’Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan hâline getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşûm bir salgın: Maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikâyetsiz.’ (MERİÇ Cemil, Bu Ülke, İletişim Yayınları, İstanbul 1996 s.179)
Bir kardeşlik türküsü, asırlarca hiç kesilmeden devam eden, sadece dillerde değil aynı zamanda bütün gönüllerde de söylenen bir kardeşlik türküsü… İnananların topyekûn bir bedende can bulmaları ve o bedendeki kalbin tek bir ritimde, hiç sekteye uğramadan asırlarca atması. Bilcümle inananları tek bir bedende bir araya toplayan ve aralarında koparılması çok güç olan bir bağ oluşturan hiç şüphesiz ki İslam dinidir yani inananların kardeşliğidir.
Bu topraklar üzerinde bir dönem insanlar aynı şeyleri sevdiler, aynı şeyler için yaşayıp aynı şeyler için öldüler. İnandıkları değerleri sevdiler, inançları için yaşayıp inançları için öldüler. Onlar için sadece inandıkları değerler vardı ve bu değerler sayesinde kanla ve kafatasıyla yani ırkla alakası olmayan bir kardeşliğe sahip olmuşlardı. Türk, Kürt, Arap ve diğerleri, atlarını sadece inançları için mahmuzladılar. Evet, sadece gönülden inandıkları değerleri için gazaya çıktılar, küffarın üzerine dinlerini yaymak için yürüdüler. Sonunda ölüm bile olsa, kol kola ve korkusuzca…
"Muhteşem bir rüya" geriye dönüp de o günlere bakınca, o günleri yâd edince gerçekten de muhteşem bir rüya gibi görünüyor altı asırlık bir zaman dilimi. Bizlerin bu günden bakıp da "muhteşem bir rüya" diye adlandırdığımız o dönem bir rüya değil, muhteşem bir tarih sayfası yani yaşanmış. Peki sonra ne oluyor? Bu muhteşem rüya, insanı günden güne eriten bir kâbusa dönüşüyor. Meriç, bunu maddecilik olarak nitelendiriyor. Maddecilik yani manevi değerleri bir tarafa itip maddeye, eşyaya ehemmiyet vermek, her şeyi onlara bağlamak. Manevi değerler birer hiçten ibaret. Kardeşlik mi? Esamisi bile okunmayacak vahim bir sonla yüz yüze kalıyor. Ve sonra ne mi oluyor? Çöküş. Sessiz sedasız, acı bir çöküş. Kardeşlik türküsü hem dillerde hem de gönüllerde ezgisini yitiriyor.
Hani bir vücudun uzuvları gibiydik,
Birimizin acısı ötekini yakardı.
Hani biz inananlar kardeştik,
Birimizin gözyaşı ötekine akardı.
Uyanın ey inananlar! Bizler kardeşiz,
Sonsuza dek uyumamak için uyanın.
Cennetin içinde yokluk çekeriz,
Varlık denizinde yokluk çekmemek için uyanın.
Bugünkü Müslümanlar bir vücudun uzuvları gibi olmaktan çok çok uzakta. Bütün Müslüman milletleri sadece kendi rahatlarıyla uğraşıyor, nadiren başka bir Müslüman milletin çığlığına aksiseda oluyor. Hatta her bir Müslüman, fert olarak bir vücut olmuş durumda ve sadece kendi acılarıyla meşgul. Kendi sıkıntılarından sıyrılıp da kardeşlerinin dertleriyle dertlenmek, geceleri uykusunu kardeşleri için bölmek, onların yarasına merhem olmak gibi bir çaba içerisinde değil. Hem millet olarak hem de fert olarak Müslümanlar kendilerini, cahiliye devrinde olduğu gibi, üstün görmekte, gayrısını yani kardeşini hor görmekte. Oysa unutulan bir nokta var, sürekli akılda tutulması gerekirken aksine sürekli unutulan ya da dikkate alınmayan bir nokta, o da şu ki: ’Hiç şüphesiz ki, Allah katında en üstün olanınız takvaca en ileri olanınızdır.’
Batı kaynaklı milliyetçilik ve milliyetçiliğin biraz daha ileri boyutu olan faşizm dalgası ne zaman ki Avrupa sınırlarını, küffar sınırlarını aşıp İslam sınırlarını ihlal etmiş, işte o zaman Müslümanlar arasındaki birlik temelinden sarsılmış, ümmet olma bilinci zedelenmiş ve zamanla yok olmuştur. İnsanlık için zararlı olan hemen bütün akımların kaynağı olan Batı, faşizmin İslam toplumları arasında, bilhassa asırlardır birçok ırkı bünyesinde barındıran Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yayılması için bütün imkânlarını kullanmış ve bu amacına da çok kısa bir sürede ulaşmıştır. Böylelikle Osmanlı Devleti içerisinde yaşayan Hristiyan milletler arasında başlayan ve daha sonra bir bir Müslüman milletler arasında da yayılan bir başkaldırı hareketi çok sürmeden meyvelerini vermiş oluyordu. Netice, yok olan bir kardeşlik, unutulan birlik ve beraberlik, o günden beri devam eden ve hâlâ tedavi edilemeyen, acı veren bir körlük…
İnananların kardeşliğine en büyük örnek hiç şüphesiz Asr-ı Saadet dönemidir. Aralarında hiçbir kan bağı bulunmayan onlarca insan tek bir amaç uğruna, tek bir bedende vücut bulmuşlardır ve kalpleri hep aynı uğurda çarpmıştır. Muhacir ve Ensar… Bu kardeşliğin ne onlardan evvel bir benzeri olmuştur ne de onlardan sonra bir benzeri daha olacaktır. Muhacir ve Ensar… Birbirlerine sadece mallarını ve evlerini sunmamış, birbirlerine gönül kapılarını da sonuna kadar açmışlardır. Muhacir ve Ensar… Birisi diğerine teninden dolayı hakaret edince, ondan kendisini affetmesi için başını yere koyup yüzüme bas, basmadan yüzümü kaldırmam diyecek bir yüce ahlâkın sahibidir Sadet Asrının inananları.
Müslümanlar yani bizler, hâlihazırda içinde bulunduğumuz durumla, yukarıdaki dizelerde de geçtiği üzere, cennetin içinde yokluk çeken bir insanı andırıyoruz, bizler için belki de en güzel tabir budur: ’Cennetin yoksulları.’ Varlık denizindeyiz ama bulunduğumuz denizin ve içerisinde barındırdığı nimetlerin farkında değiliz. Bir an önce bu uykudan uyanmamız ve İslam kardeşliğinin farkına varmamız lazım. Yukarıda da bahsettiğimiz Sahabe Efendilerimizin kardeşlik ahlakına bugün her zaman olduğundan daha çok ihtiyacımız var. Onlar birbirlerini ırk, renk, dil ayrımı yapmaksızın sadece İslam oldukları için severken bugünün Müslümanları ırkının, renginin, kafatasının ve dilinin üstünlüğünü ispata çalışmakla uğraşıyor. Bu yüzden Müslüman milletlerin bir araya gelmeleri neredeyse imkânsız bir hâl alıyor.
Son olarak şunları söyleyebiliriz: Bir öneride bulunmak değil niyetim çünkü bu konuda, Müslümanların bir araya gelmesi hususunda, yıllardır öneriler ortaya atılıyor, çeşitli tartışma ortamları oluşturuluyor, çözüm yolları gösteriliyor, Müslümanların nasıl bir araya geleceği hakkında muhtelif görüşler belirtiliyor. Eğer uygulansa bunların hemen hepsi sorunu ortadan kaldıracak türden fikirler. Bu tartışmaların neticesinde her bir Müslüman kardeşliğin tekrardan nasıl yeşertileceğini ve bu konuda üzerine düşen görevleri çok iyi biliyor. Bu saatten sonra daha fazla konuşmanın bir manası yok, geçmişten hem örnek hem de ders alıp bir an önce harekete geçmek en hayırlısı olacaktır. Başka bir deyişle zaman, harekete geçme zamanı, zaman, bir dönem bu ülkede olduğu gibi inananlar için kardeşlik zamanı.
Bu Ülke'de İnananların Kardeşliği
Özlenen Rehber Dergisi 122. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.