Özlenen Rehber Dergisi

129.Sayı

Mevlânâ'yı Doğru Anlamak...

İsmail TORAMAN Özlenen Rehber Dergisi 129. Sayı
Men bende-i Kur’an’em eger can darem
Men hâk-i reh-i Muhammed Muhtarem
Eger nakl kuned cüz in kes ez güftarem
Bizarem ez u vez an suhen bizarem
’Ben yaşadıkça Kur’ân’ın kulu, kölesiyim
Ben, o temiz, pâk Muhammed’in yolunun toprağıyım
Bir kimse, benim bu sözümden başka bir şey naklederse
Onu söyleyenden de, o sözden de bîzârım.’
604 (1207) yılında Afganistan’ın Belh şehrinde doğdu. Babası Muhammed Bahaüddin Veled’dir. Mevlana Celaleddin beş yaşındayken babasıyla birlikte, doğduğu toraklardan, Belh’ten ayrılır. Nişabur, Bağdat, Mekke, Medine ve Şam’a uğrar. Nişabur’da Attar ona meşhur eseri Esrarname’yi hediye eder. Şam’a uğradıklarında Muhyiddin-i Arabi (k.s.): ’Subhanallah, bir okyanus, bir denizin arkasından gidiyor,’ diyerek Mevlana Hazretlerinin büyüklüğünü ifade eder. Malatya, Erzincan taraflarını aşıp Lârende (Karaman)’ye yerleşirler. Daha sonra Konya’ya göçerler. Mevlana ilk feyzini babasından alır. Tirmizli Seyyid Burhanüddin-i Muhakkik ile kemale erer. Şemsüddin-i Tebrizi ise gerçekten onun için zirve noktası olur.
Şeb-i Arûs:

Mevlana’nın Hakka vuslat günü için kullanılan bir tabirdir Şeb-i Arûs. Düğün gecesi manasına gelir, düğün gecesi yani sevgiliye kavuşma gecesi… Ölüm gününü böyle isimlendirir Mevlana. Öleceği gün için böyle bir yakıştırma yapmak, o günü bir acı günü değil de bir sevinç günü olarak görmek ancak Mevlana Hazretleri gibi insanların harcıdır.
Her yıl Aralık ayı geldiğinde, başta Mevlana diyarı Konya olmak üzere ülkemizin birçok kentinde, kasabasında Mevlana’yı anma etkinlikleri düzenlenmekte. Maalesef gün geçtikçe Şeb-i Arûs programları asli vazifesinden uzaklaşmakta, bu programlar Mevlana’yı anmaktan daha çok kültürel bir etkinlik hâlini almakta.
Şeb-i Arûs adı altında yapılan etkinlikler, kimi çevrelerce yorgunluk atmak için, kafa dinlemek için ele geçmez bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Neyin, insanı bayıltan o eşsiz sesi, sema dönen küçük-büyük insanlar adeta bir huzur kaynağı…
Şeb-i Arûs günlerinin bu denli yozlaşmasında, turist çekmek maksatlı yapılan faaliyetler de oldukça etkilidir. Bilindiği üzere Mevlana bu gün dünya çapında, yanlış ya da doğru, tanınan bir kişidir. Her yıl binlerce turist bu programlara katılmak için ülkemize geliyor ve neticede Şeb-i Arûs yozlaştıkça yozlaşıyor. Halbuki Şeb-i Arûsun ne manaya geldiği, Mevlana’nın öldüğü gün için neden bu ifadeyi kullandığı bilinse bu güne bakış çok daha farklı olurdu.
Sema üzerine:
Mevlevilik konusunda insanların düştüğü en büyük hatalardan birisi de Sema zikridir. Sema, maalesef günümüzde kültürümüzün bir parçası olarak lanse ediliyor, bütün dünyaya da bu şekilde tanıtılıyor. Sema zikrini kültürün bir parçası olarak değerlendirmek, folklorik bir dans olarak tanıtmak son derece yanlıştır. Sema, kaynağı ta Asr-ı Saadet’e uzanan bir zikirdir. Sema dönerek yanmak, yanarak Hakk’ı anmaktır. Bunun bilincinde olmak gereklidir.
Gelin görün ki sema bu gün bir zikirden daha çok bir tür raks olarak görülüyor. Öyle ki insanlara sema dönmeyi öğretmek için kurs merkezleri açılıyor, küçüklü büyüklü çok sayıda insan bu kurslara akın ediyor. Yani bu şu demek: İnsanlar para vererek Allah’ı anmayı öğreniyor!
Gel ne olursan ol yine gel:

Ama geldikten sonra da biraz dikkat ediver. Geçmişine bir çizik çek hatta geçmişini karala ve hatta geçmişini kaldırıp çöpe at. Ancak böyle bir dönüşten fayda umulabilir.
İnsanlar bu gün bu sözün vermek istediği manadan çok uzak görünüyor, anlatmak istediklerini son derece yanlış yorumluyorlar ya da istedikleri gibi yorumlamak kendileri için daha cazip olduğu için öyle davranıyorlar.
Bu söz, ülke sınırlarını aşıp Mevlana’nın evrensel bir boyut kazanan çağrısı hâline geldi. Ancak çağımız insanları için, ’Gel, ne olursan ol yine gel’ çağrısı adeta büyük bir rehavet kaynağı oldu. İslam’dan çok çok uzak olan kimi Müslümanlar, gönüllerince yaşamakta, gününü gün etmekte, nihayetinde kendilerine yapılan uyarılara karşı yaptıkları itirazların temeline de bu çağrıyı oturtmaktalar. Mevlana ne olursan ol gel diyor. Peki ne zaman geleceksin? Acelesi yok elbet bir gün gelirim.
Sözün devamında bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değil der Mevlana. Ümit var olmak lazım lakin bunun için tövbe şart. Devamla dediği gibi ’Bin kere tövbeni bozsan da gel.’ Ümit var olabilmek için küçük de olsa bir sermayeye ihtiyaç var. Yani bozulmuş da olsa bir tövbe lazım.
Günümüz Edebiyatında Mevlana ve Mesnevi Piyasası:

Son yıllarda edebiyatımızda Mevlana’yı konu alan, az ya da çok Mevlana’ya ve onun görüşlerine değinen, Mevlana’yı tanıtmayı amaçlayan onlarca kitap yazıldı. Bu kitapların çoğunluğu Mesnevi’den seçmeler şeklinde olmakla birlikte, bir kısmı denemelerden ve bir kısmı da Mevlana’nın hayatını anlatan romanlardan oluşmaktadır. Kaleme alınan bu eserlere kitlelerden yoğun bir talep olduğu göz ardı edilemez. Özellikle son birkaç yıl içerisinde yazılan ve Mevlana’nın hayatını roman şeklinde anlatan kitaplar aylarca çok satanlar listesinden inmediler, baskı üstüne baskı yapıp önemli rekorlara imza attılar.
Toplumun değer verdiği bir insanın hayatını romanlaştırırken son derece dikkatli olmak gereklidir. Böylesi romanlar yazan kişilerin yapmış olduğu en ufak bir hata, gözünden kaçan küçük bir eksiklik, büyük ve olumsuz sonuçlar doğurabilir ve okurlarını da o nispette etkileyebilir. Her şeyden önce bu konuya öncelikle hak açısından bakmak gereklidir. Eğer hayatı romanlaştırılan kişinin yaşam tarzına, inanışlarına ters bir durum aktarılırsa o kişinin hakkı geçecek ve helallik istenmek zorunda kalınacaktır. Şayet bu kişi hayatta değilse hesap mahşere kalacaktır. Olaya bir de bu zaviyeden bakmak, bu kitapların yazarları açısından faydalı olacaktır.
Mevlana Hazretlerinin hayatını anlatan romanların en popüler olanlarından birisi Elif Şafak’ın kaleme aldığı aşk romanıdır. Bu roman ilk baskısını Mart 2009 yılında yaptı ve aylarca en çok satan kitaplar arasında zirvede yer aldı. Aşk romanı bu kadar çok satmasına, bu kadar çok beğenilmesine, kitlelerce okunmasına rağmen birçok olumsuz eleştiriyi de beraberinde getirdi.
Olumsuz eleştirilerin en önemlisi, yazarın Mevlana’yı ve Şems-i Tebrizi’yi olduğu gibi anlatmadığını, onların tasavvuf anlayışını doğru yansıtmadığını ortaya atan görüştür. Kitap dikkatle incelendiğinde görülecektir ki kitabın anlattığı Mevlana profili daha çok şeriattan uzak bir tasavvuf anlayışına sahip. İşte bu noktada yazarın tasavvuf bilgisi tartışmaların odak noktası olmuştur. Yazar tasavvufla küçük yaştan beri ilgilendiğini belirtiyor, tasavvufa olan ilgisi eserlerinin çoğunda da açık bir şekilde görülüyor. Aynı zamanda yazar, Bektaşilik ve Mevlevilik üzerine de bir tez hazırlamıştır. Bu noktada yazara yöneltilen soru şu oluyor: Kitaplardan okumakla tasavvuf ne kadar öğrenilebilir ve tasavvuf bu şekilde ne kadar verimli yaşanabilir. Aşk romanının yazarı, yazımızın başında vermiş olduğumuz Mevlana Hazretlerine ait olan dizeleri dikkatlice okumalı ve ona göre hareket etmelidir.
Aşk kitabına yöneltilen diğer bir eleştiri ise, yazarın kitabında Şems-i Tebrizi Hazretlerine mâl ettiği ’kırk kurala’ yöneliktir. Kitabı ilgiyle okuyan kimi okurlar, tasavvufla alakalı olan bu kırk kuralın gerçekten Şems-i Tebrizi Hazretlerine ait olduğunu düşündü. Ama gerçek böyle değildi, yazar bu kuralların Hazreti Şems’e ait olmadığını, kitabın akışına göre kendi tasavvuf anlayışıyla oluşturduğunu ifade ediyor. Bu noktada, yukarda da ifade etmiş olduğumuz hak meselesi devreye giriyor. Ya Şems Hazretlerine mâl edilen bu kırk kural gerçekten onun şeriat ve tasavvuf anlayışına tam olarak uymuyorsa, yazar bunun hesabını nasıl verecek, gerçekten üzerinde durulması gereken bir konu.
Mevlana Hazretlerinin hayatını roman şeklinde anlatan bir diğer eser ise Sinan Yağmur’un yazmış olduğu Aşkın Gözyaşları’dır. Bu eser tek bir kitaptan oluşmuyor. Serinin ilk üç kitabını yayımlayan yazar bu romanını beş kitapla tamamlamayı düşünüyor. Serinin ilk kitabı Aşkın Gözyaşları: Tebrizli Şems yayınlandığı yılın en çok satan kitabı oldu. İkinci kitabı Aşkın Gözyaşları: Hz. Mevlana yine yayınlandığı yılın en çok satanları arasında yer aldı. Üçüncü kitap Aşkın Gözyaşları: Kimya Hatun, dördüncü kitap, Aşkın Gözyaşları: Sultan Veled ve beşinci kitap Aşkın Gözyaşları: Seyyid Burhaneddin’dir. Bu seriye yöneltilen eleştiride işte tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Bu serilerin tamamında da anlatılan Mevlana ve Şems Hazretleri… Ana olaylar onların hayatlarının çevresinde gelişiyor. Durum böyleyken bu seriyi bu kadar uzatmanın gereği var mıydı? Tek bir seride Mevlana’nın ve Şems’in hayatı anlatılamaz mıydı? Seriye olan ilginin her kitapta biraz daha düşmesi, bu eleştirinin yerinde olduğunun kanıtıdır.
Bu kitapların haricinde Mevlana ve Şems Hazretleriyle ilgili pek çok kitap yazıldı ve halen yazılmaktadır. Özellikle mesneviden seçmeler şeklinde hazırlanan kitapların haddi hesabı yok. Peki bu kitaplardan ne kadar fayda hâsıl oluyor? İşte burası tartışmaya açık.
Mesnevi hususunda öncelikle şuna dikkat etmek gereklidir: Verilmek istenilenler her ne kadar şiir şeklinde ve fevkalade bir dille verilmiş olsa da Mesnevi öncelikle bir edebi eser değildir. Mesnevi, kaynağını Kur’an ve Sünnet’ten alan bir ahlak kitabıdır. Onu okurken bu özelliğine dikkat etmek gereklidir. Yine ondan seçmeler hazırlarken de bunun bilincinde olmak gereklidir.
Elbette ki Mevlana Hazretlerinin, Şems Hazretlerinin kitaplarda bu denli işlenmesi, onların insanlara, dünyaya tanıtılması güzel bir durum ancak yazılan bu eserler daha özenli, bu iki mübareğin hayatlarına daha saygılı hazırlanırsa okurların istifade etmeleri de o denli artacaktır. Bunun için de bu tür kitaplar hazırlayan yazarların konu hakkında tam donanımlı olmaları, varsa eksikliklerini gidermeleri gerekmektedir. Her zaman olduğu gibi: İş, en çok ehlinin eline yakışır.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.