Kırık dökük bir şiirle başladı kalemle arkadaşlığımız,
Uzun sürmedi, yine kırık dökük bir şiirle ayrıldı kalemle yollarımız.
Genelde şiirle başlar bizlerdeki edebiyat sevgisi, gençlik yıllarında yazılan kırık dökük birkaç şiir aracılığıyla tanışır ve severiz edebiyatı. Kimisi şiirle alakası olmayan şiirler, kimisi gerçekten şiir olan şiirler; kimisi ta içimizden kopup gelen, kimisi de yazmış olmak için yazılan şiirler. Çoğunlukla belli bir düzeni olmamasına rağmen hatta çoğunda ne anlatmak istediğimizi bizim dahi bilmememize rağmen sevdirirler bize edebiyatı.
Şöyle geriye dönüp de hafızanızı bir yokladığınızda birçoğunuz gençken şiirler yazdığını hatırlayacaktır. Evet, ben de bir zamanlar şiir yazdım dediğiniz zaman alacağınız tepki ise, hadi canım sen mi olacaktır. Bu tepkinin sebebi başta şiirle olmak üzere toptan edebiyatla aramızın ilerleyen yıllarda açılmasıdır. Doğru, gençlik yıllarında insanlar şiirle uğraşmayı severler ama nedense sonradan arası açılıverir şiirle de edebiyatla da. Yaş ilerledikçe şiir, gençliğin vermiş olduğu heyecanla ilgilenilen boş bir uğraş olarak görülür. Hâlbuki insanın hayatının hemen her döneminde yazmaya ihtiyacı vardır. Önündeki beyaz sayfalara içini dökmek, kimi zaman o sayfalarla dertlerini paylaşmak, kimi zaman o sayfalara sevinçlerini sunmak, kimi zaman da davasını o sayfalar aracılığıyla insanlara iletmek kanın deli aktığı zamanlara mahsus bir meşguliyet değildir.
Tarihin silemediği büyük şair ve yazarlar, kalemle erken yaşta tanışıp yazmayı yarıda bırakmamış, ömürlerinin sonuna kadar güçleri nispetinde yazmaya devam etmişlerdir. Divan şiirinin önde gelen isimlerinden Şeyh Galip yirmi dört yaşında bir divan oluşturacak sayıda şiir yazmış, bu divanı vesilesiyle isminin tarih tarafından silinmesine engel olmuş ve bu sayede ismi günümüze kadar anılmıştır. Hakeza, Türk Edebiyatında Üstat mahlasıyla anılan Necip Fazıl Kısakürek, yirmi dört yaşında kendisine büyük bir başarı kazandıran, yayınlandığı dönemde bir hayli ses getiren ve edebi çevrelerce kendisinin tanınmasını sağlayan Kaldırımlar adlı ikinci şiir kitabını bastırmıştır. Kalemle genç yaşta dost olup ilerleyen yıllarda bu dostluğu tozlu raflara kaldırmayan önemli edebiyatçılarımızdan birisi de Mehmet Akif Ersoy’dur. O, yazmaya baytarlık eğitimi aldığı zamanlarda şiirle başlamış ve bu uğraşını bir ömür devam ettirmiştir. Neticede isminin uzun zaman hafızalardan silinmemesini sağlayacak bir başarı elde etmiş, bununla da yetinmemiş İstiklal Marşımıza şair olmuş, ülküsünü zor şartlar altında da olsa sayfalara dökmüştür.
Geçtiğimiz yüzyılın önemli mütefekkirlerinden Cemil Meriç, beyaz bir kâğıtla arasındaki samimi ilişkiyi şu şekilde anlatıyor: "Ey karşısında vecitli saatler yaşadığım eski dostum kâğıt! Ne zaman dertlerime kulak verecek, ne zaman kafamdakilere mâkes olacaksın? Fikirler kelebekler gibi, onları hafızaya iğnelemeye kalkınca bir toz yığını hâline geliyorlar... Yazabilsem benim de hürriyetim olacak. Belki yaşadığımı ve yaşamaya layık olduğumu hissedeceğim. Bu zavallı satırların hiçbir okuyucusu olmasa bile. Denize atılan bir şişe onlar. Belki dalgalar asırlarca sonra âşinâ bir ele tevdi edecek onları..." Yazmak, onda adeta hür olmanın temel prensibi, yaşamın vazgeçilmez bir parçası gibi olmuş. İçinde birikmiş olanları kağıda dökmeyince yaşadığını hissetmiyor ve hatta yaşamaya layık olduğunu bile düşünmüyor. İşte kalemi kağıda indirmek kimisi için bu derece önem arz eden bir uğraştır. Onlar için yazmak, vazgeçilmez bir gıda mesabesine ulaşmıştır.
Yukarıda insanlarımızın gençlik çağında edebiyatla, şiirle uğraştığından bahsetmiştik, üzülerek belirtmek istiyorum ki günümüz gençliği bu vasfı taşımaktan çok uzak durumda. Duygudan, hayal kurmaktan, kendini ifade etmekten ve en üzücüsü idealini bilmekten yoksun koca bir gençlik kitlesi yetişiyor ve bu gençlik, yalnız, içine kapanık, kimsenin kendini anlamadığını iddia eden, kendini toplumdan soyutlamış, psikolojik buhranlar içerisinde kalmış durumda. İşte bu karamsar tutum ve davranışlar, neticesi intihara kadar varabilen, hiç istenmeyen durumlara sebebiyet verebiliyor. Tabi ki en temeldeki neden gençlerin manevi yönden eksik yetiştirilmesi veya hiç yetiştirilmemesidir. Önemli nedenlerden biri de okul çağındaki gençlerin at yarışına hazırlanır gibi sınavlara hazırlanmaya zorlanmalarıdır. Öyle ki birçok öğrencinin öğrenim hayatları dört duvar arasında, bir masanın başında ve koca koca ders kitaplarının arasında geçiyor. Haliyle toplumdan kendilerini soyutlanmış gibi hissetmeleri ve buhranlar içerisinde büyümeleri çok görülmemeli.
Günümüz gençliği edebiyatla cep telefonlarında birbirlerine gönderdikleri şiire benzeyen ama şiirle alakası olmayan mesajlar aracılığıyla tanışıyor. Elbette herkesin edebiyata ilgi duymasını, şiir yazmasını, iyi birer hatip olmasını bekleyemeyiz, bununla birlikte sağlıklı nesiller yetiştirmede edebiyatın ne denli önemli olduğunu da yadsıyamayız. Yaşadığı toplumun dertleriyle dertlenen, yine yaşadığı toplum için hiçbir fedakârlıktan kaçınmayan; davasını bilen ve davası için gözünü budaktan sakınmayan şuurlu bireyler yetiştirmede hiç şüphesiz edebiyata çok büyük işler düşmektedir.
Mehmet Akif yıllarca Asım’ın nesli deyip durdu. Namusunu çiğnetmeyecek bir neslin hayalini kurmakla geçti ömrü. Dönemin büyüklerinden pek fazla hayır görmemiş olmalı ki gençlerin yetişmesine daha çok önem verdi, şiirlerinin birçoğunda da gençlere hitap etti. Öldüğü zaman da zaten cenazesi bir grup üniversiteli genç tarafından kaldırıldı. Galiba küçük de olsa bir grup tarafından anlaşılmıştı. En büyük hedefi, yıllarca hayalini kurduğu bir nesil yetiştirmekti, ona da Asım’ın nesli ismini vermişti. Asım’ın nesli, Sahabe Efendilerimizden Asım bin Sabit’ten alır ismini. O, İslam ile şereflendikten sonra hiçbir müşrike dokunmayacağına ant içmişti ve bu sözünden ölene kadar da dönmedi. Müşrikler tarafından şehit edilince Allah (c.c.) bedenine yine onların dokunmasına engel olmuştu. Önce arılar, sonra da bir sel onun bedenini korumuştu. Bu yüzden ’namusunu çiğnetmeyecek’ ibaresini kullandı Mehmet Akif. İşte böyle bir nesle, böyle bir gençliğe her zaman olduğundan daha fazla muhtaç durumdayız.
Necip Fazıl da büyüklerden ziyade gençlerin yetişmesine önem verdi ve bu uğurda kalemini kâğıda indirdi. Onda Asım’ın nesli, Mehmet ile karşılığını buldu, oğlu Mehmet üzerinden vermek istediklerini aktardı gençlere. Büyük Doğu ülküsüyle şu şekilde seslendi gençlere:
’Ey genç adam yolumu adım adım bilirsin,
Erken gel beni evde bulamayabilirsin.’
Bu toplumun yeni ustalara ihtiyacı var, omuzlarında koca koca yükler taşıyacak yeni üstatlara, yeni ustalara özlemi var.
Kâğıt, yıllardır kendine dokunacak genç bir el arıyor, kalem ise yıllardır mürekkebini tüketecek dinamik ve şuurlu ustalarının hayalini kuruyor. Peki ya gençler, onlar ise hâlâ ne suya ne de sabuna dokunuyor.
KAYNAKLAR
KISAKÜREK Necip Fazıl, Çile, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul, 2008
MERİÇ Cemil, Jurnal1, İletişim Yayınları, İstanbul, 2012
Kalemin Yitik Ustaları
Özlenen Rehber Dergisi 120. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.