Bismillâh…
Ve’l-hamdu lillâh…
Ve’s-salâtu ve’s-selâmu alâ Rasûlillâh…
Emmâ ba’d…
Kıymetli okurlarımız!
Adı anılınca, dini en doğru ve anlamlı şekilde yaşayan grup diye bilip inandığımız, bu sebeple kendimizi müntesibi saydığımız ve bununla huzur bulup iftihar ettiğimiz ’Ehlisünnet ve’l-Cemaat’ kimdir, ne ifade eder?
Ehlisünnet ve’l-Cemaat, terkibin ilk bölümü olan ’Sünnet’ lafzından da anlaşılacağı üzere:
- Dini telakki, tebliğ, zahir-batın, ahlak-amel, kısacası her yönüyle be¬yan edip örnek olmakla görevli olan Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)’in yolunu benimseyen, bu itibarla haddi olmadığı halde bu yetkilerden her hangi birini lağv etme cüretini göstermeyen,
- İslâm’ı, O’nun anlayışı ve yaşayışı üzere anlayıp yaşamayı kendine yol edinen, sünneti ihyayı, her yönüyle Peygamberimiz (s.a.v.)’e benzemeyi kendine amaç ve şeref sayan,
- O’nu, Kur’ân’ın müfessiri kabul ederek Kur’ân’a, Sünnet gözüyle bakıp anlamaya çalışan fırkadır.
’Cemaat’ ise, evvel emirde vahyin ilk muhatapları, Nebevî terbiyeyle yetişen, İslâm’ı en doğru bir şekilde kendilerinden sonraki nesillere taşıyan Ashâb-ı Kirâm’dır.
Şu halde Ehlisünnet ve’l-Cemaat, dini Rasûlullah (s.a.v.) ve O’nun nadide arkadaşları olan Sahâbe-i Kiram’ın yolu üzere anlayan ve yaşayan fırka demektir. Günde çok defa Fatiha suresini okumak suretiyle Allah’tan bizleri iletmesini ve üzerinde sabit kılmasını istediğimiz ’Sırât-ı Mustakîm/Dosdoğru yol’ işte Ehlisünnet ve’l-Cemaat yoludur. Yani bu yol, başta Peygamberimiz olmak üzere ’Peygamberlerin’, başta Hz. Ebû Bekir olmak üzere ’Sıddîkların’, başta Hz. Ömer, Osman ve Ali olmak üzere ’Şehitlerin’ ve diğer tüm ’Salihlerin’, yani Selef-i Sâlihîn dediğimiz Sahabe, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn ve onları takip edenlerin yoludur.
Cenâb-ı Hak, Ashâb-ı Kiram’ı:
’Siz, insanlar(ın hayrı ve faydası) için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.’ (Âl-i İmrân, 3/110) buyurarak övmüş;
’Eğer onlar sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten hidayeti (doğru yolu) bulmuş olurlar. Eğer (bundan) yüz çevirecek olurlarsa, onlar elbette bir düşmanlık, (ayrılık ve çekişme) içindedirler.’ (el-Bakara, 2/137) buyurarak da diğer insanları bu güzide topluluk gibi itikat edip inanmaya davet etmiştir.
’Ehlisünnet ve’l-Cemaat’ tabiri Peygamberimizin, bizlere sahih ve hasen yollarla intikal eden şu iki hadisiyle teşekkül etmiştir:
’Muhakkak ki İsrail oğulları yetmiş iki fırkaya ayrıldı. Ümmetim ise yetmiş üç fırkaya ayrılacak. Bir fırka hariç hepsi cehennemdedir.’ (Sahabeler): ’O (kurtulacak fırka) kimdir yâ Rasûlallah?’ dediler. (Rasûlullah): ’Ben ve ashabımın üzerinde olduğu (yol üzere olan fırka)dır.’ buyurdu. (Tirmizî, Îmân, 18)
’Dikkat ediniz! Ehl-i Kitap’tan sizden önceki kimseler yetmiş iki fırkaya ay¬rıldılar. Bu ümmet ise yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Yetmiş iki (fırka) cehennemdedir. Bir (fırka) ise cennettedir. Bu ise cemaattir.’ (Ebû Dâvûd, Sünnet, 1)
Halkımızın kahir ekseriyetinin amelde noksanlıkları olsa da itikatları doğrudur. Buna rağmen bugün, bu bir tek doğruya değil de doğru diye yetmiş iki yanlış yoldan birine sapmayı marifet sayanların seslerinin çok çıktığı, şöhret bulduğu, makam ve mevkie eriştiği, adeta baş tacı edildiği bir dönemi yaşıyoruz.
Dinin özü ve temeli itikattır, itikadı bozuk olanın dini yoktur. Devletler inançla kurulur, inançsızlık sebebiyle yıkılır, savaşlar sağlam bir itikatla kazanılır, bozuk itikatlar nedeniyle kaybedilir. Bu sebeple;
- Müşebbihe, Mücessime ve Haricî fırkalarının bugünkü uzantısı olan Vahhabîlik, diğer adıyla Selefîlik,
- İlahiyat fakültelerinin, hoca ve talebelerinin çoğunu etkisi altına almış olan Mutezile/Akılcılık,
- Sahabe’ye sataşmayı marifet sayan, Ehlisünnet’i kâfir ve düşman bilip Irak’ta, Suriye’de gözümüzün önünde binlercesini acımasızca katleden, buna rağmen okullarımızda 5. hak mezhep diye anlatılan Şiîlik/Caferîlik,
- Dinleri birleştirip ortaya ne olduğu belli olmayan bir inanç ve yaşam sistemi çıkarmak isteyen Diyalogculuk,
itikadımız açısından büyük tehlike arz etmektedir. Müslümanlar, Sünnet’i ya da Hadis’i ağzına dahi yakıştırmayan, her fırsatta ’Bana Kur’an yeter, Kur’ân’dan delil göster’ diyerek Rasûl-i Ekrem’le yollarını ayıran, bununla yetinmeyip batıl görüşlerini her ortamda dile getirerek müminlerin O’nunla bağını koparmaya çalışan, hakikatleri biçare aklıyla tartıp alayvari bir üslupla inkâr yoluna gidenleri, dini tahrif edip bozmaya çalışanları görmeli ve yollarını ayırmalıdır.
Her mümin bilmelidir ki: ’Size iki şey bırakıyorum. O ikisine (sımsıkı) sarıldığınız takdirde asla dalalete düşmezsiniz: Allah’ın Kitabı (Kur’an) ve Peygamberi’nin sünneti.’ (Muvattâ, Kader, 1) tavsiyesinde bulunan Efendimizin, Kur’ân’ın hakiki tefsiri mahiyetindeki Sünnet’i, tıpkı Kur’an gibi ’Şüphesiz o Zikri (Kur’an’ı) biz indirdik biz... Onun koruyucusu da elbette biziz.’ (el-Hicr, 15/9) ayetinin şümulü altında olup Allah’ın korumasındadır.
Allah (c.c.) kullarını yeryüzüne imtihan için göndermiştir. Bu imtihanın bir gereği olarak şeytan ve yolundan gidenler hidayet yolu üzerinde pusu kuracak, şüphe uyandırıp inkâra sevk edeceklerdir. Dine savaş açanlar dahi tarih boyunca Sünnet üzerinde şüphe uyandırıp Peygamberimize olan sevgi ve bağlılığı gönüllerde zayıflatmak istemiş ve istemektedirler. Peygamberimiz ise bizlere: ’Seni şüpheye düşüreni terk et, seni şüpheye düşürmeyene (yönel). Zira şüphesiz ki doğruluk sükûnet (güven, iç huzurudur) ve muhakkak ki yalan ise şüphedir.’ (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rakâik Ve’l-Vera’, 60) buyurmuştur. Şu halde bırakalım, onlar şüphelerle boğuşadursun, bizler hakka tutunmalı, kalbimizde ve hayatımızda Rasûlullah’ın sevgisini ve sünnetlerini her daim diri tutmalıyız. Onlar Sünnet’i hafife aldıkça bizler ona sımsıkı sarılmalı, onlar hadisten kaçtıkça bizler daha çok ezberlemeli, okumalı, konuşma ve sohbetlerimizin ana teması kılmalıyız.
Hak, yer katmanla¬rına yerleşen saf su ve cevher gibidir. Batıl ise suyun yüzünde görünen kire, çerçöpe ve çok geçmeden çö¬zülüp dağılan maden tortusuna benzer. (Bkz., er-Ra’d, 13/17) Bizler hakikate, dinin saf cevheri mahiyetinde olan Peygamberî yaşantıya talip olursak kir, çerçöp mesabesindeki şüpheler dağılacak, pislikler zail olacaktır. Zira hakkın yapısında sebat, batılın tabiatında ise zail olmak, kaybolup gitmek vardır. (Bkz., el-İsrâ, 17/81)
Batıl geçmişte var olduğu gibi bugün de var olacaktır. Hak ehli ise, Asr-ı Saadet’te var olduğu gibi kıyamete kadar da var olmaya devam edecektir. Efendimiz: ’Ümmetimden bir topluluk, hak üzere (düşmanlarına) galip olmaya devam edecektir. Onlara muhalefet ed(ip yardım etmey)enler onlara zarar veremez. Nihayet Allah’ın (kıyamet) emri, onlar bu hâl üzere iken gelir.’ (Müslim, İmâret, 53) buyurarak bunu haber vermiştir. Artık önemli olan bizim hangi safta yer aldığımızdır.
Ya hayatımıza Kur’an ve Sünnet yön verecek, istikameti bulacağız ya da batıl heva ve heveslerimiz onu şekilden şekle sokarak bizi dünya ve ahirette bedbaht kılacaktır.
Hayatımıza hangi dinin hâkim olduğuna bakmalıyız. Rasûl-i Ekrem’in getirdiği ve Ashabıyla birlikte yaşadığı İslam mı, yoksa nefislerimizin şekillendirdiği ve İslam zannettiğimiz batıl anlayışlar mı?
Editörden - 155.sayı
Özlenen Rehber Dergisi 155. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.