tâbiîn devri diye maruf ilk iki asrı içine alan, tasavvuf ve sûfî kavramlarının ilk ortaya çıkışına kadar olan dönemdir. Şimdi asr-ı saâdet’in de içinde bulunduğu bu döneme kısa bir göz atalım:
1- Hz. Peygamber’in Hayatında Zühd:
Hz. Peygamber’in hadislerinde zühd övülmüş ve zühdün en güzel örnekleri Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in bizzat kendi hayatında görülmüştür. Nitekim bir hadis-i şerif tasavvufî anlamda zühd kavramını özetlemiş gibidir. Bir Sahâbi gelip Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’e sorar: ’Yâ Rasûlallah! Bana öyle bir amel söyle ki, onu işlediğim zaman beni hem Allah hem de insanlar sevsin.’ Hz. Rasûlullah buyurur: ’Dünyaya karşı zâhid ol (dünya sevgisini terk et) ki Allah tarafından sevilesin. İnsanların ellerindekine karşı zâhid ol (eşya sevgisini terk et) ki insanlar tarafından sevilesin.’(1)
Hz. Peygamber’in bundan başka dünya hayatına değer vermemeyi öğütleyen pek çok hadisleri vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
’Altına, gümüşe, kumaşa ve abaya kul olanlar helak oldu. Böyle kimseler kendilerine bir şey verilince razı olurlar, verilmeyince kızarlar.’(2)
’Dünya mü’minin zindanı, kafirin cennetidir.’(3) ’Kimin himmet ve kaygısı dünya olursa Allah onun işini dağıtır, fakirliğini gözünün önüne koyar. Kimseye nasibinden fazla dünyalık vermez. Nimet ve himmeti âhiret olanın işini Allah toparlar, gönlüne zenginlik verir. O arkasını dönse de dünya ona gelir.’(4)
’Himmet ve kaygılarını teke indirip sadece âhiret kaygısı taşıyanın dünyasına Allah kâfîdir. Kaygısını dünyaya dağıtanın ise Allah hangi vadide helak olduğuna aldırış etmez.’(5)
’Allah bir kulunun hayrını murad ederse, dünyadan zühdünü kolaylaştırır, kendisine kusurlarını gösterir. Dünya sevgisinden el etek çekene yaklaşınız. Çünkü onun telkin ettiği hikmettir.’(6)
’İpek giysiler giymeyin, altın ve gümüş kaselerde su içmeyin, bu madenlerden yapılmış tabaklardan yemek yemeyin.’(7)
’Uhud dağı kadar altınım olsa, borcumu ödemek için alacağım miktar müstesnâ, kalan kısmının üç gün geçmeden elimden çıkmasını arzu ederdim.’(8)
Bir gün hasır üzerinde uyumuş ve mübarek vücudunda izler bırakmıştı. Bunun üzerine; ’Hasırla aranıza bir şeyler serseydik!’ diyen Sahâbelere: ’Benim dünya ile ne işim var? Ben, dünyada yolculuğu sırasında bir ağaç altında gölgelenen, sonra da oradan geçip giden bir yolcu gibiyim.’(9) buyurmuştu.
Allah Rasûl’ü, ömrü boyunca zâhidâne bir hayat yaşadı. Bu isteği sebebiyle bir keresinde: ’Eğer Nasrânîler (Hıristiyanlar) arasında olsaydım, onların rahiplerinden olurdum.’(10) buyurmuştu.
Yünlü, pamuklu, yamalı-yamasız giyer, yeme konusunda hiçbir şey seçmez ve verilene razı olur, peş peşe birkaç gece aç sabahlar, hane halkı da çoğu zaman akşamları yiyecek bir şey bulamazdı. Açlıktan midesini küçültüp fazla açlık hissetmemek için karnına taş bağladığı zamanlar da olmuştu. Bir gün Fâtımâ validemiz, Peygamberimize pişirdiği ekmekten bir parça getirmiş ve Allah’ın Rasûl’ü: ’Bu nedir?’ diye sorduğunda: ’Pişirdiğim çörektir. Size getirmeden canım çekmedi.’ demişti. Bunun üzerine Fahr-i Âlem Efendimiz: ’Üç gündür babanın ağzına giren ilk lokma bu olacak!’ buyurdu. (11)
Bineğine bindi, koyun ve keçileri sağdı, elbiselerini kendisi yamadı. Zengin-fakir herkesle el sıkışıp görüştü. Asla mal biriktirme heveslisi olmadı. ’Kul peygamberlikle, melik peygamberlik arasında muhayyer bırakıldım. Cebrail bana mütevazı davranmamı işaret etti. Ben de kul peygamber olmayı tercih ettim ve bir gün doyayım, bir gün aç kalayım dedim.’(12) buyurmuşlardı.
Kilim üzerinde uyudu. Zevcesi Hafsa annemiz anlatıyor: ’Bir kilimi ikiye katlayarak O’na yatak yapardık bir defasında dörde katlamıştık da gece namaza kalkamamış ve altına ne serildiğini sorarak her zamanki serginin serilmesini istemiş, istirahatı ile fazla meşgul olunmasından hoşnut olmamıştı.’(13)
2- Ashâb-ı Kirâm’ın Zühd Hayatı:
Tasavvufun temelini teşkil eden Allah Rasûl’ü ve Ashâbı’nın zühd hayatının esasları daha çok kılık-kıyafet, yeme-içme, barınma mekanı gibi dünya nimetlerine değer vermemek, zikir ve nafile ibadetlerle meşgul olmak, ibadet ve tefekkür için tenha yerleri tercih etmek, Allah’a karşı bir teslimiyet ve tevekkül içinde olmak şeklinde ruhâni ve mânevi fiillerle tevhid konusundaki sözler ve duygulardan oluşmaktadır.
Tasavvufun esası sayılan zühd, takva ve ruhâni hayatın Hz. Peygamber’in hayatında özellikle yakın çevresindeki Sahâbîlerde derin izler bıraktığı bilinmektedir. Nitekim tasavvufun ana kaynakları sayılan Tabakât kitaplarında zühdî yaşantısı ile dikkat çeken Sahâbîler ve Suffe Ashâbı’ndan söz edilmektedir. Bu kitaplarda asr-ı saadetteki tasavvufî unsurlardan bahsedilirken Hulefâ-i Râşidîn, Aşere-i Mübeşşere ve bir çok zâhid Sahâbe’nin zühdî yaşantıları anlatılmaktadır.(14) Konunun geniş olması sebebiyle sadece Hulefâ-i Râşidîn’in zühd yaşantısından bazı örnekler vererek yetineceğiz:
a) Hz. Ebû Bekir (r.a.)
Hz. Ebû Bekir, zühd ve verâı ile tasavvuf hayatının Ashâb içindeki öncülerinden sayılır. Nitekim Ebû Bekir Vâsıtî: ’Bu ümmet içinde süfiyâne sözler ilk defa Hz. Ebû Bekir’in dilinden dökülmüştür.’ diyerek onun Allah Rasûl’üne malının tamamını getirdiğinde; ’Çoluk çocuğuna ne bıraktın?’ sorusuna; ’Allah’ı ve Rasûl’ü!’ cevabını buna delil sayar.(15)
Şüphelilerden sakınma konusunda gösterdiği titizlik, ondaki verâ duygusunun tezahürü olduğu gibi, tasavvuftaki ’helal lokma’ inceliğinin de esasıdır. Nitekim kendisine ikram edilen bir sütün şüpheli veya helal olmadığını öğrenince boğazına soktuğu parmağıyla hemen onu çıkarmış ve ’Eğer bu lokmalar canım çıkmadıkça çıkmayacak olsaydı, onu da göze alırdım.’ demiştir.
Mârifet-i İlâhiye (Allah’ı tanıma) konusunda söz söyleyen, hicret sırasında Sevr mağarasında Allah Rasûl’ünün yanında bir çok sırlara âşina olan ve Allah Rasûlü ile bu konuda söyleşen ve bu söyleşi Hz. Ömer (r.a.) gibi büyük Sahâbîlere bile ağır gelen Hz. Ebû Bekir şöyle konuşurdu: ’Mârifetine, mârifetini tanıyamamaktan başka yol bırakmayan Allah’ı tesbih ederim.’ ’Kim mârifetin hâlisinden bir şey tadarsa, bu zevk onu Allah’tan gayri her şeyden alıkoymaya kafidir.’
Cömertliği takvâda, zenginliği tam inançta, şerefi alçak gönüllülükte bulduğunu söylerdi. Bir tavsiyelerinde Abdurrahman b. Avf’a: ’Gelecekte dünyanın genişleyeceğini, bolluğa kavuşacağını görüyorum. Bolluk zamanında ipek perdeler, atlas yastıklar kullananlar çıkacak. Sizden birinizin boynunun vurulması, dünyaya dalmasından daha iyidir.’ demiştir.(16)
b) Hz. Ömer (r.a.):
Rasûlullah (s.a.v.)’in, hakkında: ’Her ümmetin ilme mazhar (muhaddes) kişileri vardır. Bu ümmetin muhaddesi Ömer’dir.’(17) buyurarak övdüğü ve: ’Hakk, Ömer’in dilinden konuşu-yor.’(18) hadisiyle yücelttiği, hayatı boyunca asla dünyaya değer vermeyen Hz. Ömer (r.a.), halife olduğu zaman bile üzerinde yaması bulunan bir hırka ile halka imamlık yapmıştır.
İran Kisrâsı’nın tahtı ve ganimet malları Medine’ye getirildiğinde: ’Tükettiniz dünya hayatındaki güzel nimetlerinizi, onlardan yararlanıp sürdünüz sefanızı; burası için hiçbir şey bırakmadınız, artık bugün horlayıcı azapla cezalandırılacaksınız.’(19) âyetini okuyup ağlamıştı.
Oğlu Abdullah’ın odasına girdiğinde et yediğini görünce: ’Sen her canının çektiğini yiyor musun? Bilmez misin ki, insanın canının çektiği her şeyi yemesi israf, israf ise haramdır.’ diye çıkışmıştı.
Halifeliği zamanında pek çok köleleri bulunmasına rağmen, sırtına yüklendiği odun destesini taşır ve: ’Niye bunu adamlarına taşıtmıyorsun?’ diyenlere: ’Nefsimi denemek ve onu ıslah etmek istiyo-rum!’ cevabını verirdi. Onun bu sözleri tasavvuf erbabının nefis mücahedesine örnek teşkil etmektedir.(20)
c) Hz. Osman (r.a.):
Kur’ân okumaya düşkünlüğü, ağlaması, sehâveti, gece ibadeti, hayası ve sabrı sebebiyle sûfilere örnek olmuştur. Harama bakan bir gence: ’Ben senin gözünde zina eseri görüyorum.’ diyerek basiretinin keskinliğini ve ferâsetini hissettirmiştir. Allah Rasûl’üne en sıkıntılı zamanlarında servetiyle destek olmuştur. Özellikle Tebük seferinde orduyu donatmak üzere ticaret kervanını bütün develeriyle birlikte infak ederek orduyu donatması, malını Allah ve Rasûl’üne hizmet için tuttuğunu gösteren örneklerden sadece biridir.(21)
Meleklerin bile kendisine imrendiği yüksek bir hayâ duygusuna sahip olan Hz. Osman (r.a.), hayrı şu dört şeyde buluğunu söyler: ’Nafile ibadetlerle Allah’ın sevgisini kazanmak; Allah’ın ahkamını uygulamada sabretmek; Allah’ın takdirine rıza göstermek; nazar-ı ilâhîden hayâ etmek.’(22)
d) Hz. Ali (r.a.):
Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in: ’İlim şehrinin kapısı.’ diye tanıttığı güzide Sahâbîlerden biri de Hz. Ali (r.a.)’dır. Cüneyd-i Bağdâdî’nin: ’Allah’ın kendisine ledünnî ilim verdiği kimselerden-di.’ diyerek övdüğü Hz. Ali (r.a.), bu hususiyetleriyle Allah Rasûl’ünün Ashâbı içinde nice mânâlara, latif işaretlere, tevhid, mârifet ve îman konusunda veciz ibârelere sahiptir. Kendisine îmanı soran birisine: ’Îman sabır, yakîn, adl ve cihad temellerine dayanır.’ diye cevap vermiş; arkasından da sabır, yakîn, adl ve cihadı onlar makam halinde açıklamıştır.(23) Bir rivayete göre: ’Tasavvufî makamlar-dan ilk bahseden Hz. Ali’dir.’ denilmektedir.
’İnsanların ayıp ve kusurlarından nasıl kurtulabileceğini’ soran birine; ’aklını başkan, sakınmayı vezir, nasihati dizgin, sabrı kumandan, takvâyı azık, Allah korkusunu yoldaş, bela ve ölümü hatırlamayı arkadaş edinenlerin günah ve kusurlardan kurtulabileceğini söylemiştir.
Hz. Ali (r.a.), Hz. Ömer (r.a.)’e bir gün: ’Dostumuz Allah Rasûl’üne kavuşmak dilersen yamalı gömlek giy, ayakkabını onar, emelini küçült, karnını doyurmadan ye!’ diye nasihat etmişti.
Hz. Ali (r.a.), namaz vakti geldiğinde tirtir titrer, yüzünün rengi değişir, ’Ne oluyor sana Yâ Emire’l-Mü’minîn?’ denildiğinde: ’Allah’ın göklere, yere ve dağlara arz edip kabul etmedikleri ve insanların kabullendiği emanetin îfâsı vakti geldi. Korkum bu emaneti gereği gibi yerine getirememek-tir.’ derdi.
Hz. Ali (r.a.) şehit edildiği zaman oğlu Hasan (r.a.) minbere çıkıp şunları söyledi: ’Emire’l-Mü’minîn aramızda katl olundu. Dünyaya ait geriye sadece bir hizmetçi satın almak için ayırdığı dört yüz dirhem bıraktı.’ diyerek onun dünyaya ait hiçbir mal bırakmadığını ümmete ilan etmişti.
Rivayete göre Hz. Ali (r.a.) der ki: ’Hayır dört şeyde toplanmıştır: Susmak, konuşmak, bakmak ve hareket. Allah’ın adı geçmeyen bir konuşma boştur. Tefekkürü olmayan bir susma unutkanlık ve dalgınlıktır. İbretle olmayan bakış gaflet, Allah’a kulluk için olmayan hareket kayıptır. Allah konuşması zikir, susması fikir, bakması ibret, hareketi ibadet olan kimseye rahmet etsin. İnsanlar böylelerinin elinden ve dilinden selamettedir.’
Ebu Nasr Serrâc, el-Luma’ adlı eserinde dört büyük halifenin tasavvufî hayat içindeki yerleri konusunda şunları söylemektedir: ’Dünya sevgisini bütünüyle terk ederek elinde, avucunda bulunan her şeyi Allah yolunda infak ile fakr-ı tâmı (24) seçenlerin imamı Hz. Ebû Bekir’dir. Dünyanın yarısından geçip, yarısını aile efradı ve akrabalarının hukukunu yerine getirmek için ayıranların önderi Hz. Ömer’dir. Dünyalık malı Allah için biriktiren ve biriktirdiklerini Allah için infak edip dağıtanların rehberi Hz. Osman’dır. Gönlünde dünyaya karşı bir meyil duymayan, istemediği halde dünya kendisine doğru geldiğinde reddederek ondan kaçanların serveri Hz. Ali’dir.’(25)
Allah Rasûlü’nün hayatından bir çok güzel ahlâk olarak ortaya çıkan ve yaşanılan ruhâni ve manevi hayatın, Hulefâ-i Râşidîn, diğer Sahâbeler ve özellikle Ehl-i Beyt (26) tarafından benimsendiğini görmekteyiz. Hz. Âişe vâlidemiz şöyle anlatıyor: ’Bir defasında giydiğim bir elbise çok hoşuma gitmişti. Halimden bunu fark eden babam Ebû Bekir (r.a.): ’Bilmez misin ki, insan dünya nimetine hayranlık duyunca, o duygudan kurtuluncaya kadar Allah kendisine gazap eder.’ dedi. Ben de o elbiseyi çıkarıp bir başkasına hediye ettim.’
Zühd hayatı, Rasûlullah Efendimiz ve Sahâbeler döneminden sonra da devam etmiş, önceleri belli başlı zâhidlerin yaşantısı olarak gözükürken; tâbiîn, tebeü’t-tâbiîn dönemleri ile birlikte tasavvuf mektepleri şekline dönüşmüştür. Bunlar Medine Mektebi (Ashâb-ı Suffe, Said b. Müseyyeb. İmam-ı Mâlik vs.), Kûfe Mektebi (Süfyan es-Sevrî, Dâvud- u Tâî vs.), Horosan Mektebi (İbrahim b. Ethem, Fudayl b. İyâd vs.) ve Basra Mektebi (Hasan El-Basrî, Râbiatü’l-Adeviyye, İbn-i Sîrin vs.) olarak sayılabilir. Özellikle Basra mektebinde zühd ikiye ayrılmış, Hasan El-Basrî ile ’korku ve hüzün ekolü’, Râbiatü’l-Adeviyye ile ’sevgiye dayalı zühd ekolü’ kendini göstermiştir.(27) Daha sonraları ise tarikatlar ve meşrepler şeklinde süregelmiştir.
KAYNAKÇA:
1) İbn-i Mâce, Zühd 1. 2) Buhârî, Cihad 70, Rikak 10; İbn-i Mâce, Zühd 8. 3) Müslim, Zühd 1. 4) Kâdı İyad, Eş-Şifâ, I.188. 5) İbn-i Mâce, Zühd, H.No: 4106. 6) İbn-i Mâce, Zühd, H.No:4101. 7) Müslim, Libas 5. 8) Buhârî, İstikrâz 3. 9) İbn-i Mâce, Zühd, H.No:409. 10) İbn-i Hanbel, Müsned, c.V, s.163. 11) İbn-i Sa’d, Tabakâtü’l-Kübrâ, c.I, s.400. 12) Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c.IX, s.192. 13) Tirmizî, Şemâil, s.261. 14) YILMAZ H. Kâmil, a.g.e., s.93-94. 15) Ebû Nasr Serrâc, el-Luma, s.168-169. 16) YILMAZ H. Kâmil, a.g.e., s.96. 17) Buhârî, Fezâil 16. 18) Ebû Dâvut, İmâre 18 ; Tirmizî, Menakıb 17. 19) El-Ahkâf 46/20. 20) YILMAZ H. Kâmil, a.g.e., s.96-97. 21) YILMAZ H. Kâmil, a.g.e., s.98. 22) El-Lum’a, s.178. 23) El-Lum’a, s.180. 24) Fakr: İhtiyaç duyulan şeyin yokluğu demektir. 25) El-Lum’a, s.182. 26) Bkz. FÂRUKÎ Abdullah el-Müceddidî, Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar. 27) Bkz. Tasavvuf Tarihi kitapları.
Rasûlullah (s.a.v.) ve Hulefâ-i Raşidîn'de Zühd
Özlenen Rehber Dergisi 16. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.