Geçen sayımızda Hazreti Ömer (r.a.)’in Müslüman oluşunu anlatmaya başlamıştık. Hazreti Ömer, Rasûlullah Efendimizi öldürmek niyeti ile yola çıktığı sırada kız kardeşi ve eniştesinin Müslüman olduğunu işitmişti. Böylece Rasûlullah Efendimize gitmeden önce kardeşinin evine yöneldi. Onların Kur’an okuduğunu kapıdan işitmişti. Eniştesi ve kardeşini hırpalamış olan Ömer, kardeşinin sert çıkmasıyla bir anda yumuşamış ve yaptığına pişman olmuştu. Derken iyi niyetle kız kardeşi ve eniştesinin okuduğu metni istedi; fakat ona öncelikle temizlenmesi gerektiğini söylemişlerdi. Hazreti Ömer’in gönlüne bir yumuşama, pişmanlık ve hidayete aralanan bir ışık gelmişti. Guslettikten sonra hep beraber şu âyet-i kerîmeleri okudular:
’Ey Muhammed! Biz, Kur’ân-ı, sana, sıkıntıya düşesin diye değil, ancak, Allah’tan korkanlara bir öğüt, yeri ve yüce gökleri yaratanın katında bir kitap olarak indirdik. O, Rahman olan Allah, arşa hâkim bulunmaktadır. Göklerde, yerde, her ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanların hepsi O’nundur. Sen, sözü, ister açığa vur, ister gizle dur, birdir. Çünkü O Allah; gizliyi de, gizlinin daha gizlisini de bilir. Allah’tan başka ilâh yoktur. En güzel isimler onundur. Mûsa’nın haberi sana geldi mi? O, bir ateş görmüştü de âilesine; ’Durun, ben bir ateş gördüm. Ya ondan size bir kor getiririm, ya da ateşin yanında bir yol gösterici bulurum!’ demişti...’( Tâhâ, 20/1-16)
Hz. Ömer (r.a.) bu âyetleri işitince kendisini tutamadı:
’Bu, ne güzel, ne şerefli kelâm! Bu kelâmdan daha güzeli, daha tatlısı olmaz!’ dedi.
Habbab, Hz. Ömer’in (r.a.) bu sözünü işitince, saklı bulunduğu yerden çıkıp, O’na: ’Müjde, ey Ömer! Dilerim ki Rasûlullah’ın yaptığı duâ senin hakkında gerçekleşsin. Dün gece O, ’Allâh’ım! İslâmiyeti, ya Ebû’l Hakem bin Hişam’la ya da Ömer ibn-i Hattab ile kuvvetlendir.’ diyerek duâ ettiğini işittim. Allah, Allah! şu işe bak, ey Ömer!’ dedi.
Hz. Ömer (r.a.): ’Rasûlullah şimdi nerededir?’ diye sordu.
Kız kardeşi Fâtıma: ’Eğer, O’na lâyık olmayan bir hareket ve bir yaramazlık yapmayacağına yemin edersen, yerini sana bildiririm.’ dedi.
Hz. Ömer (r.a.): ’Evet, Allâh’a yemin ederek söz veriyorum.’ deyince,
Fâtıma da: ’O şimdi, Erkam’ın Safâ tepesi yanındaki evindedir. Yanında da ashâbından bâzı kimseler bulunmaktadır.’ dediler.
Hz. Ömer (r.a.), kılıcını alıp kuşandıktan sonra, Rasûlullah ve ashâbının bulundukları evin kapısını çaldı, içeriden: ’Kim o?’ denildi.
Hz. Ömer ( r.a.): ’Hattab’ın oğlu!’ dedi. Hz. Ömer’in (r.a.), Peygamber Efendimiz’e karşı hiddetini bildikleri ve kendisinin iyi niyetli geldiğini bilmedikleri için, sahâbeler önce kapıyı açmadılar. Hz. Ömer’in (r.a.) sesini işitince ashâbdan Hz. Bilâl-i Habeşî (r.a.) kalkıp kapının arasından baktı. Hz. Ömer’in (r.a.) kılıcını kuşanmış olarak geldiğini görünce Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) bir şey yapacağından korktu ve geri döndü:
’Yâ Rasûlallah! Ömer ibn-i Hattab O! Kılıcını kuşanıp gelmiş! O’nun şerrinden Allâh’a sığınırız.’ dedi.
Hz. Hamza (r.a.): ’Bırakın O’nu, gelsin! Eğer, hayırlı bir maksatla geldi ise, kendisini hayırla ağırlarız. Eğer, kötü bir maksatla geldi ise, O’nu kendi kılıcı ile öldürürüz!’ dedi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Kapıyı açın, bırakın o’nu, gelsin! Eğer, Allah o’nun hayrını murâd ettiyse, kendisini doğru yola iletir!’ dedi.
Peygamberimiz (s.a.v.) ayağa kalktı. Hz. Ömer’i (r.a.) yanına gelinceye kadar ayakta bekledi. Gelince, O’nu, elbisesinin toplandığı yerden ve kılıcının bağından tuttu. Şiddetlice çekip sarsarak:
’Ey Hattab’ın oğlu! Niye geldin? Vallâhi, Velid ibn-i Muğîre gibi, senin hakkında da Yüce Allâh’ın rezil ve rüsvay edici şiddetli âyetler indirdiğini görmek istemiyorum! Sen sonuna kadar mı bu halde sürüp gideceksin?! Allâh’ım! Bu, Hattab’ın oğlu Ömer’dir! Allâh’ım! İslâm dînini Hattab’ın oğlu Ömer’le kuvvetlendir!’ dedi.
Hz. Ömer (r.a.), Peygamberimizin (s.a.v.) mânevi heybetinden sarsılmış ve iki dizi üzerine yere çökmüştü.
Hz. Ömer (r.a.): ’Yâ Rasûlullah! Ben, Allâh’a ve Rasûlüne, O’nun Allah’dan getirdiklerine îman etmek için geldim!’ deyince, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) tekbir getirdi. Ashâbdan orada bulunanlar da tekbir getirdiler. Bu öyle bir muhteşem andı ki, tekbir sesleri, Mekke sokaklarını çınlattı! Mescid-i Haram’da bulunan müşrikler bile bunu işittiler. Hz. Ömer (r.a.), Müslüman olanların kırkıncısı olmuştu.
Müşriklerin yaptıkları zulüm ve işkenceler yüzünden Müslümanlar tedirgin olmuş, evlerinden barklarından uzaklaşmışlardı. Onlar, Hz. Hamza (r.a.) ve Hz. Ömer’in (r.a.) Müslüman olmaları ile, çektikleri işkencelerin biraz hafifleyeceğini umdular. Çünkü, bu iki zâtın, Peygamber Efendimiz’i koruyacaklarını, düşmanları biraz yola getireceklerini biliyorlardı.
Abdullah ibn-i Mes’ud der ki: ’Hz. Ömer’in (r.a.) Müslüman oluşu, İslâmiyet için bir fetih idi. O’nun hicreti nusret, halîfeliği de rahmet oldu. Hz. Ömer (r.a.) Müslüman oluncaya kadar Kâbe’nin yanında topluca namaz kılmağa kâdir olamadık. Hz. Ömer Müslüman olduğu zaman, kendisi Kâbe’nin yanında namaz kılıncaya kadar ve biz de kendisiyle birlikte namaz kılıncaya kadar, Kureyş müşrikleriyle mücâdele etti.’
Hz. Ömer (r.a.) der ki: ’Rasûlullah ve ashâbı’nın, müşriklerden gizlendikleri sıralarda, Müslüman olunca: ’Yâ Rasûlullah! Biz ölü olsak da, diri olsak da, Hak ve Gerçek Dîn üzerinde değil miyiz?’ dedim. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Evet! Varlığım Kudret elinde olan Allâh’a yemin ederim ki, siz ister ölü, ister diri olun, Hak Dîn üzerindesiniz?’ dedi. ’O halde ne diye gizleniyoruz? Seni Hak Dîn ile gönderen Allah’a yemin olsun ki hiç çekinmeden, korkmadan, oturup, İslâmiyet’i açıklamadığım bir küfür meclisi kalmayacaktır. Seni Hak Dîn ile gönderen Allâh’a yemin olsun ki çıkacağız, İslâmiyet’i açığa vuracağız!’ dedim.
İki saf hâlinde Erkam’ın evinden çıktık. Safların birisinin başında Hz. Hamza (r.a.) vardı. Birisinde de ben vardım. Sert adımlarla yerin topraklarını un gibi tozuta tozuta Mescid-i Haram’a girdik. Kureyş müşrikleri şaşkın ve ürkek bakışlarla bir bana bakıyor, bir Hamza’ya bakıyorlardı: ’Eyvâh! Ömer bizi ikiye ayırdı.’ dediler. Onlar, o güne kadar, bir benzerine daha uğramadıkları bir musibete uğramış gibiydiler.
Müşrikler: ’Ey Ömer! Arkandakiler kimler?’ dediler. ’Lâ İlâhe illallâh! Eğer sizin herhangi biriniz kımıldarsa, onu kılıcımla yere sererim.’ dedim. Rasûlullah, Beytullâh’ı tavaf etti. Öğle vakti, açıktan namaz kıldıktan sonra yanındakiler ile birlikte Erkam’ın evine döndü. O zaman, Rasûlullah (a.s.), Hak ve gerçek olanla, batıl ve boş olanın arasını ayırdım, diye bana ’Fâruk’ adını verdi!’
Siyer-i Nebî
Özlenen Rehber Dergisi 16. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.