Çağın derdi: Stres
Stres sözcüğü, Latince "estrictia"dan gelmektedir. Stres, 17. Yüzyılda felaket, bela, musibet, dert, keder, elem gibi anlamlarda kullanılmıştır. 18 ve 19. Yüzyıllarda ise, kavramın anlamı değişmiş ve güç, baskı, zor gibi anlamlarda objelere, kişiye, organlara ve ruhsal yapıya yönelik olarak kullanılmıştır. Buna bağlı olarak da stres, nesne ve kişinin bu tür güçlerin etkisi ile biçiminin bozulmasına, çarpıtılmasına karşı bir direnç anlamında kullanılmaya başlamıştır.
Toplumun hastalığı olarak ifade edilen stres, aslında günlük yaşamın bir parçasıdır. Günümüzde çoğu insan, farkına varmasa bile yoğun bir stres yüküne sahiptir. Günlük rutin yaşamımızda değişikliğe neden olan herhangi bir şey stres vericidir. Vücut sağlığımızda meydana gelecek bir değişiklik, zihinsel değişiklikler, günlük hayatımızda yaşanan anlaşmazlıklar ve çatışmalar stres yaşamamıza neden olurlar.
Stres, bireyler üzerinde etki yapan ve onların davranışlarını, başka insanlarla ilişkilerini etkileyen bir kavramdır. Stres, durup dururken ya da kendiliğinden oluşan bir durum değildir. Stresin oluşması için insanın içinde bulunduğu ya da hayatını sürdürdüğü ortam ve çevrede meydana gelen değişimlerin insanı etkilemesi gerekir. Ortamdaki değişmelerden her birey etkilenir ancak, bazı bireyler bu değişmelerden daha çok veya daha yavaş etkilenmektedirler. Stres, insanın yaşadığı ortamda meydana gelen bir değişimin veya insanın ortamı değiştirmesinin kendi üzerinde etkiler bırakması ile ilgilidir. Etki altında kalan insanın kişilik özelliklerinin, bu etkilerin tesiri altında kalma derecesini etkilemesidir. Stresin oluşması için ortamdan etkilenen bireyin vücudundaki özel biyo-kimyasal değişmelerin oluşmasıyla bireyin vücut sisteminin harekete geçmesi gereklidir. Etki altında kalmanın tepkilere sebep olması ile oluşur da diyebiliriz.
Stres, sadece kişinin etki altında kalmasıyla da ortaya çıkan bir durum değildir. Yaşanılan her olay, her durum stresin sebebi olabilir. Her insan farklı bir yaşam alanına, aileye, işe, arkadaşa, çocuğa sahiptir. Haliyle de öncelikleri, istek ve arzuları farklı olacaktır. Hatta yaptıkları işin zorluğu, önemi değişir fakat asıl olan değişiklik bireylerin değişmesidir. Mesela aynı koşullarda çalışan iki kişiyi ele alacak olursak, bunlar için olağan her koşulu aynı sağlasak, aynı durumlardan dolayı sıkıntı yaşamalarına sebebiyet versek, ikisinin de vereceği tepki bambaşka olacaktır. İşte her şey böyledir. İnsan kişiliği sebebiyetiyle olaylara karşı farklı tepkiler verecektir. Bu küçük bir çocuk için bile böyledir. Stresin de insanlar için farklılık göstermesi bu sebeptendir. Stres genelde insanlar üzerinde hep olumsuz etkiler bırakmıştır. Çoğunlukla öyledir de genelde belirtileri fiziksel, duygusal, sosyal ve zihinsel olarak değişmektedir. Kimileri için geçici etkiler bırakmasına karşın bazı kimselerde kalıcı etkiler de bırakabilir. Geçici olarak olaylar karşısında titreme, heyecanlanma, baş ağrısı, yorgunluk, asabilik, depresyon, unutkanlık, konsantrasyon eksikliği, mizah anlayışı kaybı olabilir. Kalıcı ve tehlikeli etkileri ise yüksek tansiyon, ülser ve kalp krizidir. İnsan bedeninde sağlık açısından çeşitli sorunların çıkmasına sebep olduğu gibi insanın ruhsal yönden de çöküş yaşamasına sebep olması bir yana, bu çöküşünde kişinin yerine getirmekle yükümlü olduğu kulluk vazifeleri yapmakta zorlaştırdığı, hatta uzaklaştırmaya kadar gittiğini de söyleyebiliriz.
Kişi stresinin yönetimini ele almalıdır!
Günümüzde stres, küçük çocuktan yaşlı bir kimseye kadar herkeste olan bir durumdur. Küçük çocuğun istediği bir şeye ulaşamaması ya da arkadaşı ile oluşan anlaşmazlık kısacası her şey stres kaynağı olabilir. Yaşlısı içinde, yaşın ilerlemesinin de etkisiyle çeşitli hastalıklar, hassasiyet, alınganlık vs etkilidir. Genç için farklı, yetişkin için farklı durumlar söz konusudur. İnsan olmak yeterli oluyor strese sahip olmak için. Fakat kişiler bilinçli olmalıdır, çünkü stres de bazen gereklidir. Fakat her şeyin belli bir dozajı olduğu gibi, stresin de daha doğrusu aşırısı stres olarak tanımlanan; korku, heyecan, üzüntü duygularının da belli sınırlarda yaşanması lazımdır. Bir insanın vurdumduymaz olması, olaylar karşısında heyecan, mutluluk, üzüntü gibi tepkileri vermemesi ya da belli durumların ciddiyetinden uzak durması da pek normal bir durum değildir. Ancak söylediğimiz gibi dozajı fazla olursa bu kez edeceği etkiler de ağırlaşır. Düşünelim, yolunda gitmeyen bir durum karşısında üzülmek ya da çözüm aramak oldukça normal bir durumdur. Fakat bazı insanlar kendilerini üzüntüye o kadar çok kaptırıyor ki değil çözüm yolu arama düşüncesine sahip olmak sanki o an her şey bitiyor. İşte bu durum anormaldir. Normalliğin aşırı fazlası da sağlıklı sonuçları beraberinde getirmez ne yazık ki.
Tabi insan fizyolojisinin bir gereği olarak da düşünülen stres karşısında İslam inancını benimsemiş bir müminin nasıl bir tavır-amel içinde olacağını da burada söylemeliyiz. Stres karşısında aciz kalmak, inanç yönüyle zayıflığın da bir belirtisidir. Zira böyle bir yük karşısında kişi suni yöntemlerle rahatlamaya çalışmak ya da çaresizlik bayrağını çekeceğine elbette Rabbine dayanıp güvenmeyi bilmelidir. Mü’min günde 40 defa namazında okuduğu Fatiha sûresinde "ancak Sana kulluk eder, ancak Sen’den yardım dileriz" diye Rabbine münacat etmektedir. Hakikaten Rabbine dayanan bir kul, stres yaşadığında onun karşısında aciz kalması anlaşılamaz.
Stresi kontrol etmenin ilk adımı, stresin farkında olmaktır. Bir örnek vermek gerekirse öfkelenen bir insana Sevgili Peygamberimizin ayaktaysa oturmasını, oturuyorsa uzanması gibi şekil değiştirmesini tavsiye etmesinde olduğu gibi bu içsel tazyikin kaynağını (çoğu kez nefs-şeytan) fark edip tedbir almak gibi..... Ama insanların büyük kısmı böyle yapmıyorlar, hatta kusurlarını örtbas edebilmek için bambaşka yollar arıyorlar. Bunu kasıtlı yapanlar da olabilir fakat genelde farkında olmayarak yapılıyor. Yani hatalarına ya da durumlarına uygun kılıf buluyorlar. Mesela, bir duruma aşırı tepki veren bir kişinin genelde bahanesi şöyle olur; eğer ki bazı şeyler benim istediğim şekilde olsaydı bu sonuç olmazdı gibi. Söz konusu olan durumun daha da ilerisine gidiyorlar. Bazı şeyleri irdelemek güzel neticeler oluşmasına sebep olmaz. Hatta daha derine inildikçe bazen daha büyük sorunlarda oluşabilir. Tabi ki insan hatalarına bakarak bir şeyleri düzeltmeye çalışmalı ya da kusurlarını görerek tekrarlamamaya gayret etmelidir. Fakat netice böyle olmuyor. Genelde hatalarına bakan insan, bunu yapmasaydım sonuç böyle olmazdı gibi düşüncelere dalarak daha çok pişmanlıklar yaşıyor, pişmanlıktan da ders almak yerine stres sıkıntıya sarılıyor. Daha sonrasında kendisine itiraf edemediği şeyleri çevresinin de telkinleri ile dışarıdan başka bir kişiye anlatmayı uygun görüyor. Sonucunda da antidepresan ilaçları ile unutmayı, etkisiz hale gelip, uyuşup, uyumayı doğru buluyor. İşte durumun bu raddeye gelmesinin en büyük nedeni kişinin kendisini tanımıyor olmasıdır. Hata yaptığında hatasını kabul etmiyor ya da kendisinde görülen stres belirtilerini görmezden gelmesidir.
Bilinmelidir ki insan kuldur. İmtihan dünyasında sürekli bir sınamadadır. Elbette imtihanın tabiatı bu tür bir psikolojiyi ortaya çıkaracaktır. Dinimizin bir telkini ise böyle burumlarda nasıl bir tepki verdiğimize dikkat etmemizdir.
İnsan kendisindeki bu negatif enerjinin üstesinde gelebilmek için sürekli kendini gözlemlemesi gerekir denmektedir. Diyelim ki kendisi ile ilgili gözlem yapmayı beceremiyor, o zaman çevresinde muhakkak birisi vardır ki zaten belirttiğimiz belirtiler gözlem yapmayı bile gerektirmeden fark edilebilecek kadar açıktır.
Tabi, bir de insan, iç dünyasında cereyan eden farklı olguları ayırt etmeyi de başarabilmelidir. Örneğin kişinin işlediği günah sebebiyle kalbinin kararacağını söyler Yüce Kitabımız Mutaffifîn suresinde. Bu iç karartısı, kalbe konan bir siyah leke olarak anlatılır. O da günahlar, itaatsizlik, masiyet vb. nedenlerle iç huzursuzluğu, bunalım, tatminsizlik, boşluk vb. bir çok hastalığın tetikleyicisidir. Şu halde kişi sadece güncel hayatta karşılaştığı örneğin bir trafik kazasını ucuz atlatan bir kişinin yaşadığı, sınava iyi hazırlanmamış bir öğrencinin yaşadığı stres kategorisinde değerlendirmek ne kadar isabetlidir. Elbette ruh, nefis, akıl, sır, letaif vd. manevi olguları bir mürşid-i kamilden yani tasavvuf mektebinde alışmak ve kendimizi iyice tanımak stres vd. zaafiyetlerin hem kontrolü hem de tedavisi için çağımız insanına en önemli bir ilaçtır. Hastalık teşhis edilmeden nasıl tedavi edilebilir? Hastalığın kaynağı bilinmeden teşhis ne kadar mümkündür? Şu halde her "içim sıkılıyor" diyene psikologların alelusul ettikleri tavsiyeleri tekrar tekrar düşünmek gerekir?
Söylediğimiz gibi stres genellikle dış çevre ile alakalı olarak oluşmaktadır fakat bazen de her şey normalken, sıkıntılı hiçbir durum yokken kişi ya çok heyecanlıdır ya da çok panik yapar, yani duygularını yoğun yaşıyor olabilir. Ya da çok evhamlıdır, gereğinden fazla tepkiler vererek kendi stresini kendisi oluşturabilir. İnanan insan için ise reçete aynıdır. Çok dikkatli olmak zorundayız. Zira, stres kişinin tüm hayatını ele geçirirse, insan öncelikle dini vazifelerine karşı soğukluk yaşayabilir. Çünkü kişi zaten stresle yani üzüntü, sıkıntı hallerinin aşırısı ile meşgul durumda, onunla baş edemezken bir de nefsi isteklerinin artışı ile çeşitli konularda iştiyaksızlık yaşayarak hata yapması daha kolay hale gelir. Böylece insan ibadetlerini yapmakta önce güçlük yaşar, sonrasında durum daha da ciddileşerek yapamaz duruma gelir. Sonucun bu kadar ciddileşmesinin en büyük sebebi de kişinin stresin varlığını, kendi üzerinde bırakacağı minimum etkileri göremeyişidir. İnsan zorluğun, stresin yaşamın her anında olacağını ve her şeyin Allah’tan olduğuna inancı tam olursa, o zaman ne stresin fazlasına ne de açacağı çeşitli ve hazin sonlara zemin hazırlar. Kişi asıl yaşama sebebini, imtihan hakikatini ve bununla orantılı olarak dünyevi sorumluluklarını bilir, uygulama konusunda sağlam adımlar atarsa stres de onun nezdinde en fazla bir kum tanesi olarak görülecektir. İnsan stresi nasıl kendisi oluşturuyorsa aynı şekilde kendisi indirgeyebilir. Sebep her ne olursa olsun insan kendisinin farkında olursa, kişiliğini çözmüş olur ve stres onun için önemsenecek bir sorun olmaktan çıkar.
Sonuç
Stres oluşumunda birçok çevresel faktör ve kişinin kendisi rol oynamaktadır. Önemli olan stresi kalıcı hale getirmemektir. Çünkü insanoğlu yaşadığı müddetçe belirli zamanlarda strese sıkıntıya maruz kalacaktır. İnsan bununla mücadele etmeyi öğrenmek zorundadır, stresin, sıkıntının zorluğun olmadığı bir dünya hayatı yoktur. Stresin tamamen bitirilmesi mümkün değildir, insan var oldukça streste olacaktır. Bu yaşamında bir gereğidir, eğer ki bu zorlukları tamamen bitirmeyi düşünsek insanın cansız bir objeden hiçbir farkı kalmaz. Yaradılış gereği insan zaman zaman çeşitli sıkıntılarla, stresle, üzüntüyle karşı karşıya gelecektir. Bu durumu anormal karşılayıp, bunu hastalık olarak görüp arkasına saklanarak karamsar davranıp, zayıflık göstererek yenik düşmek yerine, böyle zamanlarda stresle etkili bir biçimde başa çıkılması amaçlanmalıdır. Stresle başa çıkmada herkes için iyi olan ortak bir çözüm yolu yoktur. Her insanın zayıf noktası, devamlı olarak strese maruz kaldığı zaman açık veren zayıf bir yönü vardır. Önemli olan stresin varlığını bilmek ve çareyi evveliyetle onu büyütmeden, Rabbine dayanıp güvenerek, yegane yardımcısının Allah (c.c.) olduğunu bilerek ve itaat ibadet ipine sarılarak Hakkı tesbih edip Yüce Kur’ân’ımız ile tedavi olmada aramalıdır. Çünkü Rabbimiz (c.c.) Kur’ân-ı Kerim’de "Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur" (Ra’d, 28) buyururken Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de: "Her şeyin bir cilası vardır, kalbin cilası da zikrullahtır" (Beyhaki) buyurmuştur. Muhakkak Allah (c.c.) ve Rasûlü (s.a.v.) doğru söylemiştir.
Çağın Derdi (stress)
Özlenen Rehber Dergisi 122. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.