Özlenen Rehber Dergisi

122.Sayı

Birlik ve Beraberliğin Temeli; İslâm Kardeşliği

Eyüp ÖZBERK Özlenen Rehber Dergisi 122. Sayı
Cemaatin önemi:
Cenâb-ı Hakk’ın dini, yeryüzünde yaşanmak üzere gönderilmiştir. Bu maksat, gerçek manada ancak, fertleri birbirine sevgi ve saygı ile bağlı olan, fitneden uzak, huzurlu bir toplumda gerçekleşebilir.
Zira aralarında birlik sağlayamamış, cemaat olma şuurundan uzak bir toplum, kargaşa ve ihtilaf içerisindedir. Böyle bir toplumun bireyleri; bencillikten, birbiriyle mücadele ve çekişmekten, birbirlerinin eksik ve ayıplarıyla uğraşmaktan, kin, nefret ve düşmanlık duygularından kendilerini çekip alarak, Allah’ı zikre, Peygamber (s.a.v.)’e itaate, dini yaşamaya ve ilahî hükümleri yeryüzünde ikame etmeye fırsat bulamazlar.
Bu nedenle Allah (c.c.), mü’minlere birlik olmalarını, ayrılığa düşmemelerini emretmiş, ’Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.’ (Âl-i İmrân, 3/103) buyurmuştur.
Cemaat olmanın yolu:

Cenâb-ı Hak bu âyetinde, mü’minlere Allah’ın ipine yani Kur’ân-ı Kerim’e, Sünnet-i Seniyye’ye ve bu iki aslın mahsulü olan ’şeriat-ı garra/nurlu şeriat-yol’a şiddetle sarılma¬larını emretmiştir. Birliğin ve tefrikadan kurtulmanın yegâne yolu budur. Mü’minler, beraberliğe bundan başka bir yol bulamazlar. Nitekim İslâm’ın ilk erleri, bu hakikat ile bir araya gelmiş, Ensâr’dan, birleşmeleri ve sulh içinde yaşamaları asla mümkün görülmeyen Evs ve Hazrec kabileleri başta olmak üzere tüm Ashap arasında düşmanlık ve tefrika bu vesileyle ortadan kalkmış, sevgi ve kardeşlik tezahür etmiştir. Şu halde mü’minler, bu ipe sımsıkı yapışarak kaynaşmalı, Allah’ın gazabına duçar olmamak ve dalalete düşmemek için Yahudi ve Hristiyanların maruz kaldığı tefrikadan şiddetle sakınmalıdır.
Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde: ’Muhakkak ki Allah, sizin için üç şeye razı olur ve sizin için üç şeyi hoş görmez.’ buyurmuş, Allah’ın razı olacağı hususları ’(yalnızca) kendisine ibadet etmek, O’na hiç bir şeyi ortak koşmamak, hep birlikte Allah’ın ipine sarılıp tefrikaya düşmemek’ olarak ifade etmiştir. (Müslim, Akdıye, 5)
Bu hadisten de anlaşıldığı üzere Allah (c.c.), mü’minlerin cemaat olmalarından hoşlanmakta, ayrılığı ve buna sebep olan fesadı, bozgunculuğu sevmemektedir. (Bkz., el-Bakara, 2/205) Fitneyi ise, cana kıymaktan daha büyük bir suç ve günah saymakta, (Bkz., el-Bakara, 2/191) kardeşliğe zarar verecek şekilde başkaldıran, İslâm cemaatini parçalamaya yönelik hareket eden gruplarla Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşmayı emretmektedir. (Bkz., el-Hucurât, 49/9)
İslâm toplumunun yapıtaşı; kardeşlik:

Cenâb-ı Hak, mü’minlere cemaat olmalarını emrettikten sonra, mayası tevhit olan, yeryüzünde Hakk’ın hükümlerini ikame etmekle görevli İslâm cemaatinin ikamesi ve muhafazası için bazı prensipler belirlemiştir. Bu prensiplerin en önemlisi, ’din kardeşliği’dir.
Cenâb-ı Hak, mü’minleri bir birbirine kardeş yapmış, ’Müminler ancak kardeştirler.’ (el-Hucurât, 49/10) buyurarak bunu ilâhî kelamıyla tescil etmiştir.
İslâm kardeşliği, mü’minler arasında öyle bir bağ tesis eder ki, ne nesep, ne makam, ne mal-mülk ve ne de diğer ayrıştırıcı unsurlar bu bağı koparamaz. Zira bu kardeşliğin babası ’İslâm’dır. Nesepten olan kardeşlerin soyu nasıl babalarına bağlı ise, mü’minlerin soyu da İslâm dinine bağlıdır. Bu hususta hürle köle, amirle memur, büyükle küçük arasında hiçbir fark yoktur.
Din kardeşliği, nesep kardeşliğinin üstündedir. Çünkü nesep kardeşliği din ayrılığı halinde kesintiye uğrar, din kardeşliği ise neseplerin farklılığı dolayısıyla kesintiye uğramaz.
Kur’an ve Sünnet’in tesis ettiği bu bağ sayesindedir ki Müslümanlar; yüzyıllarca ırk, mezhep, meşrep vb. farklılıkları yok sayarak birlik ve beraberlik içinde yaşamışlardır.
Din kardeşliği, yekvücut olmayı gerektirir:
İslâm kardeşliği, Müslümanların üzüntü ve sevinçte, varlıkta ve yoklukta, her zaman ve her ortamda yekvücut olmalarını gerektirir. Peygamberimiz (s.a.v.) mü’minleri bu halleriyle şöyle tasvir etmiştir: ’(Kâmil) mü’minleri, birbirlerine karşı merhametlerinde, sevgilerinde ve şefkatlerinde bir vücut misali görürsün. (O vücutta) bir uzuv hastalandığı zaman, vücudunun diğer (azalar)ı birbirlerini uykusuzluk ve ateşle onun (acısına ortak olmaya) çağırırlar.’ (Buhârî, Edeb, 27)
Bunun en güzel ve en üstün numunesi Peygamberimiz (s.a.v.)’in güzide ashâbı tarafından ortaya konmuştur. Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicret edince, Mekkeli Muhacirlerden her birini Medineli Ensar’dan biriyle kardeş yapmış idi -ki buna muâhât denmiştir-.
Ensar, Efendimizin tesis ettiği bu kardeşliği ’Kendi (nefsi) için (sevip) arzu ettiğini (mü’min) kardeşi için de (sevip) arzu etmedikçe hiç biriniz (kâmil manada) iman etmiş olmaz.’ (Buhârî, Îmân, 7) hadisinin irşadıyla öyle ince anlamış ve kuvvetle benimsemişti ki; maddî imkânlarının tamamını Muhacir kardeşleriyle paylaşmışlardı. İki odası varsa birini kardeşine veriyor, tarla ve ticaretten elde ettikleri karı bölüşüyor, iki hanımı olan, en güzel olanını boşayıp kardeşine nikâhlamayı teklif ediyordu. Bu kardeşlik hiçbir (sözde) medeniyette görülmeyen ’îsar/kardeşini kendine tercih etme’ hasletini, hatta birbirlerine varis olma (Bkz. Buhârî, Ferâiz, 16) gibi tarihte eşi görülmemiş bir durumu ortaya çıkarmıştı.
Öyle ki Muhacirler, Ensâr kardeşlerinden gördükleri bu yakınlık ve isâr karşısında endişeye kapıldı ve Nebi (s.a.v.)’e gelerek: ’Yâ Rasûlallah! Aralarına in(ip misafir ol)duğumuz (Ensâr) topluluğundan başka çok (mal)dan daha bol dağıtan, az (mal)dan ise daha güzel yardım eden bir topluluk görmedik. Maişet (işlerin)de bize kâfi geldiler, mahsullerine bizi ortak ettiler. Öyle ki (hicret ve ibadetlerimize verilecek) ecrin tümünü (alıp) götüreceklerinden korktuk.’ dediler. Bunun üzerine Nebi (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Hayır (öyle değil)! Onlara dua ettiğiniz ve onları övdüğünüz sürece (sevaplarınız sizde kalır ve iyiliklerine mukabele etmiş olursunuz).’ (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâik Ve’l-Vera’, 44)
Cenâb-ı Hak (c.c.), Ensar’ın kardeşlik anlayışlarından razı olduğunu şu âyet-i kerimesiyle ifade etmiştir: ’Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.’ (el-Haşr, 59/9)
Cenâb-ı Hak bu âyette, Ensâr ve Muhacir arasındaki kardeşliğin özünün; ’iman, sevgi, cömertlik ve isâr’ olduğunu haber vermiştir. Buraya kadar anlatılan hakikatlerden şu netice ortaya çıkar:
’Dinin muhafazası, onu yaşamakla mümkündür.
Din, birlik halinde bulunan toplumda yaşanır.
Toplum, ancak kardeşlikle bir olur.
Kardeşliğin özü ise; iman, sevgi, cömertlik ve isâr’dır.’
Kardeşlik bağını koparacak ahlaklar:
Mü’minler, bu kardeşlik bağlarını zedeleyecek, bu birlikteliğe zarar verecek her türlü davranış ve ahlâktan uzak durmalıdır.
Efendimiz (s.a.v.) bir hadislerinde:
’(Su-i) zandan sakının! Zira (su-i) zan, sözün en yalanıdır.
Birbirinizin (gizli) konuşmalarını dinlemeyin!
Birbirinizin kusurunu (gizli hallerini) araştırmayı¬n!
Birbirinize haset etmeyin!
Birbirinize sırt çevir(ip küs)me¬yin!
Birbirinize buğz (kin ve düşmanlık) beslemeyin!
Ey Allah’ın kulları, kardeşler olun!’ (Buhârî, Edeb, 57) buyurarak, kardeşliği, birlik ve beraberliği muhafaza adına dikkat edilmesi gereken birçok önemli husus zikretmiştir ki, bunlardan birisi de وَلاَ تَدَابَرُوا buyruğuyla ifade ettiği ’sırt çevir(ip küs)mek’tir.

Birbirinize sırt çevirip küsmeyin!

Sırt çevirmekten maksat; kardeşlerin birbiriyle ilgi ve alakayı kesip uzaklaşması, dargın hale gelmesi, birbirini terk etmesi, birbirlerine düşmanlık ve kin beslemesidir.
Müslümanlar, birbirlerine sırtını dönmemeli, yüz çevirmemelidir. Rabbimiz Teâlâ: ’Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır.’ (et-Tevbe, 9/71) buyurmaktadır. Âyette geçen "evliyâ/dostlar" kelimesi, düşmanlığı zıddı olup felâket zamanında yardım etmek, kardeşlik ve sevmek manalarına gelir. Buna göre mü’minler, birbirlerini terk eden kimseler değil, birbirlerinin yardımcısı ve candan dostudur. İyilik ve takvada yardımlaşır, zor zamanlarında birbirlerine destek olurlar.
Efendimiz (s.a.v.) diğer bir hadislerinde: ’Bir kimseye, (din) kardeşini üç geceden fazla terk etmesi (yani onunla küs durması) helal olmaz. (Öyle bir küslük ki), karşılaşırlar da bu yüz(ünü şu tarafa) çevirir, o da yüz(ünü öteki tarafa) çevirir.’ (Buhârî, Edeb, 62) buyurarak uzun süre devam eden dargınlığı yasaklamış, bunun haram olduğunu bildirmiştir.
Açık küfrü, bidati, fısk ı fücuru, günahkârlığı kesin bir şekilde bilinmediği sürece mü’min bir kişiyi terk etmek, selam sabahı kesmek, darılmak asla caiz değildir. Bunların dışında herhangi bir sebepten dolayı insanlık icabı darılır küserse, bunu en fazla üç gün devam ettirebilir. Daha fazlası caiz olmaz.
Ara bozukluğu, dini kazır:

Bir kâğıt bile parçasından koparken ayrılıktan dolayı ses çıkartmaktadır. Birbirleriyle ilâhî sevgiyle kardeş olup kaynaşmış Müslümanlar ise elbette ki tefrikadan büyük acı ve sıkıntı duyacaktır. Bu nedenle Efendiler Efendisi (s.a.v.): ’Cemaat rahmettir, ayrılık ise azaptır.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.30, s.390, h.no:18449) buyurmaktadır. Allah için birbirini sevenler, kardeşler, dostlar için ayrılıkta, küslükte eziyet ve üzüntü vardır. Cemaatte, birlik ve beraberlikte ise rahmet, sevinç ve huzur vardır.
Şu halde mü’minler, aralarındaki sevgiyi muhafaza etmeli, birbirlerine boş sebeplerle darılmamalıdır. Peygamberimiz (s.a.v.), mü’minlere bunu emrederken, bu emri tutmayanları da karşılaşacakları kötü akıbetle uyarmakta ve: ’Ara(nızın düşmanlık ve nefret sebebiyle) kötü olmasından sakının. Zira o (dini) kazıyıcıdır (yok edip bitirir).’ (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme Ve’r-Rekâiku Ve’l-Vera’u, 56) buyurmaktadır.
Peygamberimiz (s.a.v.), kardeşliğin bozulmasını ’dini kazıyıcı’ olarak ifade etmiştir. Tıpkı usturanın saçı kazıdığı gibi… Bu durum kalplerde yer alan sevgiyi, rızayı ve neticede imanı kazır götürür. Bu durum şöyle izah edilebilir:
Kalpte kırgınlık yerleşir ve bunu kin, husumet duyguları takip ederse kişi artık aklıyla değil nefsiyle hareket eder. Onu sevk eden dinin emirleri değil heva ve hevesidir. İşte bu menfi halden her çeşit kötülük neşet eder. Bu haldeki bir kişi haset, gıybet, hile gibi dinin haram kıldığı kötü fiilleri işlemeye başlar. Bunlar ise sahibinin iyiliklerinin ve sevaplarının yok olmasını netice verir. Ve nihayet insanın Allah ve Rasûlünden uzaklaşmasına, dinî letâiflerinin körelmesine ve yok olmasına yol açar.
Üç günden fazla küs durmanın haramlığına ve cezasının büyüklüğüne işaret eden birçok hadis varit olmuştur. Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:
’Bir Müslümana, (din) kardeşini üç (gün)den fazla terk etmesi (yani küsmesi) helal olmaz. Her kim (din kardeşini) üç (gün)den fazla terk ederse (yani küserse) ve (bu halde) ölürse (cehennem) ateş(in)e gir(meyi hak ed)er.’ (Ebû Dâvûd, Edeb, 55) Böyle bir kimsenin dini kazınmıştır ki, şayet tevbe etmeden ölür ve Allah’ın affına nail olmazsa işlediği büyük günah sebebiyle cehennemi hak eder.
Diğer bir hadiste: ’(Müslüman) kardeşini bir sene terk eden (yani ona küsen), kanını dökmüş gibi (günah kazanmış) olur.’ (Ebû Dâvûd, Edeb, 55) buyrulmuştur. Elbette ki mü’mini öldürmekle ona küsmek derece bakımından aynı değildir. Bu ifadeyle, küsmenin ne derece büyük günah olduğu mübalağalı bir şekilde haber verilmiştir.
Arabuluculuk/dargınları barıştırmak:
Peygamberimiz (s.a.v.), dargın durmaktan, kin ve düşmanlıktan son derece sakındırmakla birlikte ara buluculuğun birçok büyük ibadetten daha hayırlı olduğunu bildirmiştir. Ebu’d-Derdâ (r.a.)’den rivayet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) (bir defasında ashabına): ’Size, oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan (ameli) haber vermeyeyim mi?’ buyurdu. (Ashâb): ’Evet (yâ Rasûlallah! Haber verin!)’ dediler. (Rasûlullah): ’(Mü’minlerin) arasını düzeltmektir. Arabozuculuk ise (dini) kazıyıcıdır.’ buyurdu. (Ebû Dâvud, Edeb, 58)
Bu böyledir, zira mü’minlerin arasını düzeltmek Allah’ın, ’Allah’ın ipine sımsımıkı sarılın…’ emrinin yerine gelmesine vesile olur. Arabozuculuk ise bu emrin yıkılmasına yol açar. Çoğu zaman dargınlıklar ve kinler, insanları birbirlerinin ırzına, mal ve canına kastetmeye sevk eder, fitneye ve iç sa¬vaşlara götürür. Buna engel olmak ve bu vesileyle Allah’ın cemaat olma emrinin yerine gelmesi, elbette ki şahsî kemalata vesile olan nafile ibadetlerden ve hatta bazı durumlarda farz ibadetlerden dahi daha faziletlidir.
Arabuluculuk öyle mühim bir iştir ki; şayet iki mü’minin arasını düzeltmek doğru sözle mümkün olmuyorsa o takdirde -tariz yollu- yalan söylemeye ruhsat verilmiştir. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.): ’Yalancı, insanların arasını düzelten, hayır söyleyen ve hayır tebliğ eden kimse değildir.’ buyurmuştur. (Müslim, el-Birru Ve’s-Sılatu Ve’l-Âdâb, 27)
Dargınlığın ilacı:
Dargınlığı yasaklayan dinimiz, bunun ilaçlarını da haber vermiştir. Hadis-i şeriflerin işaret ettiği bazı mühim hususları zikretmek istiyoruz:
1- Selamlaşma:
Mü’minler arasında diyalog ve irtibatın en kuvvetli vesilesi selamlaşmadır. Çünkü konuşmadan önce selamlaşma gelir. (Bkz., Tirmizî, İsti’zân Ve’l-Âdâb, 11) Peygamberimiz (s.a.v.): ’(Birbirlerine küsen) iki (kişi)nin en hayırlısı, (önce) selam (vermey)e başlayandır.’ (Buhârî, Edeb, 62) buyurarak kırgınlığın gitmesi için selamlaşmayı tavsiye etmiştir.
Selamlaşma, dargınlığın en baş ilacıdır. Zira selamlaşma, kırgınlıkları bertaraf ettiği gibi sevgi ve muhabbeti uyandırır. Nitekim bir hadiste: ’İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de (kâmil manada) iman etmiş olmazsınız. Size, yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey göstermeyeyim mi? Aranızda selâmı yayın.’ (Müslim, Îmân, 22) buyrulmuş, selamlaşmanın sevginin yayılmasındaki tesiri ifade edilmiştir. Sevginin, kardeşlik açısından önemini ise yazımızın baş tarafında zikretmiştik.
2- Musafaha:
Dargınlığın bir diğer ilacı ise musafahalaşmaktır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v.): ’Musafahalaşın, (aranızdaki) kin gider.’ (Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 4) buyuruyor.
3- Hediyeleşmek:
Bir diğer ilacı da, hediyeleşmektir. Hadis-i şerifte: ’Hediyeleşin, birbirinizi seversiniz ve (aranızdaki) düşmanlık gider.’ (Muvattâ, Hüsnü’l-Huluk, 4) buyrularak mü’minlere yol gösterilmiştir.
4- Ziyaretleşmek:
Bir diğer yolu ise ziyaretleşmektir. Zira hadiste: ’Birbirinizi ziyaret edin ve hediyeleşin. Zira ziyaret, sevgiyi perçinler.’ (İbn-i Hacer, Metâlibu’l-Âliye Bi-Zevâidi’l-Mesânîdi’s-Semâniye, c.7, s.436, h.no:1489) buyruluyor.
Günahlar kardeşliği bozar:
İşlenen günahın zararı, kişinin kendisiyle sınırlı kalmaz. Günahlar, kulun Allah (c.c.) ile irtibatını zayıflattığı, zedelediği gibi Allah için kurulan sevgi ve kardeşlik bağlarını da zayıflatır ve koparır. Buna delil, İbn-i Ömer (r.a.)’ın Rasûlullah (s.a.v.)’den rivayet ettiği şu hadis-i şeriftir:
’Muhammed’in canı yed(-i kudret)inde olan (Allah)’a yemin olsun ki; (Allah için veya Müslümanlığından dolayı) birbirini seven iki (kimse)nin araları ancak, ikisinden birinin işlediği günah sebebiyle açılır.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.9, s.259, h.no:5357)
Musâ el-Kâzım (rh.a.), bu hadisten hareketle şöyle demiştir: ’Arkadaşın(ın sevgisi ve hali) sana karşı değişirse, bil ki bu (durum) işlediğin bir günahtan dolayıdır. Her günahtan derhal tevbe et, (böyle yaparsan) onun sevgisi sana karşı uyanır (güzel olur).’ (Münâvî, Feydul’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, c.5, s.438, h.no:7879)
Müzenî (rh.a.) ise şöyle der: ’(Din) kardeşlerinden (sana karşı) kabalık, (uzaklaşma, yüz çevirme) bulursan derhal Allah’a tevbe et ki zira sen muhakkak bir günah işlemişsindir. Onlardan (sana karşı) ziyade sevgi bulursan bu da, işlediğin bir taatten dolayıdır, Allah Teâlâ’ya şükret.’ (Münâvî, Feydul’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, c.5, s.438, h.no:7879)
Bu hakikat bize şunu gösteriyor: Allah için olan sevgi, kalpler arasında öyle bir bağ oluşturur ki, bu bağın bir ucu Cenâb-ı Hakk’ın yed-i kudretindedir. Zira bir hadis-i kutsîde: ’Benim için birbirlerini sevenlere sevgim hak oldu.’ (Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, Şehâdât 71, c.10, s.393, h.no:21068) buyrulmuştur. Her kim, Allah (c.c.)’ya iman ve O’nun hükümlerine itaatle bu bağdan tutarsa, bu bağdan tutan diğer mahlûkat ile arasında irtibat ve sevgi meydana gelir. Üstadımız Abdullah Fârukî el-Müceddidî (k.s.)’nun şu sözü, belki de buna işaret etmektedir:
’En büyük manevî kuvvet, Allah (c.c.) için olan sevgidir.’
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.