Mübarek ve yüce Ehl-i Beyt silsilesinin iki büyüğünden birincisi ve seyyidlerin ceddi olan Hz. Hasan’ın künyesi, Ebû Muhammed el-Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib el-Kureyşî el-Hâşimî şeklinde geçmektedir.
Hicretin 3. yılında Medine’de doğdu. Hz. Ali (r.a.), oğluna ’Harb’ ismini vermek istemişse de Peygamber Efendimiz (s.a.v.) daha önceleri bilinmeyen ve cahiliye döneminde kullanılmayan ’Hasan’ ismini bizzat kendisi vermiş ve kulağına ezan okumuştur.(1) Yine, Ebû Muhammed künyesi de kendisi tarafından verilmiştir. Doğumunu takip eden yedinci günde Hz. Peygamber (s.a.v.) akîka kurbanı kestirmiş ve Hz. Fâtımâ (r.anhâ)’den saçının ağırlığınca fakirlere gümüş dağıtmasını istemiştir.(2)
Hz. Hasan (r.a.) Hz. Peygamber’in en çok sevdiği torunlarından ve O’nun ’Reyhânesi’, Hz. Ali’nin, Hz. Fâtımâ’dan doğan büyük oğlu. Hulefâ-i Râşidîn’in beşincisi kabul edilir. On iki İmam’ın ikincisidir.
Hz. Hasan, Hz. Peygamber’in terbiyesinde yetişti. Sahîh hadis kitapları dahil bir çok İslâmî literatürde, Hz. Peygamber’in torunu ile ne kadar ilgilendiğini ve onu ne kadar çok sevdiğini ifade eden rivayetler bu gerçeği göstermektedir. Onunla her an ilgilendiğini, hemen hemen yanından hiç ayırmadığını; bilhassa namazlarda bile torununun gelip omuzlarına çıktığından dolayı, Hz. Peygamber’in sırf onu incitmemek için secdesini uzattığını ifade eden hadisler, ilahî vahye mazhar dede ile, O’nun ’reyhanesi’ arasındaki sevgiyi anlatmaktadırlar.(3). Hatta Hz. Peygamber rükû’da iken torunu gelir, ayaklarını açar, bir yönden girer, öbür taraftan çıkar(4) ve Hz. Peygamber ses çıkarmazdı. Bazen secde ederken omuzlarına bindiğinde, onu yavaşça sırtından indirirdi. Hatta bir defasında Hz. Peygamber hutbe okurken Hz. Hasan ile kardeşi Hz. Hüseyin’in üzerlerindeki uzun ve kırmızı elbiseleri ile düşe kalka yürüdüklerini görünce, hutbesine ara verip, minberden inerek, torunlarını kucağına aldığı ve önüne oturttuğu, daha sonra da, ’Allah Teâlâ: ’Mallarınız ve evlatlarınız sizin için birer imtihan vesilesidir.’(et-Teğâbün, 64/15) derken doğru söylemiştir. Şu ikisini bu şekilde görünce sabredemedim.’ diyerek hutbesine devam ettiği kaynak hadis kitaplarında anlatılmaktadır. (5)
Öbür taraftan Hz. Peygamber torunlarını öper(6) ve her iki torununun cennet ehli gençlerinin efendileri olduğunu da söylerdi.(7) Hatta onları sevenleri Allah’ın sevmesini dilediği duaları da rivayetler arasında yer almıştır.(8)
Hz. Hasan fizik olarak dedesi Hz. Peygamber’e çok benzerdi.(9) Öyle ki, bir defasında Hz. Ebû Bekir, ikindi namazından çıktıktan sonra, Hz. Ali ile beraber yürürken, çocuklarla oynayan Hz. Hasan’ı görürler. Hz. Ebû Bekir onu omzuna alır ve; ’Nebî’ye benzeyen, Ali’ye benzemeyen, sana babam feda olsun!’ diye bir mısra söyler.(10) Hz. Ali bu hâdise ve sözler karşısında gülümser.
Hz. Hasan, Hz. Peygamber (s.a.v.) âhirete göçtüğü sıralarda sekiz yaşlarında idi. Henüz çok küçük olduğu için, Hz. Peygamber’den doğrudan doğruya rivayet ettiği hadislerin sayısı oldukça azdır. Bunlardan biri Ebu’l-Havrâ’nın rivayet ettiği şu hadistir: ’Hz. Hasan’a, ’Hz. Peygamber’den duyduğun hangi hadisi hatırlıyorsun?’ diye sordum. O da şunu anlattı: ’Şu hadiseyi hatırlıyorum: Zekat hurmalarından bir hurma alıp, ağzıma atmıştım. Hz. Peygamber o hurmayı ağzımdan salya ile çıkardı. Oradakiler ’Yâ Rasûlallah! Bu çocuğun ağzına attığı tek bir hurmayı, niçin geri çıkardın?’ dediler. O da: ’Biz Âl-i Muhammed’e sadaka (zekat) helâl değildir.’ buyurdu. Hatırladığım diğer bir hadis de: ’Seni ilgilendirmeyen şeyleri bırak, ilgilendiren şeylere bak...’ hadisidir. Yine dedem Hz. Peygamber bana şu duayı da öğretmişti: ’Ey Allah’ım! Beni hidayete erdirdiğin kimselerden eyle, âfiyet verdiğin kişilerden eyle, dost edindiğin kullarının arasına kat! Verdiğin şeyleri benim hakkımda mübarek kıl ve hüküm verdiğin (takdir ettiğin) şeyleri şerrinden de koru. Senin dost edindiğin bir kişi asla zelil olmaz.’(11)
Hz. Hasan’ın tarihî bir şahsiyet olarak ortaya çıkması, babası Hz. Ali’nin şehid edilmesini müteâkiben, Kûfelilerin kendisine biat ederek halife seçmeleriyle başladı (h. 40/m.660). Ve altı ay sonra yapılan bir antlaşma üzerine Hz. Muaviye Medâin’e geldi. Hz. Hasan’ı yanına alarak Kûfe’ye girdi. Hz. Hasan (r.a.), Hz. Muaviye ile antlaşma yaptı. Bu hareketi ile Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hadisine mazhar olup, Müslümanlar arasında kan dökülmesini önlemiş, barış ve huzurun sağlanmasına vesile olmuştu. Hz. Peygamber bir gün minberden Sahâbelere: ’Benim bu oğlum Hasan, efendidir. Allah onun vasıtasıyla iki büyük grubun arasını düzeltecektir.’ buyurmuşlardır.(12) Nitekim kırk yıl sonra İslâm’ın iki büyük ordusu karşı karşıya gelmiştir. Hz. Hasan (r.a.) Hz. Muaviye ile antlaşma yoluna gidip Peygamber Efendimizin (s.a.v.) mucizesini tasdik etmiştir.
Hz. Hasan bu feragati ile bir dünya saltanatı kaçırıp kan dökülmesini önledi. Fakat bunun yanında manevi bir saltanat kazanmış oldu. Risâle-i Nûr’da bu olayın içyüzü şöyle anlatılır: ’Hasan ve Hüseyin ve onların hânedanları ve nesilleri, mânevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile mânevî saltanatın cem’i gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi -tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı mâneviyyeye tayin edildiler. Âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular.’(13)
Peygamber Efendimizin (s.a.v.), soyunu devam ettiren iki torunundan biri olan Hz. Hasan’ı çok severdi. Bunu söz ve davranışlarıyla gösterirdi. Bediüzzaman Hazretleri, Peygamberimizin bu sevgisini: ’Hazret-i Hasan’dan (r.a.) teselsül eden nûrânî nesl-i mübarekinden, Gavs-ı Âzam olan Şâh-ı Geylânî gibi pek çok mehdî-misal verese-i nübüvvet ve hamele-i şeriat-ı Ahmediye (s.a.v.) olan zatların hesabına?’ olduğunu ifade eder. Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmesini, ’O zatların istikbalde edecekleri hizmet-i kudsiyelerini nazar-ı nübüvvetle görüp takdir ve istihsan etmiş. Ve takdir ve teşvike alâmet olarak, Hazret-i Hasan’ın (r.a.) başını öpmüş’(14) şeklinde değerlendirir. Hz. Hasan’ın soyundan gelen bu kişilere ’şerif’ denilmiştir.
Ayrıca Peygamberimiz bazı tavır ve sözleriyle Aba Ehli’ni (Hz. Ali, Hz. Fâtımâ, Hz. Hasan ve Hüseyin) tathîr etmiştir. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) mübarek abasını üstlerine örterek Ahzâb sûresi 33. âyetle ’Ey Peygamber ailesi! Allah günahlarınızı giderip sizi tertemiz yapmak istiyor.’ şeklinde dua ederek otuz kırk yıl sonra Müslümanlar arasında çıkacak olan fitne ve kan dökmeleri nübüvvet nazarıyla görmüş, o dönemi yaşayacak olan Aba Ehli’nin masumiyetine dikkat çekmiştir. Bu hareketiyle, Hz. Ali’nin ’... Hazret-i Hasan’ı (r.a.), yaptığı musâlaha ile ümmete ettiği iyiliğini vazife-i risâlet noktasında tebrik ediyor ve Hazret-i Fâtımâ’nın (r.anhâ) zürriyetinin nesl-i mübâreki, âlem-i İslâm’da Ehl-i Beyt unvanını alarak âli bir şeref kazanacaklarını... ilan ediyor.’(15)
Hz. Ali yoluyla gelen Ehl-i Beyt; Hz. Hasan, Hüseyin, Muhammed b. el-Hanefiyye, Abbâs ve Ömer (r.a.)’den yayılmıştır. Hz. Ali şehit edildikten sonra (661) yerine Hz. Hasan halife seçilmiş ve halifeliğinde suikasta uğramış, iyileştikten sonra hutbesinde şöyle demiştir: ’Ey Irak halkı! Bizim için Allah’tan korkun. Biz sizin emîrleriniz ve misafirleriniziz. Biz Ehl-i Beyt’iz. Çünkü Allah Teâlâ bizim hakkımızda: ’Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.’ diye bahsetmiştir.’
Hz. Hasan (r.a.)’ın ölüm sebebi olarak zehirlendiği söylenir. Zehirleyenin de kendi hanımı Ca’de binti el-Eş’as b. Kays olduğu rivayet edilir. Hz. Hasan kırk gün hasta yattı. Hasta yatarken kardeşi, kendisine kimin zehirlediğini sorduysa da, o buna cevap vermekten kaçındı. Hatta bu zehirlenmeden önce üç defa daha aynı girişimde bulunulduğunu, fakat onları atlatmayı başardığını söyler. Bu son içtiği zehirin başka olduğunu ve herhalde öleceğini ona açıklar.(16) 5 Rabîu’l-Evvel, 50 (2 Nisan, 670) günü vefat etti.(17) Bazıları bu tarihin hicrî 49, 50, 51. hatta 54. yılı olduğunu söylemişlerdir. (18) Hz. Hasan vefat ettiğinde 47 yaşında idi.(19) Hz. Hüseyin (r.a.), kardeşini bir çok Sahâbî’nin defnedildiği el-Bakî’ mezarlığına defnetti.
Hz. Hasan cömert ve kerîmdi. Fizik ve ahlâk olarak Hz. Peygambere çok benzerdi. Çok takva sahibi idi. Medine’den Mekke’ye yürüyerek 15 defa hac yaptığı meşhurdur. İmam Ca’fer-i Sâdık (r.a.) şöyle anlatır: ’Hasan b. Ali b. Ebî Tâlib insanların en âbidi, zâhidi ve en faziletlisidir. Kabir, haşr, mahşer ve sırat zikredildiği zaman ağlardı.’ Hz. Osman (r.a.) ise, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.a.) hakkında: ’İlmi başkalarından kestiler kendileri için topladılar. Hikmet ve hayrı da bir arada topladılar.’ diyerek onların ilmî ve takva yönlerini sarîh bir şekilde ifade etmiştir.
Hz. Hasan (r.a.), hayır yapmayı çok severdi. Öyle ki, mallarının tamamını iki defa fakirlere dağıttı; üç defa da Allah (c.c.) ile ’Kasâme’ yaptı. Yani iki ayakkabısı varsa, birini tasadduk edip, birini kendisine bırakarak; herhangi bir yiyeceğinin bir avucunu dağıtıp, bir avucunu kendine ayıracak kadar adil davranarak, mallarını fakirlere dağıttığı kaynaklarda geçmektedir. Onun güzel ahlâkın ve başkalarına ikram etmenin faziletine dair bir çok vecizesi vardır. Meselâ; ona ’mekârim-i ahlâk’ın ne olduğu sorulunca, o bunu şöyle özetler: ’Doğru söz, isteyene vermek, güzel ahlâk, sıla-ı rahim, komşu hakkında utanmak, arkadaş hakkına riayet, misafire ikram ve nihayet bunların da başında hayâdır. (20)
Hz. Peygamberin soyu, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in çocukları vasıtasıyla devam etmiştir. Hz. Hüseyin’in soyundan gelenler halk arasında ’seyyid’ Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere de ’şerîf’ veya ’emîr’ diye adlandırılmıştır.
Rabbim şefaatlerine nâil etsin. Amin!
Kaynakça:
1. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, II, 10; İbn-i Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, Haydarabad 1325, II, 296.
2. Ez-Zehebî, Siyer A’lâmi’n-Nübelâ, Beyrut 1406/1986, III, 246.
3. Ahmed b. Hanbel, III, 493, 494; Nesâî, Takbîl 82.
4. El-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, Beyrut 1967, IX, 175; Tehzîbü’t-Tenzîb, II, 296.
5. Ahmed b. Hanbel, V, 254; Ebu Davud, Salât 233; Tirmizî, Menâkıb 31; İbn-i Mâce, Libas 20; Neseî, Salâtu’l-Îdeyn 27; Zehebî, a.g.e., III, 256.
6. Ahmed b. Hanbel, IV, 93; Taberânî, H. no: 2658.
7. Tirmizî, Menâkıtî, 31; Ahmed b. Hanbel, III, 3; el-Hatîb el-Bağdâdî, Târih-u Bağdâd, Beyrut (ty), I, 140.
8. Ahmed b. Hanbel, II, 249, 331; Tehzîbü’t-Tehzîb, II, 297 vd.
9. Tirmizî, Menâkıb, 31.
10. Buhârî, Fadâilü’l-Ashâb, 22.
11. Ahmed b. Hanbel, I, 200; Ebu Dâvûd, Salât, 340; Tirmizî, Ebvâbu’s-Salât, 341; Neseî, Kıyâmü’l-leyl, 50; Üsdü’l-Ğâbe, II, I1.
12. Buhârî, Fiten 20, Sulh 9; Ebu Dâvûd, Sünne 12.
13. Mektûbât s. 58, 59.
14. Lem’alar s. 26.
15. Lem’alar s. 97
16. İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 15
17. Sıfatü’s-Safve, I, 762
18. el-İsâbe, I, 330
19. Tehzîbü’t- Tehzîb, II, 301
Hasan B. Ali B. Ebî Talîb (3-50/624-670)
Özlenen Rehber Dergisi 16. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.