Ehl-i sünnet dini literatürde, dini anlama ve yaşamada Hz. Peygamber (s.a.v.)’in ve sahabenin yolunu izleyen, onları örnek kabul eden, Allah’ın kitabını ve Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünnetini rehber edinen ümmet çoğunluğu anlamında kullanılan bir terim olmuştur. Bu grup sünnete bağlı olduğu ve cemaat ruhundan ayrılmadığı için ’Ehl-i sünnet ve’l-cemaat’ adıyla da anılmış, ’ehl-i hak’ terimi de çoğunlukla ehl-i sünnet anlamında kullanılmıştır. Ehl-i sünnete, hadiste geçen ’kurtuluşa erenler’ ifadesinden hareketle ’fırka-i naciye’ (kurtuluşa eren grup) adı da verilmiştir.
Ehl-i sünnet, akaidin temel konularında fikir birliği içerisinde olmuş, bu konuların detaylarında, izah ve yorumlarında farklı görüşler ortaya koymuşlardır. Bu nedenle kendi aralarında, Selefiyye, Maturudiyye ve Eş’ariyye olmak üzere üçe ayrılmışlardır. Selefiyye’ye ’Ehl-i sünnet-i hassa’ Maturudiyye ve Eş’ariyye’ye ’Ehl-i sünnet-i amme’ denilmiştir.
Akaid sahasında Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabının sünnetini terk ederek, onların izledikleri yoldan ayrılan, kelime anlamı ’dinle ilgili yeni görüş ve davranışları benimseyenler’ anlamına gelen, ehl-i sünnete muhalefet eden mezhep ve gruplar içinse Ehl-i bid’at tabiri kullanılmıştır.
Ehl-i bid’atın dayanakları, Rasûlullah (as)’ın getirdiği dini hükümleri kendi yanlış görüş ve arzularına göre anlamak ve yorumlamak esasına dayanır. Bu sebeple bid’at ehli için ehl-i heva, mübtedia ve fırak-ı dalle tabirleri de kullanılmıştır.
Selef ’önceki nesil’, selefiyye ’de ’bu nesle mensup olanlar’ anlamına gelmektedir. Ehl-i sünnetin temel prensipleri, ilk önce, tabii olarak selef döneminde belirlenmiştir. Dolayısıyla selef bu anlamda ehl-i sünnetin ilk temsilcisidir. Selef denince, sahabe, tabiun ve fıkhi mezheplerin oluşmaya başladıkları fukaha dönemi ile Ashabu’l-Hadis/hadisçiler dönemi akla gelir. Şu halde ehl-i sünneti oluşturan ilk zümre seleftir. Ehl-i sünnetin esasları Kitap ve Sünnet’ten kaynaklanır. Her zaman Kitap ve Sünnet’le uyum halinde olan selim akla dayanır.
Yukarıda tanımlanan ve ehl-i sünneti hassa olarak bilinen Selefiler Hz. Peygamber (s.a.v.) ve onun sahabelerinin inançta takip ettikleri yolu doğrudan doğruya izleyen gruptur. Tabiun, mezhep imamları ve hadisçiler hep selefîdir. Çünkü o dönem, Efendimiz’e (s.a.v.) yakın bir dönemdir ve o dönemde de yaşamış olan bu insanlar da Allah Rasulü’nün (s.a.v.) öğrettiklerini katıksız bir şekilde öğrenmiş, yakın zamanda yaşamış olmanın avantajıyla özellikle itikadi meselelerin tevil ve yorumuna da gitmemişlerdir. Daha sonraki dönemlerde mezheplerin ortaya çıkmasına sebep olan meseleler bir bir ortaya çıkıp (Müslümanların farklı kültürdeki milletlerle temasa geçmesi, felsefi eserlerin tercüme edilip yayılması, değişik düşüncelerin oluşması vs.) İslam düşmanlarının da İslam itikadını bozmaya yönelik saldırılarının artması, Müslümanlar içerisinde siyasi istek ve ihtaraslarını gerçekleştirmek isteyenlerin mezhep kisvesi altında toplumu yönlendirmeleri ile dinin o, ilk halinden bozulma endişesine binaen, eski selef anlayışa bağlanmayı, saf ve temiz olan itikadı korumayı amaçlayan ve bu konuda da büyük hizmetlerde bulunan Eş’ariyye ve Maturudiyye ortaya çıkmış Müslüman coğrafya da selefi anlayışı yeniden diriltmiş ve bu anlayışın bayraktarlığını yapmışlardır.
Bu ilk dönem (mütekaddimun) selefi anlayış ile Eş’arilik ve Maturidilik arasında birtakım tali meselelerde farkın bulunması çok doğal ve insani bir olgudur. Kaldı ki; Eş’arilik ve Maturudilik arasında da birtakım farklar bulunmaktadır. Bu farklılıklar ümmet için rahmet olmuş, insanların fikir dünyalarına katkıda bulunmuş, İslam’ın fikir hürriyetine verdiği kıymeti ortaya koymuştur. Dindeki bu görüş ayrılıklarının içerisine siyaset, kişisel çıkarlar, cehalet, gaflet, bilgisiz taklitçilik ve taassup karışmadıktan sonra bu ayrılıklar her zaman rahmet ve bereket vesilesi olmuştur. Ehl-i sünnet ve’l-cemaat dediğimiz anlayışta hiçbir zaman Allah’a ve Onun Rasûl’üne (s.a.v.) inanıp kıbleye yönelenler küfür ile itham edilmemiş, şefaatin, peygamber mucizelerinin ve evliya kerametlerinin hak olduğuna inanılmış, kaderin hak olduğu ve insanın da cüz’i irade sahibi olduğu kabul edilmiştir.
Ehl-i sünnet olmak düşüncede ve tavırda itidaldir. Haram ve helal konusunda olduğu kadar, düşünce ve davranışlardaki ifrat ve tefrit konusunda sınırları kollamak ve haddi aşmamaktır. Kişiler hakkında, olumlu ya da olumsuz verdiğimiz kararlarda haksızlık ve bu kararların neticesi olan davranışlarda taşkınlık etmemektir. Ehl-i sünnet olmak demek, İslam’ı ve İslam dostlarını sevmek; başta yüce Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere bütün peygamberleri, onların ilahi davalarını ve şerefli mücadelelerini, onların değerli arkadaş ve yoldaşlarını sevmek, ama öylesine sevmek değil, malımızdan ve canımızdan daha çok sevmek demektir. Ehl-i sünnet olmak cinayete cinayetle karşılık vermemektir. Tahripçi değil tamirci olmak demektir, imhacı değil, ihyacı olmak demektir. Öldürmeye değil, diriltmeye azmetmektir. Ehl-i sünnet olmanın bedeli, yüce Kur’an’ı bize taşıyanlara, Allah Rasûlü (s.a.v.)’nün sünnetini hayat ve hafızalarıyla yaşatanlara, dini sayısız fiili ve kavli eseriyle topyekun ihya edenlere saygı ve ihtiyaç duymak, minnettar olmaktır.
Ehl-i sünnet olmanın önyüzünde sevgi, hoşgörü, anlayış, merhamet, güzel muamele, iyiliklerde yarış, kötülükler üzerine iyilikle yürüme, her işi usulüne uygun ve münasebetine denk getirerek yapma, yapıcı olma, ölçülü davranma, daima iyilik ve ihsanı önde tutma vardır. Tek kelimeyle ehl-i sünnet her şeyde ve herhalde itidali elde bulundurmaktır; İslam adına giriştiği hiçbir işte, adaletsizliğe, haksızlığa, kötülüğe meydan vermemektir.
İslam, kardeşlik, birlik, beraberlik, dayanışma ve yardımlaşma dinidir. Tefrika/ayrılık ve anlaşmazlık, zulüm, din yüzünden baskı; yani fitne, kardeş kavgası İslam’ın şiddetle yasakladığı, lanetlediği, mahkum ettiği davranışlardır.
İslam büyükleri arasında taassuba asla rastlanmaz. Onlar Müslümanları içtihat ve ittibaa, yani delilini bilerek bir görüşe uymaya teşvik etmişler, birbirini takdir eylemiş, yekdiğerinden istifadeyle, bir ilim ailesi halinde yaşamışlardır.
Yukarıda izah etmeye çalıştığımız Ehl-i sünnet olan hatta Ehl-i sünneti hassa olarak bilinen Selefilik ile; aynı adı taşıyan, Müteahhirun Selefilik veya Çağdaş Selefilik olarakta bilinen Selefilik arasında ne tür bir bağlantı bulunmaktadır. Şuan ki Selefilik önceki Selefiliğin bir devamı mıdır?
İslam düşüncesine karışan yabancı unsurları dinden temizleyerek ilk İslam toplumunun (Mütekaddimun Selefiyye) safiyetine, ihlasına dönmeyi iddia ederek İbni Teymiyye tarafından sistemleştirilip Muhammed b. Abdulvehhab tarafından modernize edilen ve bugün Arabistan Devletinin resmi mezhebi olan bu düşünce acaba iddia edildiği gibi Mütekaddimun Selefilik ile aynı gayeyi mi gütmüştür? Aralarındaki ilişki sadece isim benzerliğine mi dayanmaktadır yoksa birileri tarafından bilinçli bir şekilde bu isim kullanılarak altında farklı amaçlar mı güdülmektedir?
Hemen hemen her kitabında ’Tevhid’ e vurgu yapan İbn-i Teymiyye insanların görüş ve reylerine göre hareket etmeyi şirk kabul etmiştir. Görüşlerini savunurken cihada çıkmış bir savaşçı gibi de davranmaktadır. Onu okurken silahlar çatırdıyor, kılıçlar çarpışıyor gibidir. O, eleştirilerinde meseleleri sokak kavgasına dönüştürmüştür.
Vehhabiliğin de kurucusu olan Muhammed b. Abdilvehhab Kur’an ve Hadisin tevilden uzak zahiri hükümlerinin kesin delil olarak alınabileceğini, hiçbir mezhebe bağlanmadan her şeyin bunların zahirinden çıkarılacağını, başkalarını taklit ederek hüküm vermenin şirk gibi olduğunu belirtmiştir.
Birçok şeyi bid’at ve küfür bağlamında değerlendirip İslam ümmetinin parçalanmasına sebep olan Muhammed b. Abdilvehhab, İbni Teymiyye’nin görüşlerini modernize edip İbni Teymiyye Selefiliğini Vehhabiliğe dönüştürmüştür. Bu tarihten sonra Vehhabilik, İbni Teymiyye’den daha katı bir şekilde yer edinmiş, sadece Müslümanları tekfir ve aşağılamayla uğraşmış her şeye bid’at mantığıyla yaklaşarak zaman kaybettirmiştir.
Vehhabilerin bid’at deyip kaşı çıktıkları, ilerleme eserleridir. Başka bir ifade ile Vehhabiliğin bugüne mirası, asla ’yenilenme’ değil, aksine ’çöl dindarlığı’ ve ’İslami Nihilizm’dir. Vahşi bir ’kum uygarlığı’ ve ’protoMüslüman’ kültüründe yükseldiği için Vehhabilik, bir içe kapanmayı temsil etmektedir. O, bünyesindeki sertlik ve katılıktan dolayı harici unsurlar taşıyan reaksiyonel bir faaliyettir. Bid’atlerle mücadele, onların cihat anlayışını sanki Müslümanlarla yapılması gerekli bir savaş haline sokmuştur. Bu anlayış Vehhabileri katı ve zorba tedbirlere sevk etmiş, Müslümanları, son asırda, harici zihniyetinin tipik tezahürleri ile bunaltmıştır. Vehhabiliğin ’dinin yenilenmesi çağrısı’ siyasal duruşun bir sonucudur. Bu siyasal duruş Arap milliyetçiliğinin oluşumuna, Osmanlı’nın parçalanmasına ve hilafetin etkisizleştirilmesine; dağılan o topraklarda batılıların sömürge kurup, misyonerlik faaliyetleri yapmasına sebebiyet vermiş; günümüzde de bu duruş Müslüman kardeşliği üzerine değil de Amerika Birleşik Devletlerinin çıkarları doğrultusunda varlığına devam etmektedir.
Suudi devletinin kurucu faktörü olan Vehhabilik, Suudi ailesi ile yakın bir ilişki içerisinde olmuş, bu aileyi kutsamış, Suudi Devletinin desteği ile de fikirlerini tüm İslam topraklarına yaymaya çalışmıştır.
Tevhid adı altında ortaya çıkıp da Müslümanları tekfir eden böyle bir anlayışa Ehl-i sünneti hassa demek acaba ne kadar doğru? Bunlar Ehl-i sünneti hassa ise diğer Müslümanlar ne? Kendilerini ilk ve gerçek selefilere nispet eden bu kişiler gerçekten onlar gibi mi? Yukarıda izah etmeye çalıştığımız gibi bugünkü Selefiler ile mütekaddimun Selefiler arasında ne fikren ne de İslami şuur açısından bir benzerlik bulunmamaktadır. Bu gün bu anlayış İslam’ı, terör gibi göstermeye çalışan, İslam birliğinin kurulmasına engel olan Siyonistleri memnun etmektedir. Bir tarafta Amerika’nın dostu Suud yönetimi, diğer tarafta güya Amerikan karşıtlığı ile bilinen ve Suud desteğiyle faaliyet gösteren terör örgütleri. Bu örgütler Amerikancı Suud yönetimine bırakın karşı gelmeyi, eleştiride bile bulunamamışlardır. Bu da göstermektedir ki; Vehhabi anlayış, Selefilik adı altında dini bir kisveye bürünmüş, asıl amacı sadece Suud yönetimini memnun etmek olan ve asla Ehl-i sünneti hassa olarak adlandırılamayacak ve İslami camiayı temsil edemeyecek bir oluşumdur.
Bazı akademisyenlerin ilk dönem Selefilik ile sonraki Selefiliği aynı keseye koymaları ne kadar yanlış ise Müteahhirun Selefiliğe (Vehhabilik) Ehl-i sünneti hassa demekte o kadar yanlıştır.
Bizim bu yazımızdaki maksadımız Selefiliğin veya Vehhabiliğin itikadi görüşlerini tartışmaktan çok; Vehhabiliğin şu an dünya konjektöründe İslam adına oynamış olduğu rol ve Müslümanlar arasında ortaya çıkardığı fitne ve taşkınlık hareketleridir. Yanı başında Müslümanlar katledilirken, Müslüman coğrafya küfür cephesi tarafından kuşatılmışken, sufi Müslümanları düşman olarak görmek, kabir ziyaretinde bulundu, duasında peygamberi vesile etti diye Müslümanları küfürle itham etmek ne kadar da basit ve basiretsiz bir anlayıştır.
Selefe aidiyet topyekün ümmeti kucaklamayı, zühdü, takvayı kitaplardan alıp hayata taşımayı emreder. Bu anlamda bütün selef sufi, bütün sufiler de selefidir. Selefi nisbesi adı altında sufilerle savaşmaksa gerçekte selefle savaşmaktır. Müslümanlar, hezimetin baş sebebi olan çağdaş selefilikle, selef arasındaki farkı gördüklerinde hem birbirlerini telef etme zilletinden kurtulmuş olacaklar hem de işgalci güçlere ağır darbeler indireceklerdir.
Ehl-i Sünnet-i Hassa
Özlenen Rehber Dergisi 129. Sayı
1 kişi yorum yazdı.