Özlenen Rehber Dergisi

128.Sayı

Hicret ve Taktik

Embiya KIMIŞOĞLU Özlenen Rehber Dergisi 128. Sayı
Hicretin kelime anlamı, bir yerden başka bir yere göç etmek, ayrılmak terk etmek demektir. Cenâb-ı Hak tarafından en güzel örnek olarak gönderilen Efendimiz (s.a.v.)’in Mekke’den Medine’ye hicreti insanlık tarihinin en önemli olaylarından biridir. Ümmete örnek teşkil eden, taktik ve stratejiler ile dolu bu hicret olayının temeli Akabe Biatlarında atılmıştır. Efendimiz (s.a.v.) Medine’den gelen Müslümanlarla gizlice, gecenin karanlığında görüşmüş; onlar, çocuklarını ve hanımlarını korudukları gibi Rasûlullah Efendimizi ve diğer Mekke’li Müslümanları koruyacaklarına dair söz vermişlerdir.
Mekke’den Medine’ye gerçekleştirilen bu hicret, sıradan bir yolculuk değil, kıyamete kadar gelecek olan tüm nesillere ışık tutacak, yön belirleyecek stratejik öneme haiz bir olaydır.
Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), büyük göçün artık kaçınılmaz olduğunu anladığı zaman, Müslümanlara Medine’yi işaret edip, kendileri de bu konudaki vahyi beklemeye başlamışlardı. Kur’an-ı Kerim ışığında hicret olayına baktığımızda, Cenâb-ı Allah’ın bu derece önem verip, övdüğü olay elbette ki, İslam için çok önemli hamleler başlangıcı olacaktı. Kur’an-ı Kerim’de hicret ve hicret edenler hakkındaki bazı ayetlerin mealleri şöyledir: ’Zulme uğradıktan sonra, Allah yolunda hicret edenleri elbette dünyada güzel yerlerde barındıracağız. Ahiret mükâfatı ise her halde daha büyüktür.’ (Nahl, 16/41) ’Allah yolunda hicret edip de sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar, Allah onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır.’ (Hacc, 22/58) ’Hakikaten iman edenler, bir de Allah yolunda hicret edip de savaşanlar, işte onlar Allah’ın rahmetini umarlar.’ (Bakara, 2/218) ’İman edip, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerin Allah yanındaki dereceleri pek büyüktür. Kurtuluşa erenler de onlardır.’ (Tevbe, 9/20) Diğer bazı âyetlerde de, hicret edenlerle onlara kucak açanlar birlikte övülmüşlerdir.
Medine’ye hicret izni verilince ilk olarak sahabeden Ebu Seleme bin Abdullah Esed hicret etmiş, onu diğerleri takip etmiştir. Bu esnada ihtiyatlı ve tedbirli davranılmış, tek tek veya küçük gruplar halinde Mekke terk edilmiştir.
Müslümanlar aleni olarak değil de, gizlice şehri terk ettiler. İş bununla da kalmadı, dinlerini kurtarmak için tüm varlıklarını Mekke’de bırakıp, en kıymetli eşyalarından ve sermayelerinden ayrıldılar. Ama buna karşılık, kendilerine yardımda bulunmak ve kucak açmak için Medine’de bekleyen yeni kardeşler kazandılar. (Fıkhu’s Siyre, Ramazan el-Buti) Bu öyle bir kardeşlikti ki; Cenâb-ı Hakk’ın ve Rasûlü’nün takdirini celb etmiş dillere destan bir kardeşlikti. Bugün hicreti bu kardeşlik bağlamında anlamaya çalıştığımızda Müslümanların içerisinde bulunmuş olduğu bölük pörçük durum hicreti sadece bir hikâye gibi anlayıp; ne onun verdiği kardeşlik mesajından ne de İslam idare ve siyaset taktiklerinden ders almadığımızı açıkça ortaya koymaktadır. Bir tarafta dünyanın en önemli kaynaklarını elinde bulundurup lüks içerisinde yaşayan Müslümanlar; diğer tarafta bölünmüş, fakirlik içerisinde kıvranan, birbirini öldüren, İslami bir siyaset geliştirememiş, ekonomik bağımsızlığını sağlayamamış ve kaynakları emperyalistler tarafından sömürülen bir İslam dünyası. Hicreti doğru anladığımızda İslam kardeşliği, dolayısıyla İslam birliği tesis edilir, İslam ülkeleri emperyalistlerin oyuncağı olmaktan kurtulur, ekonomik bağımsızlıklarını elde eder ve dünya siyaset sahnesinde yeniden ağırlığını ortaya koyar.
Hicret İslam kardeşliğinin, İslam birliğinin, İslam siyaset ve stratejisinin temelini oluşturmaktadır. Hicret özgürlük ve bağımsızlık demektir. Hicret; zulme, zalime, adaletsizliğe, insanları sınıflara ayıran otoriteye, ırkçılığa ve sömürüye başkaldırı demektir. Hicret, bu kötülükleri ortadan kaldırmak için daha stratejik bir yere mevzi almak demektir. Hicret; zulmü ortadan kaldırmak, güçlenerek yeniden dönmek için daha uygun bir limana sığınmak demektir.
Hz. Peygamber (s.a.v.) hicret edeceğini son ana kadar gizli tutmuş, evinden çıkmadan önce yine bir strateji gereği Hz. Ali (r.a.) O’nun (s.a.v.) yatağına yatmış, böylece evinin çevresinde bekleyen müşrikleri yanıltmış, Hz. Ebubekir (r.aç) ile birlikte gizlice Medine yolunun zıddında bulunan Sevr Mağarasında gizlenmiştir. Hz. Ömer (r.a.) açıktan hicret etmiş. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) üç gün bu mağarada beklerken, Hz. Ebubekir’in oğlu Abdullah Mekke’de olup biten haberleri babasına ve Rasûlullah’a ulaştırmış, Hz. Ebubekir (r.a.)’in kızı Hz. Esma da bu yolculuk esnasında gerekli yiyecekleri hazırlayarak yardımcı olmuş, Cenâb-ı Hakk’ın yolunda nasıl gayret gösterilmesinin örnekliğini bütün ümmete göstermişlerdir. Hz. Ebubekir’in hizmetlisi Amir bin Füheyre’de koyunları mağaranın önüne getirip; hem Abdullah’ın izlerini silmiş hem de mağaradaki kutlu misafirlere koyunların sütünden ikram etmiştir. Müşriklerden olan ve çölü iyi tanıyan Abdullah bin Uraykıt’ın klavuzluğunda mağaradan çıkarak, müşriklere yakalanmamak için, ilk gün hiç durmadan yürümüşler, düşmanı şaşırtmak için de daha uzun olmasına rağmen farklı bir yoldan Medine’ye ulaşmışlardır.
Efendimiz (s.a.v.) bir beşerdi ve beşere örnek olarak gönderilmişti. İnsan olmasının ve örnek olmasının gereği olarak da taktik geliştirdi. Gerektiği yerde gizlendi, gerektiği yerde sessiz konuştu. Normal bir insanın başından geçecek bir şekilde Cenâb-ı Hak olayları tezahür ettirdi. İnsanlara yol gösterici olarak gönderilen Peygamber (s.a.v.), oluşan manzara karşısında gücünün son noktasına kadar taktikler ve stratejiler geliştirdi. O (s.a.v.) isteseydi Hz. Ömer gibi açıktan hicret edebilirdi. Dünyada hiçbir insan ondan daha cesur, daha takva sahibi değildi. Hz. Ömer bireysel tercihini kullanarak açıktan göç etti. Hz. Peygamber (s.a.v.) kıyamete kadar gelecek olan ümmete örnek teşkil eden Allah’ın elçisi idi. O (s.a.v.), açıktan hicret edecek olsaydı ona tabi olan ümmetininde böyle yapması gerekirdi. Bu da Müslümanlara büyük sıkıntılar doğurur, birçok insan mağdur olabilirdi. Müslümanlar dikkatli ve tedbirli olmayı elden bırakır olaylar karşısında herhangi bir strateji geliştiremezdi.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), kanun koyucudur. Yani dinle alakalı işlerin tümü bizim için kanun olarak kabul edilir. Bundan dolayı ’Teşri’ kaynaklarının ikincisi olan Rasul’ün Sünneti; O’nun sözlerinin, davranışlarının, hususiyet ve takririnin tümüdür. Hz. Ömer’in yaptığının aynısını, Hz. Peygamber (s.a.v.) yapmış olsaydı, halk bunun farz olduğunu zannedecekti. Ve yine tedbir ve sakınmaya başvurmanın, korku anında gizlenmenin caiz olmadığını zannedecekti. Hâlbuki bu dünyada her ne kadar, sebeplerin Allah’ın yaratması ve iradesi ile meydana geldiği şüphe götürmez bir gerçek ise de; yine de Allah şeriatını sebeplerin ve müsebbebatın gereği üzere kurmuştur. İşte bunun için Rasûlullah (s.a.v.) bu gibi işte, beşer aklının gösterdiği maddi sebepleri ve yolları kullandı. Hatta Rasûlullah (s.a.v.), bu yollardan hepsini kullandı, hiçbirini terk etmedi. Bunun için Hz. Ali’yi kendi yatağında yatması ve onun elbisesini giymesi için geri bıraktı. Ayrıca düşmanların tahmin bile edemedikleri dağ yollarında kendisine kılavuzluk etmesi için iyice güvendikten sonra, müşriklerden birinin yardımına başvurdu. Akla gelebilen maddi tedbirleri hazırlayıncaya kadar mağarada gizlenip üç gün bekledi. Bütün bunları, şunu açıklamak için yaptı: Allah’a güvenmek, ilâhî hikmetin murad ettiği şeye, maddi vasıtaları sebep olarak kullanmaya aykırı değildir. Rasûlullah (s.a.v.)’ın aldığı bu tedbirlerin hepsi yapması gereken teşrii bir görevdi. Bütün bu tedbirleri uygulama sona erince, her işte itimadın yalnızca Allah’a olması gerektiğini Müslümanlara öğretmek için, kalbini Allah’a bağlayıp O’nun Tevfik ve himayesine dayandı. (Fıkhu’s Siyre, Ramazan el-Buti)
Hicret olayına genel bir açıyla baktığımızda; sıkıntıya önce kendisi talip olan, hayatı pahasına da olsa önce halkının refahını düşünen inanmış, fedakâr bir lider. O (s.a.v.) lidere, itaat eden, sözünde ve kardeşliğinde sadık, sır saklayan, tedbirli davranan, birbirlerine canlarını verecek derecede kardeş olmuş, uyanık bir halk. Sonunda Allah’ın rahmeti ve zaferi. Cenâb-ı Hak bu rahmet ve zaferden bütün Müslümanları nasiplendirsin.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.