Özlenen Rehber Dergisi

122.Sayı

Kürt Meselesi ve Pkk Gerçeği Üzerine

Mustafa ŞENTÜRK Özlenen Rehber Dergisi 122. Sayı
Son yıllarda ülke gündemimizi çok sık meşgul eden Kürt meselesi, sadece ’terör sorunu’ değildir. Mesele etnik, kültürel, hukuki, siyasal, sosyal, ekonomik ve psikolojik boyutları olan ve belki de birçoğumuzun tahayyül bile edemeyeceği asliyette bir sorundur. Olay sadece PKK ile ilinti bir meselede değil. PKK meselenin hali hazırdaki mevcut konumunda var olan bir sıkıntıdır evet ama PKK yokken de Kürt Sorunu vardı; PKK tamamen yok edilse bile Kürtlerin sorunları ve talepleri var olacaktır.
Otuz yıldır devam eden silahlı çatışma süreci, özelde bölge ve Kürtler, genelde bütün toplumda maddi ve manevi büyük kayıplar yaratmıştır. Otuz binin üzerinde şehit ve bir o kadar da karşı tarafın kaybı, terörle mücadele adı altında yapılan askeri harcamalar dudak uçuklatacak miktarda. Otuz yıllık silahlı mücadele dönemlerinde şiddetin kesildiği anlarda, devletin kalıcı barışı tesis etmeye yönelik bir politika izle(ye)memiş olması, çözüm yolunda önemli fırsatların kaçırılmasına yol açmış, bu hadise büyük ölçüde Kürtlerde devlete karşı güvensizlik yaratmıştır.
Tarihsel Arka Plan

Osmanlı sonrası oluşturulan yeni dönemde ’ulus devletleşme’ süreci beraberinde tek ulus yaratma projesini getirdi. Bu gibi nedenlerle Kürtler ulus devletin baskıcı ve totaliter politikalarına yıllarca maruz kaldılar. Hal böyle olunca tek ulus oluşturma politikaları dâhilinde mevcut rejim toplumun Türk olmayan kesimlerine karşı inkâr politikalarını sürekli artırdı. Dini olguların hayatın hiç bir alanına müdahil edilmediği bu dönemde uygulanan politikalar doğal olarak önceden beri din ve dine bağlı kültür ortaklığı üzerinden bir arada yaşayan insanların ayrışmasına neden oldu. Çünkü Selçuklulardan beri Anadolu insanını bir arada tutan en temel değer din idi. Bu politikalara maruz kalan halklardan biri olan Kürtler zaman zaman mevcut sisteme karşı bir hak ve adalet mücadelesi başlatmışlardır. Tarihte Kürtler tarafından ortaya konulan bütün bu mücadelelerin ortaklaştığı temel problem ulusal özerklik ya da bağımsızlık değil mevcut rejimin uyguladığı İslam karşıtı/milliyetçi politikalar olmuştur. Bunun en belirgin delili 1920’de kurulan TBMM’de yer alan Kürt temsilcilerinin Cumhuriyet’in kuruluşunda rol almaları ve Cumhuriyet’e karşı bir itirazlarının olmamalarıdır. Problem Cumhuriyet uygulamalarıyla başlamıştır. Sorun, değişen politik algıların uygulanmalarında olmuştur. Konu dâhilinde Şeyh Said’e yargılanmasında, ’Diyarbakır’ı almayı başarmanız durumunda, bağımsız bir Kürdistan Krallığı mı kurmak istiyordunuz?’ sorusuna Şeyh Said şöyle cevap vermiştir: ’Krallık bilmiyoruz. Benim yegâne maksadım, din hükümlerini tatbik etmekti. Kürdistan Krallığını kesinlikle düşünmedim.’
Meseleyi net olarak tahlil edebilme adına tekrar ifade etmek gerekirse; Mezopotamya’nın beş bin yıllık, Osmanlı’nın da yaklaşık dört yüz yıllık sadık tebaası olan Kürtler, Cumhuriyet’in ilk anayasası olan 1924 anayasası ile bariz bir şekilde yok sayılmışlardır. Peki, bu neye mal olmuştur? Bu yok sayış ve inkâr politikası: sadece tarihsel bir gerçeği ortadan kaldırmak olarak değil, başlı başına bir milletin aşağılanması olarak değerlendirilmiştir. Kabul edersiniz ya da etmezsiniz ama bu politika ile beş bin yıllık bir millet tarih sahnesinden silinmek istenmiştir. Çünkü bu anayasa ile Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Türkleri sayılmıştır. Kürt kimliği tedavülden kaldırılmış ve ilk olarak bu tarihten itibaren sorun olarak Türkiye’nin siyasal gündemine gelmiştir. Bu mesele her ne kadar milliyetçi bir eylem gibi dursa da bu ret ve itiraz aslında doğrudan Müslümanlıkla ilintilidir; çünkü inkâr edilen Kürt kimliğinin vazgeçilmez öğesi, Müslümanlıktır. İnsanların değer sıralamalarında Türklük ya da Kürtlük kavramları değil ilk sırayı Müslümanlık kavramı almıştır. Meselenin harici boyutları tabi ki yok değildir. Bölgesel bir güç olmaması adına emperyalist devletlerin Türkiye Cumhuriyeti’nin bağrında böyle bir yara açma girişimleri ya da mevcut sistemin oluşturduğu yarayı kapatmama adına harcadığı mesai reddedilemez ama her ne olursa olsun, asırlar boyu İslam kimliği ile bölgede barış ve huzurlu bir şekilde yaşayan Kürtler, birleştirici unsur olarak İslam’ın aradan çekilmesiyle farklılığa, ötekiliğe itilmiş ve o sıkıntı bir kartopu misali büyüye büyüye günümüze kadar gelmiştir.
Pkk ve Kürt Meselesi
PKK, 1970’li yılların ortalarında Abdullah Öcalan’ın da içinde bulunduğu Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) içinde yer almış bir grup Marksist öğrenci tarafından kuruldu. PKK’yı gerçekleştirdiği terör faaliyetleri, uluslararası misyonu ve Kürtlerle kurduğu ilişki bağlamında değerlendirmek mümkündür. 1980 öncesinde Güneydoğu’da birçok eylem gerçekleştiren PKK, Öcalan’ın 1979’da Suriye’ye kaçmasıyla 1980 darbesinin baskısından kurtuldu. 12 Eylül’ün Türkiye’deki Kürtçü grupları bastırması neticesinde PKK, rakiplerinden kurtularak baskıdan uzak bir şekilde serpildi. PKK ilk eylemini 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de gerçekleştirdi. Bu eylemleri, her biri kamuoyunda sansasyon yaratan diğer kanlı eylemler takip etti.
PKK’nin yeni yeni oluşmaya başladığı dönemlerde Abdullah Öcalan ve arkadaşları çok tanınan kişiler değillerdi. Sadece korku ve tehdit üzerinden öne çıkan bir örgütün temsilcileriydi. Devlet ve kurumları bu sebeple belki, oluşumu ve kişileri fazla dikkate değer görmedi. Onları yeteri kadar önemsemedi. Fakat; 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli eylemlerinden sonra görüldü ki PKK hiç de sanıldığı gibi dikkate alınmaya değmeyecek, önemsenmeyecek bir örgüt değil. Toplumsal bir tabanı olmasa da iyi organize olmuş, kendince hedefleri iyi belirlenmiş ve ulusal ve uluslararası bağlantıları iyi kurulmuş bir örgüt olduğu kesindi.
PKK, başlangıçta emek mücadelesini temel alarak ortaya çıkmıştır. Sonradan Kürt ulusal hareketine dönüşmüş, konjonktürü ve fırsatları çok iyi değerlendirerek gelişmeleri lehine çevirebilmeyi başarmıştır. Tabiatıyla bunun böyle olmasında, dünyaya ve konjonktüre kulak tıkayan, Kürt meselesini yıllardır çözemeyen, hatta böyle bir meselenin varlığını dahi inkâr eden devlet iktidarlarının, yönetici ve bürokratların büyük payı vardır. Ama şurası muhakkaktır ki; Kürtlerin tarihinde bugüne kadar PKK kadar profesyonel, organize olmuş ve uluslararası bağlantıları güçlü olan bir Kürt örgütü olmamıştır. Marksist-Leninist bir felsefe ve ideolojik temele dayanmasına rağmen kurumsallaşmış, örgütlü, kapsamlı ve günümüz itibariyle tabanlı bir hareketi, salt terör örgütü olarak değerlendirmek artık çok da doğru değildir. Çünkü artık siyasal ve politik yönleri de vardır. Sürece bağlı olarak sosyalist ideoloji yerine etnik milliyetçiliğe geçmiş olmaları bunun en görünen ispatıdır. Evet, bir yönü teröre endekslidir, ama otuz yıldır oluşumu ’sadece terör’ olarak görerek bu duruma gelindiği, az ya da çok bölge halkı tarafından desteklendiği, sempatizanlarının varlığı inkâr edilerek çıkmaza sürüklendiği bugün için çok açık bir şekilde ortadadır. BDP ve onların istediği bağımsız adayların genel ve yerel seçimlerde aldıkları oylar, Nevruz kutlamalarında Diyarbakır’da toplanan milyonlar bu durumu gözler önüne seriyor kanısındayım. 12 Eylül, öncesi ve sonrasıyla, 28 Şubat, öncesi ve sonrasıyla Kürtlerin istemeyerek de olsa PKK’ya yaklaşmalarına vesile oldu. Devlet yetkililerinin yıllardır süren inkâr ve asimile politikalarına bir de bölge insanının en büyük değeri olan İslam’a karşı başlattıkları operasyonlar, irtica safsataları maalesef ’bizden’ olan insanlarımızın ’yabancılaşma’larını sağladı.
Pkk ve Avrupa
Bu noktada meselenin doğal bir sonucu olan PKK’yı ve en büyük destekçilerinden olan Avrupalı Devletleri irdelemekte fayda var. Geldiğimiz noktada Orta Doğu’da bir Kürt devleti eksikliğini Avrupalılar büyük ölçüde kabul ediyorlar. Bunu hem etnik, milliyetçi algılamalarından sayın hem de bölgede güçlü Türkiye istemediklerinden fark etmez. Bundan dolayıdır ki yıllardır gerek silah ve ekonomik gerekse de askeri strateji olarak birçok büyük Avrupalı Devlet PKK’yı desteklemektedir. Bugün büyük Avrupa şehirlerinde PKK ve ona bağlı yerel oluşumlar çok rahat ticari işler yapmakta, askeri oluşumlar ortaya koyabilmektedir. En son Paris’te öldürülen PKK kurucu üye ve üst kademe yöneticilerinden üç kadının infaz hadisesi olayı bir kez daha izhar etmiştir. Ancak, Barzani ve Talabani’den farklı olarak Avrupa Devletleri’nin PKK’ye destek vermelerinin en önemli nedenlerinden birisi sadece Türkiye düşmanı olmaları değil, PKK’nin laik, Batıcı ve Avrupa kültürüyle uyumlu olması beklentisindendir. Buradaki laikliği İslam karşıtlığı olarak değerlendirdiğimizi göz önünde bulundurun. PKK, Avrupalı Devletlerin bu beklentilerinin farkında olmalı ki, mücadele içerisinde toplumsal modernleşmeyi ve sekülerleşmeyi bir yaşam tarzına dönüştürerek sürdürmüştür. PKK bir taraftan terör örgütü hüviyetine uygun eylemler icra ederken diğer taraftan da halk ile bazen isteyerek bazen zoraki belki ama entegre olmayı, onlara kendine özgü yaşam kültürünü alıştırmayı, dikta etmeyi başarabilmiş bir oluşumdur. Mesele, Kürt sorununu, halkın desteği ve PKK’nın bölgesel etkinliğini görebilme adına önemlidir. Bu bakımdan burayı açmakta fayda var.
PKK ve Modernizasyon
PKK’nin tırmanışa geçtiği 1984’ten bu yana hızlı bir Kürt sekülerleşmesi söz konusu ve PKK bu Kürt sekülerleşmesi içerisinde bir nevi modernizasyon projesidir. PKK, Kürtlere yönelik bir modernizasyon hareketidir. Devletin yüzyılda yapamadığını, PKK ve yan unsurları yirmi yılda başarmıştır mesela. Toplumun geleneksel kültürünü, yaşam tarzını, kılık kıyafetini büyük ölçüde değiştiremeyen modern Türk devletine karşılık PKK bunu kolaylıkla yapmıştır. PKK eliyle yeni bir kültür dayatılmıştır bölge insanına. Bugün en ücra Kürt köylerinde bunun işaretini görmek mümkündür. Kent merkezlerinde ise sürekli bir değişim ve dönüşüm yaşanmaktadır.
Doğu ve Güneydoğu’nun mutaassıp halkı namus cinayetleriyle zaman zaman Türkiye’nin gündemine gelir. PKK’nın bölgesel modernizasyon görevi ile geldiğimiz noktayı değerlendirmek gerekirse; mahremiyetleri çok önemseyen bir kitlenin kız çocukları dağa çıktı. Namus için insanların cinayet işledikleri bölgenin halkı 17-18 yaşında dağa çıkan ve onlarca erkekle aynı mağarayı aynı çadırı paylaşan bir konuma geldi. Peki, bir delikanlının, bir kızın dağa çıkma psikolojisinin nasıl bir karşılığı var? Bu durum aslında, Kürtlerin tarihsel, kültürel, yerel ve geleneksel değerlerine yabancılaşması, sekülerleşmesidir. Avrupalılar tarafından verilen desteğin önemli gerekçelerinden biridir bu zaten. Bu olay aynı zamanda modernizasyonun bir sonucudur. Biz Müslümanlar olarak kızların dağa çıkmasına, geleneksel ve ahlaki açıdan yaklaşırken Batılılar, bu gelişmeyi, ’kadının özgürleşmesi’ olarak değerlendirmektedir. Müslüman bir toplumda normalleşen bu katılımı önemsemek gerekir. Bu, yabancılaşmanın en önemli örneklerinden biridir. Bunu eğitimsizliğe, yoksulluğa ya da aldanmışlığa bağlamak büyük yanılgıdır. Örgütü, dağları, mağaraları bir istihdam alanı olarak görenlere sormak gerekir. İşsiz erkekler için bu mümkün olsa da hangi kız işsiz olduğu için dağa çıkmıştır?
Ara not
Sekülerleşmenin yanında bu coğrafyanın önemli bir unsuru olarak, yıllardır karşılaştıkları zulüm, eziyet, katliam ve dışlanmışlık, Kürtleri zaten ötekileştirmiş ve emperyalistlere zorunlu olarak yakınlaştırmıştır. Bizi biz yapan değerlerin bizden olmayan suni argümanlarla değiştirilmeleri ırkı, dili, kültürü –İslam’ı aradan çıkarttığınızda- bize çok da benzemeyen insanların haliyle ayrışmalarına, uzaklaşmalarına sebep olmuştur. Bu coğrafyada Kürtler kadar itilen, dışlanan, yanlızlaştırılan başka Müslüman bir halk var mıdır bilemiyorum. Meseleyi sadece Türkiye sınırları içerisindeki Kürtler ya da PKK sorunu olarak değerlendirmiyorum. Türk, Arap ve Farslarla aynı gerekçelerle sorunlu ve kanlı olan bir halkın, Orta Doğu coğrafyasında ABD ve İsrail için ne anlama geldiğini açıklamaya gerek bile yoktur. Burada Kürtleri suçlamak yerine, onları İsrail ve işgalci güçlere mahkûm edenleri de sorgulamak gerekmez mi? Mesele PKK meselesi değil, mesele bir milleti kabul edip etmeme, bu topraklarda beş bin yıllık varlıklarını bilme ve ona göre İslami argümanlarla ve İslami söylemlerle kardeşliği tesis edip etmemedir.
PKK ve Laiklik
Laikliği; din dışılık, dini dışlamak veya toplum hayatından çıkarmak olarak görüyorsak ki bu doğrudur. PKK de laik hatta gayet ve en üst seviyede laik bir harekettir. Bundan dolayıdır ki, PKK tabanı üzerinde siyaset yapan siyasal partiler, kendilerini bölgede laikliğin güvencesi olarak görmektedir. Bu anlamda başta BDP olmak üzere Kürt halkının oylarına talip olan ve siyasetini sadece Kürtler endeksli yapan bütün siyasi oluşumların CHP kadar katı bir laiklik refleksleri vardır. BDP’nin bu yöndeki politikaları, söylemleri ortada mesela; BDP temsilcileri, bölgenin İslamlaşması ihtimaline karşı zaman zaman ’Bizi sınırlarsanız, şeriatçılar alanı doldurur’ diyerek bu mevzudaki düşüncesini açık bir şekilde göstermektedir.
Burada laiklik unsurunun Kürt toplumu nezdinde topyekun kabule şayan bir durum olmadığı gerçeğini de ifade etmek gerekir. Meselenin sağlaması şudur; Bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde en az kabulü ele alsak dahi yaklaşık 7 milyon Kürt var. BDP’nin aldığı oy ise yüzde 2,5. BDP ve PKK bütün Kürt halkının sesi, sözcüsü değil ama görmezden gelinemeyecek bir bölümün sesi, temsilcisi konumundadır.
İslami Unsurların Görmezden Gelinmesi

İslam’ın rahmeti, adaleti, hoşgörüsü, kardeşliği, emniyet ve selameti bölgede devam eden şiddet sarmalında kaybolmuş, yerini endişe, korku, husumet, güvensizlik ve belirsizlik almıştır. Mevcut durum maalesef tam da budur. Hâlbuki asırlardır bölge insanını diğer etnik gruplarla bir arada tutan, birlik ve beraberlik ekseninde yaşamalarını sağlayan en temel ve birincil unsur hiç şüphesiz İslam’dı. Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte oluşturulan yeni devlet anlayışında laikliğin ön plana çıkması, İslam’ın ve İslami değerlerin ötelenmesi, din adamlarının çeşitli baskı ve zulümlere maruz kalmaları, etnik milliyetçiliğe tabi tutulmaları neticesinde olmadık işlerle karşı karşıya kalmaları, sonrasında devam eden süreçlerde, bölge insanına dini ve etnik baskıların süre gelmesi, 12 Eylül, 28 Şubat gibi gayr-i siyasi oluşumlarla bu baskının artarak devam etmesi bölge insanını kardeşlerinden ayrıştırma, bölme ve yalnızlaştırma politikalarıdır...
İslam’a göre insanlar arasındaki üstünlük ırka, soya-sopa bağlı değildir; ilim, marifet, itikat, inanç, fazilet, takva, ahlâk ve terbiye gibi ulvî meziyetler noktasındadır. Başka kavimlere düşmanlığı, horlamayı, zulmü ve tarafgirliği meşru gören ve bundan beslenen ırkçılık/asabiyet veya milliyetçilik yasaklanmıştır. İslam’ın sosyal bağları, sevgi, kardeşlik, şefkat, merhamet ve adalet gibi değerler üzerine kurulmuştur. Dinimiz, birlik ve beraberliği emretmiş, bunu zedeleyen fiil, hareket ve düşünceleri de şiddetle yasaklamıştır. Olması gereken bu olmakla birlikte; yaklaşık bir asırlık geçmişi olan Kürt meselesinin halli hususunda İslam’ın birleştirici nitelikleri yeterince işletilememiş, mevcut yara anti dini uygulamalarla devamlı kaşınmıştır. Bugün birçok mütedeyyin insanımızın zihninde dahi ’Kürt’ kavramı İslami olmayan birçok manayı ihtiva etmektedir. Bunda bazı Kürt oluşumlarının etkisi, katkısı yok değildir ama bizler müslüman kimliğimizle olaylara yaklaşmayarak, meseleyi İslami zemin ve platformda değerlendirmeyerek kendi namı hesabımıza yeterince eksi oluşturmuş durumdayız.
Bu söylenenler mutlak doğru olmakla birlikte, bugün gelinen noktada ’İslami kardeşlik’, ’din kardeşliği’ gibi sözler Kürt insanlarımız arasında artık sempati yerine antipati oluşturuyor. Aldatmaca olduğu düşünülüyor ve halklar arasında var olan güvensizlik devam ediyor.
Teşhis ve Çözüm

Öncelikle bir Müslüman olarak meseleyi çözüme kavuşturma noktasında nereden başlamalıyız diye sormamız gerekiyor kendimize. Bence modern dünyayı oluşturan ’temel’den, ’ulus devlet’ paradigmasından başlamak gerekir. Çünkü bu paradigma bizlere bir asırdır öyle empoze edildi ki onun algılarını kıramıyoruz ya da kırmakta zorlanıyoruz. Bu anlamda ulus devletin ortaya çıkarttığı travma sandığımızdan daha büyüktür. Bugün İslami hassasiyeti olan, dini duyarlılığa sahip binlerce insan sırf Kürt oldukları için bölge insanlarına farklı bakmakta ve onların içerisinde olduğu olayları farklı değerlendirmektedir.
Kürt sorunu hakkında bizlerin bir çözüm üretememesindeki temel neden, sorunun varlığını görmeyişimizden ya da görmek istemeyişimizden kaynaklanıyor. Meselede temel espri şu; 1960’lara kadar sistemin kaynağındaki sorunlara İslami bir hassasiyetle eğilen Kürt hareketi, sonrasında ’resmi ideolojinin’ İslam anlayışına karşı olarak komünist-marksist bir yapıya bürünmüştür. Bu değişimden dolayı Müslümanlar, soruna karşı biraz mesafeli durdu ve İslam dünyasındaki diğer baskıları, sıkıntıları takip edip meşgul olmaktan yanları başındaki zulmü göremediler. ’Devlet daha ne yapsın, bizde olmayanlar orda var. Yolları mı yok suları mı yok’ gibi hep yüzeysel olgular meselenin özü gibi algılandığından tahlil mekanizmamız yanlış üzerine oluşturuldu. Nihayetinde ülkede eğitim sistemi ’Türkçülük’ üzerine kurulu ve ilkokuldan beri nesillere ’Türk milliyetçiliği’ aşılanıyor. Müslümanlar ister istemez milliyetçilik algısıyla yetişti bir asırdır ve sistemin tedrisatından geçen insanların iliklerine kadar işledi milliyetçiliğin altyapısı. Bu bağlamda tarih anlayışını ciddi bir şekilde sorgulamak gerekiyor. Aynı zamanda da eğitimle verilen tarih öğretisinin bu sorgulamayla paralel bir şekilde değiştirilmesi gerekiyor. Böylece yeni yetişen nesil kavmiyetlerin nasıl ayrıştıklarını değil nasıl birleştiklerini görmeli.
Bu toprakların insanı dokuz yüz yıl Türkü, Kürdü ve Arap’ıyla gönül gönüle, yan yana, el ele yaşamış, aynı değerler etrafında savaşmış, aynı gaye için ölmüştür. Bölge insanı ya da Halepli, Şamlı bir müslüman Çanakkale’ye kadar gelmiş, İstiklal Harbi omuz omuza verilmiş, Maraş’ta, Antep’te, Urfa’da ve kardeşler olarak savaşmışızdır düşmanla...
Kendisine kimliği sorulduğunda doğrudan toplumsal çimento olan inancını hatırlayarak ’elhamdülillah Müslüman’ım’ demiştir. Bu memlekette ’Müslüman olma’nın dışındaki hiçbir özellik ’Müslüman olma özelliği’ kadar kapsayıcı olmamıştır. Siz geleceksiniz resmi rakamlarınıza göre toplumun %99’unu temsil eden İslam kimliği yerine ondan daha düşük bir düzeyi temsil eden ırki, ulusal, milliyetçi ’Türk’ kimliğini yerleştireceksiniz. Kimliğini ’elhamdülillah Müslüman’ım’ diye ifade eden insanları ısrarla ırk temelli bir kimlik kabullenmeye zorlayarak ’Ne mutlu Türküm diyene’, ’bir Türk dünyaya bedeldir’, ’Türk öğün, çalış, güven’, ’Varlığım Türk varlığına armağan olsun’ gibi asabiyet duygularını gıdıklayıcı, abartılı, kof, içi boş ve buram buram şovenizm kokan saçma-sapan sloganları gidip halkının büyük çoğunluğu kürt olan şehirlerin dağlarına kocaman harflerle yazacaksınız. Halkının tümü Türk ırkına mensup olmayan, çeşitli ırkların karışımından meydana gelen bir ülkede bir tek ırkın üstünlüğünü savunmak, asabiyet duygularıyla hareket etmek ’bölücülüğün’ en zirve noktası değil de nedir?
Sorunun çözümü için: meseleyi ümmetin meselelerinin bir parçası olarak görmek ve bölge insanının kurtuluşunu ümmetin kurtuluşundan bağımsız değerlendirmemek gerekir. Bundan böyle yürütülecek her türlü mücadelenin başarılı olabilme şartının İslam’ın değişmez ve evrensel değerlerine uygunluğuyla paralel olduğuna inanmak, ulusalcı, ırkçı ve milliyetçi söylemin her türünü hiçbir bahane ve gerekçeye sığınmadan reddetmek; bunu yaparken de İslam’ın her halk için tanıdığı temel hak ve özgürlükleri bir hak olarak değil bir ’mutlak gereklilik’ olarak savunmak meselenin kalıcı çözümü için gerekliliktir. Meseleye sadece kardeşiz demekle değil, kardeş olduğumuzu bilfiil uygulamak, eylem, söylem hasletleri ile ortaya koymakla yaklaşılması lazım geldiği artık ayan beyan ortada durmaktadır. Bu siyasi, ekonomik, toplumsal stratejiler, politikalar üretilmeyecek manasında değildir kuşkusuz. İşin özü; her ne politika, düşünce, varsayım üretilecekse ana zemini İslam oluşturmalı. Çünkü bizi asırlardır kardeşçe bir arada tutan unsur din’di, İslam diniydi.
Sonuç;

Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye’nin bir Kürt meselesi hep var olageldi. Önceleri, ağırlıklı olarak entegrasyon ve geri kalmışlık kaygılarıyla ele alınan bu sorun, 1980’lerden itibaren, PKK’nın ortaya çıkmasıyla bir güvenlik sorunu olarak ele alınmaya başlanmıştır. Böylece terör örgütü, Kürt sorununun karmaşık dinamiklerini unutturan bir işlev görmüştür. Güvenlik perspektifinin hâkim olduğu 1990’lı yıllar boyunca, OHAL yönetiminde Kürt sorunu teröre indirgenerek yönetilmeye çalışılmıştır.
Kürt meselesinin kalıcı çözümü için siyasi otorite büyük bir risk almış ve Demokratikleşme süreci ile başlayan çaba bugün gelinen noktada çözüm sürecine, silahların bırakılması ve PKK’nın dağ cephesinin sınır dışına çıkması noktasına gelmiştir. Artık bundan sonra daha dikkatli olmak, meseleyi iyi tahlil edip kesin sonuca ulaşmak için gayet makul ve mantıklı hamleler yapmak gerekir. Bütün bunlar yapılırken ’Kürt meselesi’ ile ’PKK/Terör meselesi’ni ayrı ayrı değerlendirmek nihayetinde de ’dağa çıkmaları engellemek’ ile ’dağdakilerle mücadele’ yi farklı mülahaza etmek lazımdır.
Çünkü mesele sadece terör meselesi değildir. Meseleyi çözme adına kullanılacak üslupta son derece önemlidir. Asabiyet oluşturacak dil, İslami hüviyete zarar verebilecek söylemler kesinlikle kullanılmamalıdır. Eskiden olduğu gibi kardeşler olarak bu cennet vatanımızda birlik ve beraberlik içerisinde yaşayabilmenin yollarını aramak, var olan suni problem ve sıkıntıları giderip geleceğe umutla bakabilmeyi sağlamak evlatlarımıza, gelecek nesillerimize verebileceğimiz en güzel hediye olsa gerek.
Burada tekrar ifade etmeliyim ki; insanların oluşturdukları stratejiler, politikalar zamanla ve kişilerin algılarıyla değişebilir. O halde meselenin kesin çözümü için İslami unsurları mutlaka devreye sokmak ve değişmeyen, eskimeyen ilahi düsturlarla yarayı tedavi etmek gerekir.

Kaynaklar:


1. Cengiz Çandar, Dağdan iniş-PKK nasıl silah bırakır? Tesev yayınları İstanbul 2011
2. Aynur Erdoğan, Kürt Meselesine Ulus-Devlet Sınırlarının Ötesinden Bakmak, Dübam yayınları, İstanbul, 2013
3. Celal Bayar, Şark Raporu Cumhuriyet Gözüyle Kürt Meselesi- 1, Kaynak yay. İstanbul, 2006
4. Kürt Sorunu Nasıl Çözülür, Haziran yay. İstanbul 2005
5. Mümtazer Türköne-Hüseyin Yayman, Kürt Meselesi Nasıl Çözülmez? Birey yay. İstanbul 2009
6. Osman Güzelgöz, Kürt Meselesi ile yüzleşmek, Timaş yay. İstanbul, 2008
7. Ahmet Yıldız, Ulus Devletin Bunalımı, Etkileşim yay. İstanbul, 2010
8. Taha Özhan-Hatem Ete, Kürt Meselesi Problemler ve Çözüm önerileri, Seta Analiz, 2008
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.