İslam, tüm inanlığa gönderilmiş bir dindir. İslam’ın muhatabı insandır. Cenâb-ı Hak insanı değerli bir varlık olarak yaratmış, insanoğlunu da yaşadığı müddetçe bu değeri korumakla görevlendirmiştir. Bu amaçla peygamberler göndermiş, insanı kendi halifesi (Allah’ın emirlerini yerine getirme yetkisi, emr-i bil maruf nehy-i ani’l münker görevi) olarak tayin etmiştir. İslam, her bir Müslüman’ı iyiliği emredip; kötülüğü engellemekle vazifelendirmiş (Âl-i İmran, 3/104), insanların doğruyu bulması ve yanlışlıktan yüz çevirmesi için çalışmayı (cihad) farz kılmıştır. Bu nedenle bir insanı yok etmeyi bir alemi yok etmeye; bir insanı kurtarmayı da alemi kurtarmaya benzetmiştir. (Bkz. Maide, 5/32) İnsanları küfre ve harama sevk etmek onları öldürmek; küfürden ve haramdan uzaklaştırmak da yaşatmaktır.
Allah’ın halifesi olan insanların oluşturduğu en önemli birlik toplumdur. İnsan toplumsal bir varlık olarak yaratılmıştır. Toplumların ön önemli nüvesi ise gençlerdir. Milletlerin bugünleri ve yarınları gençlerin elindedir. Gençlik bir milletin hazinesi ve aynı zamanda da aynasıdır. Böyle önemli bir konumda bulunan yarının gençleri olan çocuklarımızı ve bugünün gençlerini bekleyen tehlikelerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: Para hırsı, şöhret, fuhuş, terör, uyuşturucu, ahlaksız insanlar tarafından sergilenen ve onların edebe aykırı görüntüleri ile sunulan müzik ve bu kişilere karşı duyulan sevgi, futbol ve futbolcu sevgisi ile futbola harcanan zaman, içki, kumar, kahvehane oyunları, moda (farklı kültürlere özenti, taklit), ırkçılık, dini görünümlü batıl fikri akımlar ile bu çirkinlikleri tetikleyen, neşreden, ahlaktan yoksun televizyon, internet ve gazeteler.
Çocukları ve gençleri bu tehlikelerden korumak için alınması gereken tedbirler; çocuğun anne karnında iken başlayıp da (daha önceye, baba ve annenin yetişme tarzına, eş seçerken aradıkları kriterlere kadar çocuk eğitimi indirgenebilir) doğum ve ilk çocukluk döneminde devam etmesi gereken uzun bir süreçten bahsedilebilir. Her dönemde alınması gereken tedbirler ayrı ayrı ele alınmalı ve irdelenmelidir. Toplumsal bir varlık olan insan çocukluktan gençliğe doğru ilerlerken sokakla, çarşı-pazarla yüzleşip haramlarla göz göze geliyor. Fiziksel gelişimle beraber duygusal ve toplumsal bir ilerleme gençlerin haramlara meyledip günahlara bulaşmasına ve yukarıda sıraladığımız kötülüklere duçar olmasına sebep olabiliyor. Ve böylece çok verimli ve önemli bir çağda bu günahlar, çirkinlikler gençlerin ruh dünyasını karartıp onları karanlığa, karamsarlığa, ruhi bunalımlara, Allah ve peygamberden uzak sistemlerin kucağına, nefsin ve şeytanın istemiş olduğu ortamlara sürükleyerek insanın en verimli çağının heba olup yok olmasına sebep olabiliyor. Bu tehlikelerden çocukları ve gençleri korumak için alınabilecek en önemli tedbir; kalp ve ruh, daha günahlarla karşılaşmamışken, yani saf ve temiz iken o kalpleri sahipsiz, başıboş bırakmamak Allah ve Peygamber (s.a.v.) sevgisi ile doldurmak, Allah’ın ve onun Rasûlü’nün (s.a.v.) sevgisine götürecek olan insanların bulunduğu meclislere yönlendirmek, Allah’ın isminin zikredildiği, Efendimiz (s.a.v.)’in anıldığı ortamlara alıştırmak, bu ortamları sevdirmek gerekmektedir.
Bizler evde çocuğumuza verdiğimiz dini eğitimin yeterli olacağını düşünmemeliyiz. Çocuk gençliğe adım atıp topluma karıştığı zaman; oturup kalktığı, sohbet ettiği ideal olarak benimsediği insanların ve gurupların olmasını arzulayacaktır. İşte bizler çocuklarımıza salih insanları ve bunların bulunduğu ortamları sevdirir; çocukken onlarla kol kola girip beraberce böyle ortamlara gider ve bunu yaparken de çocuklarımızla arkadaş gibi, iyi diyaloglar kurarak, müsamahalı bir şekilde davranırsak çocuk büyüklerinden alıştığı o sevgi ortamına gençliğinde de sımsıkı sarılıp toplumsal ihtiyacını bu şekilde karşılamış olacak, ruhunu doyuracak farklı şeylere meyledip farklı arayışlarda da bulunmayacaktır. Unutmamalıyız ki; gönül boşluğu kaldırmaz, yani boş olmaz muhakkak orası bir şeylerle dolacaktır. Onun için çocukken o gönüllere Kur’an, Hz. Peygamber (s.a.v.), Sahabe-i Kiram, Ehl-i Beyt, cami, sohbet ve zikir meclislerinin sevgisi yerleştirilmeli ideal olarak da; genç yaşında put deviren Hz. İbrahim (a.s.), teslimiyetin sembolü Hz. İsmail (a.s.), genç yaşında, minicik çocuğuyla Allah emrettiği için çölde, çadırda aç ve susuz kalmayı tercih eden Hz. Hacer annemiz, iffet abidesi Hz. Meryem (r.anha), imanlı gençler Ashab-ı Kehf, zindanı fuhşa tercih eden Hz. Yusuf (a.s.) gösterilmeli, Peygamber (s.a.v.)’in gençlere verdiği önem anlatılmalıdır. Çocuk yaşta Müslüman olup genç yaşında Efendimiz (s.a.v.)’in yatağına girerek ölümü göze alan Hz. Ali (r.a.), yine çocuk bir köle iken Hz. Peygamber (s.a.v.)’in evine gelip gençliğinde ona iman eden, kölelerin özgür kalmak için can attığı bir devirde Efendimiz (s.a.v.)’in yanında kalmayı ailesine tercih eden Hz. Zeyd (r.a.), annesi tarafından Peygamberimize (s.a.v.) çocuk yaşta hizmet için verilen Hz. Enes (r.a.), 25 yaşında iken Medine’ye öğretmen olarak gönderilen Mus’ab bir Umeyr, 17 yaşında iken evini İslam’a hizmet için açan Erkam b. Ebi’l-Erkam, 26 yaşında iken Yemen’e vali olarak gönderilen Muaz b. Cebel, 18 yaşında iken Suriye’ye yapılan seferde ordu komutanı olarak gönderilen Usame b. Zeyd, Mü’minlerin annesi Hz. Âişe (r.anha), Hz. Fatıma (r.anha), Hz. Esma (r.anha) ve daha nice nice genç yaşında iman edip şahadet şerbetini içmiş sahabe efendilerimizin hayatı da örnek olarak sunulmalıdır.
Yüce Allah hiçbir insanı boşuna yaratmamıştır. Yaratılan her insan hem kendinden hem de çevresinden ve yaşadığı dünyadan sorumlu tutulmuştur. Bizler hem yaptıklarımızdan hem de yapabilme imkânı varken yapmadıklarımızdan sorguya çekileceğiz. Toplumların geleceği olan çocuklarımızı ve gençlerimizi Allah ve Rasûlü’nün yoluna alıştırmak, o gençlerle ilgilenmek, onların dertleriyle dertlenmek bizim en önemli vazifemiz ve cihadımızdır. Batıl davası için kendisini canlı bomba yapıp patlatan, dünya ve âhiretini harap eden bir genç, fuhuş bataklığında inleyen, kumar masasından kalkmayan, terör örgütlerinin elinde oyuncak olmuş, kalbi ve gönlü çalınmış, küfür davası güden her bir genç belki de dün, bizim ihmal ettiğimiz, ilgilenmediğimiz, elinden tutup da Allah ve Rasûlü’nü anlatmadığımız insanlardan birisi idi. Eğer biz o insanın elinden tutup, gönlüne Rahmanî sevgiyi koyabilecek yollara sevk etseydik belki de bu insan bugün bu halde olmayacaktı. İşte böyle önemli bir vazife ile görevlendirilmiş Mü’minler rahatlarından vazgeçip cihatlarını hakkıyla yapmak zorundadırlar.
Şunu da unutmamalıyız ki; beline bomba bağlayıp patlatan, bunalımlara girip intihar eden, fuhuş ve silah çetelerinin eline düşen, gözlerini haramdan açamayan bu gençler bizim çocuklarımız, kardeşlerimiz veya herhangi bir yakınımız olabilir. Böyle bir yakınımızı birisinin bu bataklıktan çıkarması bizi ne kadar mutlu ederse, çocukları bu bataklığa düşmüş aileler de lisan-ı hal ile kendilerine ulaştırılacak bu mutluluğu Mü’minlerden beklemektedir. Muhammed İkbal "dünyanın gidişatından Müslüman sorumludur" demekle aslında buna vurgu yapmaktadır.
Genç yaşında nefsine muhalefet edip, heva ve hevesine karşı koyup, günahlardan sakınmak, Allah’a kul Habib’ine (s.a.v.) ümmet olmak en büyük fazilettir.
’Muhakkak ki Allah, (nefsinin) hevasına meyli olmayan genci beğenir (razı olur, yüceltir).’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.28, s.600, h.no:17370) hadisindeki gençlerden olmayı, ihtiyarlık gelmeden gençliğin kıymetini bilmeyi, "O gün, bütün nimetlerden mutlaka sorguya çekileceksiniz" (Tekâsur, 102/8) ayetinde belirtilen gün gelmeden uyanmayı Cenâb-ı Hak cümlemize nasip eylesin.
Bir Nesilki...
Özlenen Rehber Dergisi 120. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.