Cenâb-ı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ’Sizin iman bakımından en mükemmel olanınız, ahlâkı en güzel olanınızdır’ buyurarak iki kıymete işaret buyurmuşlardır. Birincisi ’velâ fehra’ ahlâkıyla, hem iman hem de güzel ahlâk bakımından yaratılanların en üstünün kendisi (s.a.v.) olduğuna işaret buyurmasıdır. Çünkü Kur’ân’da övülen ahlâk Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkıdır. Diğeri ise, kusursuz bir imana kavuşabilmek için, bütün hayırların gönlünden taksim olunduğu ’el-Kasım’ (s.a.v.) Efendimiz’in ahlâkına tam manasıyla tabi ve teslim olmaktır. Peygamber Efendimizin (s.a.v.) ahlâkı dindir. Hadis-i şerifin hem bir kulda kemaliyle tezahür etmesinden hem de mefhum-u muhalefetinden çıkan hükmü (ki ahlâkı çirkin olanın imanı ne haldedir?) en iyi idrak edip Cenâb-ı Fahr-i Âlem Efendimize aşkla bağlı olan Allah dostları, velîler ömürlerini peygamber ahlâkının sönmez meşaleleri gibi idame etmişlerdir. Onlar, peygamber varisleridir. Benî İsrail peygamberleri gibidir. Kendilerinden sadır olan ameller sünnet-i Rasûlullah’tır. Gönülleri hikmet membaı, sohbetleri hidayet kaynağı, nazarları şifa ocağıdır.
1999 yılı 11 Aralık’ta Hakk’ın davetine ’eslemtü’ diyerek aramızdan ayrılan Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.) Hazretleri de, bu zamanda Ahlâk-ı Rasûlullah’ın hâmisi, hâdimi ve mübelliği olarak ömrünü Allah’a ve Rasûlüne taat yolunda ikmal etmiş nadide bir Hak Dostu idi. Kalbi Rasûlullah Efendimizden bir an olsun ayrılmazdı. Peygamber Efendimizin güzel ahlâkı onun bütün varlığına sirayet etmiş, İslam’a dair tüm amelleri peygamberî ahlâkın tesiriyle idrak eder, yaşar ve aktarırdı. Güzel ahlâkı dinin hulasası bilir ve ona davet ederdi.
Birçok insan, ahlâkındaki kötülükleri fark edemez veya fark etse bile kendisi o ahlâkla muttasıf olduğundan ahlâkının kötü olduğunu kabul etmez. Hatta birçok kötü ahlâkı iyilikler arasında görür. Zîra kendisi de o ahlâktadır ve ahlâk ölçüsü şahsi anlayışından ibarettir. Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretleri ahlâktaki iyilik ve kötülük ölçüsünün kişilerin şahsi anlayışlarına göre belirlenemeyeceğine işaret eder. Kur’an ve Sünnet’in ahlâki ölçüleri belirlemede tek ölçü olduğunu, güzel ahlâkın vahye dayandığını şiddetle beyan eder. İyiliğin temelini vahiy oluştururken insanda ortaya çıkan kötülüklerin kaynağının ise, hayvanî sıfatlarla muttasıf nefis, bu nefsin yönelişi olan şehavât ve ona kötülüklerinde yol gösteren şeytanın olduğunu belirtir.
Aşağıda çeşitli başlıklar altında farklı anlayışlarını aktarmaya çalıştığım Abdullah Farukî el-Müceddidî hazretlerinin konu ile ilgili görüşlerini bu doğrultuda anlamaya çalışmak istifade edebilmek için daha doğru bir yol olacaktır.
Güzel Ahlâkta Ölçü
’Ey mü’min, din edebten ibarettir. Edeb libâsını giy ki, imana işarettir.’
(Hz. Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.))
’…İnsanın çeşitli şekillerde yapmış olduğu hareketler eğer şeriatın, Kur’ân’ın, aklın ölçülerine uyuyorsa o güzel ahlâktır, işte o dindir. Zira İslam dini güzel ahlâktan ibarettir. Eğer o hareketler o adaplar Kur’an’ın ve aklın çerçevesinin dışındaysa bu da sûi ahlâktır, kötü ahlâktır, şeytan ahlâkıdır. Yani insanları ifsad eden bir ahlâktır, yerilmiş bir ahlâktır, buna sûi edep de denilir.
Ahlâk, edeb iki kısımdır. Biri sûi edep, biri de suduri edeptir. Sûi edep yerilmiş kötülenmiş ve şehvete dayalıdır, şeytan ve şehvete dayalı hallerdir. Fakat suduri edep ise vahye dayalıdır, Kur’an’a dayalıdır. Kişi, üzerindeki bu ahlâk-ı zemimeleri yani hayvani sıfatları terbiye etmediği müddetçe onların tesiri altında kalır. Hayvanlar gibi hareket etmeye başlar, çünkü nefsine her an mağluptur. Onun emrinden dışarı çıkamaz, isteklerine boyun eğer. Velayet derecesine çıkabilmek için üzerindeki yerilmiş kötü sıfatları, soyup tecerrüt etmek ve Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in ahlâkı ile ahlâklanmak gerekir. İşte o zaman velayet makamına yani yakınlık nuruna yükselir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde ’Allah’ın (ve Peygamberin) ahlâkıyla ahlâklanın’ (Münâvî, et-Teârîf, s. 564) buyururlar. İşte böylece hayvanî sıfatlardan tecerrüt edip kurtulan kimsede Cenâb-ı Hakk’ın sıfatları tecelli eder…’
Kişilere Verilen Değerler Rasûlullah Efendimizin Değer Verişindeki Ölçülere Göredir
’Ey sâlik, her hareketinde edepliler topluluğundan ayrılma. Zirâ Peygamber (s.a.v) ve sahabesini Hz. Allah (c.c.) edeplendirdi.
(Hz. Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.))
Dünya zenginliği değil ahiret zenginliği kimde varsa onlara kıymet verilir. Biz de onlara kıymet veriyoruz. Dünya zenginlerine değil; ahiret zenginliği, ilim zenginliği, ahlâk zenginliği ve takva zenginliği kimde varsa onlara kıymet verilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): ’Benim arkamda, sağımda ve solumda fazilet (güzel ahlâk, takva, ilim…) sahibi kimseler bulunsunlar’ (Bkz. Müslim, salat 122, 123; Nesâî, ımâme 23, 26; Tırmızî, mevâkıt 54) buyurmuştur.
Sahabe Efendilerimiz (r.anhüm) kötü ahlâklarını nasıl Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin o güzel ahlâkları ile değiştirdi ise, Cenâb-ı Hak (c.c.) inşallah bizlere de bu nimeti nasip eylesin. Ve böylece kendi nefsimize, neslimize ve bütün insanlara yardımcı olalım, hâdim olalım inşallah. Cenâb-ı Hak sevdiği salih, ahlâkı güzel ve cömert kişilerle dinimizi takviye etsin inşallah.
Güzel Ahlâk Olmadan İlim Tek Başına Fayda Vermez
Dünya kadar ilminiz olsa, ahlâkınız güzel olmazsa Allah katında bir para etmezsiniz. Hem de muhakkak cehenneme gidersiniz. En mühim olan ahlâkınızın güzel olmasıdır. O güzel ahlâkınızı da okulda, iş yerinde, evde, sokakta ve arkadaşlarınızın yanında göstereceksiniz. Hele hele hafızlar…. Onlar ahlâk güzelliği hususunda daha da üstün olacaklar.
Dinimizde kibir haramdır, ama vakar vaciptir. Bir Müslüman bir kafirin yanında, bir zenginin önünde ufak bir menfaat için boyun bükmez. Zaten Rasûlullah (s.a.v.) haber vermiştir: ’Kim bir zengine malından dolayı tevazu ederse, dininin dörtte üçü gider.’ (Beyhakî) Tevazu yapanı ise Allah (c.c.) yükseltir. Her şeyi yapan Allah’tır. Onu zengin eden Allah’tır. Sen sebepleri aklına getirme. Benim bir şeyim yoktur, deme. Kendi aklına göre ölçü yapma. Allah (c.c.) senin aklının çok dışındadır. Allah senin aklına uymaz, sen kendi aklına göre şekillendirme. Benim çarem yoktur, deme. Allah (c.c.) ne imkanlar verir. Bilmediğin, beklemediğin yerlerden imkanlar açar.
Burada kuzu kuzu oturuyorsunuz. Camide, dergâhta evde de iyi olacaksın. Annenize babanıza karşı; anneniz babanız namaz kılmıyor, içki içiyor, Allah’a itaat etmiyor olsa bile onlara; güzel davranın. Onlara İslam’ı taşıyın, götürün, gösterin. İslam’ın güzelliğini onlara gösterin. Gösterin ki onlarda görsünler, sevsinler, onlar da gelsinler. Baban annen Allah’a (c.c.) itaat etmiyor, eğer seni de dinden mahrum etmeye çalışıyorsa doğru olanı anlatın. Ama onu da güzel bir şekilde yapın ki nihayetinde senin hedefin onu da bu yola getirmek olmalıdır. Babayı kırma, anayı kırma atma yoktur. Yani babanız fasık da olsa içki de içse kötülük de yapsa, babanızdan ananızdan vazgeçmeyin. Hürmetten vazgeçmeyin. O sizdeki güzel hürmeti görsün, o da Allah’ın (c.c.) güzel dinine gelsin. Allah hepinizden razı olsun, ben az diyorum siz çok anlayın.
Nihayetinde Allah’ın yanına gideceksiniz. Hafız olmanız, ilim sahibi olmanız, şimdi bir ise o zaman yüz olur, daha fazla olur. Ama güzel ahlâk olmazsa vallahi bir para etmez, billahi bir para etmez. Sen bir ibadet yapıyorsun, Allah ile senin aranda, kabul eder mi etmez mi belli değil. Ama kulluğunun makbul olup olmadığının bir işareti var. O işaret kullarla senin kendi arandadır. Güzel söz edebiliyor musun? Din güzel muameledir, kimseyi aldatmak yoktur, kimseye yalan konuşmak yoktur, ne konuştuysan onu doğru konuşacaksın, ne konuştuysan onda sabit duracaksın, velev ki menfaatin de olsa, velev ki zararın da olsa, doğru söze alışacaksın. Hz. Pîr Abdulkâdir Geylâni (k.s.) hazretleri diyor ki: ’Oğlum öl, söz verme; öl, sözünün üzerinde dur. Ağızdan ne söz çıktı ise onun üzerinde dur. Yalan konuşmayan insanlara Allah keramet verir oğlum’ diyor. Deneyin, denemesi beleş. Ben yalan söylemiyorum, ben her şeyi yaşayarak görerek nasihat ediyorum. Ben bunları görmüşüm, yaşamışım, ben ondan sonra size aktarıyorum. Ben öyle kitaptan okuyup da sadece bir nakilde bulunmuyorum. Öyle değil, ben bunları yaşamışım, görmüşüm, Allah lütfetmiş, ben size aktarıyorum. Kafanız kopsa dahi yalan konuşmayın. Yalan hiçbir şeydir. Cenâb-ı Hak Kur’ân-ı Kerim’inde: ’Allah yalan konuşana lanet etsin’ (Bkz. Âl-i İmrân, 3/61) buyuruyor.
…Hiçbir zaman cimrilik yapmayın, korkaklık yapmayın, kötülük yapmayın, yola gidiyorsan ekmeğin çoğunu arkadaşına ver, komşuluk hakkına riayet et. Bizim bu yolda ne kadar hizmet edersen o kadar yükselirsin. Ne kadar hava atmaya çalışırsan o kadar aşağıya batarsın, haberin olsun. Mısırda bir oğlumuz var, ders verdikten sonra görevde biraz şekli değişmiş. Halifeyim, şeyhim… ders yaptırıyor…. Bundan haberim oldu, hemen telefon açtım: ’Pazartesi perşembe günleri oruç tutacaksın, günde yüz bin ’lâ ilâhe illallah’ diyeceksin, yüz bin salavât-ı şerife yapacaksın, çocukların yemeklerini pişireceksin ve bulaşıkları yıkayacaksın, yerleri süpüreceksin, temizlik yapacaksın…. Bunları yaptıktan sonra herkesin elini öpüyor öyle oturuyor. Heh, tamam, nefis bu şekilde yola gelir.
Hayra Çağıranların Bir Özelliği de Ahlâklarının Güzel Olmasıdır
’Ey sâlik, dervişte kibir olmaz, onda eğer kibir varsa, tasavvuf ve takva olmayıp, o kişi derviş değil, bu yolda devrilmiştir.’
(Hz. Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.))
Cenâb-ı Hak ’hayra çağırın’ (Bkz. Âl-i İmrân, 3/104) diyor. Hayırdan maksat burada, hayrın en üst derecesi, zirvesi tevhid akidesidir. Yani insanların yapacağı hayrın en güzeli ve zirvesi; tevhid akidesini, Allah’ın vahdaniyetini, Peygamberimizin risaletini bir insana bildirilmesidir. Hayırdan maksat budur.
…Hayra çağıran insanlarda bulunması gereken meziyetlerden birisi de onların güzel ahlâk sahibi olmalarıdır. Âlimdir, takva sahibidir; ama güzel ahlâka sahip değilse hayra çağırmayı başaramazlar. Mutlaka nefis tezkiyesi yapmaları lazımdır. Böylece güzel ahlâk sahibi olabilirler ve bu şekilde ancak tebliğ, irşad işini yerine getirip Cenâb-ı Hakk’a davet edebilirler. Güzel ahlâk sahibi olmadan sadece ilim tahsil ederek ve takvaya çalışarak bu işi yapmaya kalkarlarsa yüzlerine gözlerine sürerler.
Bir insandan kibir, şehvet, cimrilik, benlik, kendini beğenmişlik, onu bunu hakir görmek sui ahlâklarının hepsi gitmesi lazım. Tevazu sahibi, cömert, itidal sahibi olması lazım. Onun bunun namusuna, canına, parasına, malına kısaca ondan hiç kimseye zarar gelmemesi lazımdır. Eğer bunlardan arınmadan irşat yapmaya kalkarlarsa yüzlerine gözlerine sürerler ve bu sebepten hem kendileri rezil olurlar, hem de İslâm adına büyük büyük vebal olur.
Cenâb-ı Hakk’ın ’Sizden hayra davet eden bir topluluk bulunsun’ (Âl-i İmrân, 3/104) âyetinde vasfettiği bu kişiler bu dergâhlardan çıkar. Başka türlü çıkması mümkün değildir. Hem âlim olacaktır, hem takva sahibi olacaktır, hem güzel ahlâk sahibi olacaktır. Hz. Ali (k.v.) efendimiz bir kafirle muharebe, cenk yaparlar ve nihayet Hz. Ali efendimiz onu alaşağı ediyor. Adamı yere vuruyor, keseceği zaman altından Hz. Ali efendimizin yüzüne tükürüyor. Hz. Ali (k.v.) efendimiz onu derhal serbest bırakıyor. Adam şaşırıyor. Beni öldürecektin, buna imkanın da vardı, beni niçin serbest bıraktın diyor. Hz. Ali efendimiz: ’Ben seni İslam’a davet etmiştim, Allah’a davet etmiştim ve bu işi Allah için yapıyordum. Ama sen benim yüzüme tükürdün, nefsime hakaret ettin, korktum ki nefsimin galeyanı Allah rızasına karışır, onu örter de haksızlık yaparım, onun için bıraktım.’ diyor. Burada Hz. Ali Efendimizde bir tebliğcide bulunması gereken üç vasıf toplanmıştır. Hz. Ali (k.v.) ilim sahibi olarak onu Allah’a ve tevhide davet ediyor, muttaki kişiliğini ve güzel ahlâkını ortaya bırakıyor ki nefsiyle hareket etmiyor.
Dini Tebliğ Etme
Ahlâkı
Cenâb-ı Hak (c.c.) âyet-i kerimede: ’(Habibim) Rabbinin yoluna hikmet ve mev’ize-i hasene (güzel öğüt ) ile davet et…’ (Nahl, 16/125) buyuruyor. Peki davet nasıl olacak? Davetteki ahlâkımız âyetteki emre nasıl tebdil edilecek?.. O kadar güzel konuşulacak ki; hikmetle konuşulacak, çeşitli güzel mev’ızeler getirilecek. Eğer yola gelmez ise epey gideceksin. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz Ebu Cehil’e otuz sekiz sefer gitmiştir. Oğlu İkrime müslüman olmuş, kendi olmamıştır, hikmete bak!.. Allah’ın hikmetine bak!.. Rasûlullah (s.a.v.) da ’bu kafirdir’ diye ona gitmemezlik yapmamış, otuz sekiz sefer gitmiş, kendisi nasip almamış ama oğlu İkrime müslüman olmuş.
Zikrettiğimiz bu âyet-i kerimenin devamında, ’Habibim sen git onlara tebliğ et, vazifeni güzel yap, eğer onun içerisinde imana gelen olursa gelir, gelmeyen olursa yani küfürde inat ederse işte Allah onlara hidayet etmez.’ (Bkz. Nahl, 16/125) buyuruyor.
Allah Dostlarının
Vazifesi
Bu yola hizmet edenlerin vazifesi, Allah’tan kaçan, firar eden kulları tekrar tutup onları güzelce tekrar sahibine teslim etmektir. Bir insan namaz kılmıyorsa, içki içiyor, kumar oynuyor ya da başka şekillerde kötülükler yapıyorsa, bu adam sahibinden kaçmıştır. Yani Cenâb-ı Hakk’tan kaçmıştır, sahibi Cenâb-ı Hakk’tır. Hepimizin sahibi O’dur. Sahibinden kaçmıştır. Bizim vazifemiz onu güzel öğütlerle tekrar sahibine döndürmektir. Bizim vazifemiz bu. Yani bir kulu kaçırma değil bilakis ona öyle güzel bir muamele yapacağız ki, onu tekrar sahibine döndüreceğiz.
Velinin Büyüklüğü Allah’ın Emrine İtaatı Kadardır
Velinin büyüklüğü Allah’ın emrine itaatı kadardır. Tekrar ediyorum, burada dikkat edin: Niye böyle güzel (açık) konuşuyorum? Bir velinin büyüklüğü Allah’ın emrine itaatı kadardır. Muğlak kelimeler konuşmayacak, muğlak kelime ne demek? Manası belli olmayan kelimeler. Rasûlullah’ın (s.a.v.) şeriatı nettir, açıktır, muğlak bir şey konuşmamıştır. Hep açıktan açığa konuşmuştur. Her şeyi açık konuşmuştur. Onun için bizim bu yolumuz, muğlak değil, kapalı değil açıktır. Vahdet-i şuhuddur. Açık bir yoldur.
Veli ne kadar itaat ederse o kadar büyüktür. Bu konuştuklarımı Cenâb-ı Allah (c.c.) tasdik ediyor: Bismillahirrahmanirrrahim ’Sizin Allah indinde en üstün olanınız takvası en ziyade olanınızdır.’ (Hucurât, 49/13) Bunu Allah (c.c.) buyuruyor. Kalbime getiren Allah’a hamd olsun. Yani Allah’ın indinde en yüksek olanınız Allah’a en çok itaat edeninizdir, Rasûlullah’a en çok itaat edeninizdir. İşte âyet-i kerime. İşte bizim yolumuz bu.
Tasavvuf Yolu,
Kötülüklerimizi İyiliğe Çevirmek Yoludur
’Ey sâlik, tasavvuf yolundaki maksad, nefis tezkiyesidir. Tezkiye ise kalbindeki kin, kibir, şehvet, hased, cimrilik, kendini beğenme gibi ahlâk-ı zemimeleri terk edip, ahlâk-ı hamidedeki cömertlik, hoşgörü, affetmek gibi ahlâkı elde etmektir.’
(Hz. Abdullah Farukî el-Müceddidî (k.s.))
Aslında bizim fazladan yaptığımız bir şey yok. Biz Rasûlullah Efendimizin yaşadığı hayatı milletçe unuttuk, kaçtık, firar ettik. Onun ahlâkından, Onun edebinden, Onun sünnetlerinden ayrıldık. İşte bizim bu cemaatimizin gayreti tekrar Ona rücu etmektir. Bizler fazladan bir şey getirmiş değiliz. Tekrar Efendimiz (s.a.v.)’in ahlâkına dönüşümüzdür. Yani Onun yaşadığı ahlâkı yaşamaya çalışıyoruz. Bizim tarikatımız şeriattan başka bir şey değildir. Tarikatımız şeriatın özüdür.
Farukî Yolunun Vasıfları
Esas olan şey nedir? Şeriattır. Allah’ın emridir. Yani o tarikat ki Allah’ın emirlerine uymuyorsa o şeytanların yoludur. Tarikattan maksat şeriatı yaşamaktır. Herkes bunu böyle bilsin. Yani, bunun haricinde başka bir şey, hep yalan hep dolan. Aslı böyle, çünkü bu dini en güzel yaşayan Hz. Muhammed Mustafa’dır (s.a.v.). En güzel tatbik eden O’dur, en güzel tebliğ eden de O’dur.
Sahabe efendilerimiz de Rasûlullah Efendimiz gibi yaşamışlar, biz de onların yaşadığı gibi yaşarsak işte tarikat da, hakikat de, marifet de budur; hepsi içerisindedir.
Sakın kimse sizleri yaldızlı sözlerle kandırmasın. İşin aslı budur. En mühim olan da Allah’ın emirleri olan şeriattır. Bizim yolumuz şeriat yoludur. Bizim tarikatımız şeriat tarikatıdır. Bunun haricinde olan şeyleri biz kabul etmeyiz. Şeriata uygun olmayan hiçbir velinin halini kabul etmeyiz. Bizi ilgilendirmez; ama Allah’ın emrine uygun olan şeylerin hepsi başımız gözümüz üzerine. Fakat Allah’ın emrine uygun değilse, biz de kabul etmeyiz.
Farukî Yolunun Terbiye Metodu
Müteşeyyihlerin şahsında yaptıkları hatalar İslam’a mal oluyor da herkes İslam’dan kaçıyor. Ama biz Peygamber Efendimizin (s.a.v.) yaşadığı o güzel ahlâkı yaşarsak o zaman şahsımızda herkes İslam’ı beğenir, hemen tövbe istiğfar ederler ve Allah Rasûlüne itaat etmeye çalışırlar.
Bu bir terbiye metodudur. Bir sistemdir. Hem eğitim hem de terbiye sistemidir. Daha önce dediğim gibi; biz fazla bir şey yapmış değiliz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) yapmış da biz unutmuşuz. Bidatlar araya girmiş de biz Sünnet-i Rasûlullah’ı unutmuşuz, bu güzelliği unutmuşuz. Tekrar bu güzelliği yakalamaya çalışıyoruz. Bütün dava bu. Tarikatımız da başka bir şey değildir elhamdülillah. Çünkü dini en güzel Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) yaşamıştır, en güzel yaşayan O’dur, en güzel terbiye eden de O’dur. O bakımdan biz Onun yaşadığı gibi yaşarsak mesele hallolur.
Bizim yolumuzda sabahlara kadar namaz kıl, oruç tut, çile çıkart, inzivaya çekil yok. Peygamber Efendimizin sünneti ne ise onu alışacağız, onu tatbik ettiğimiz zaman da işte dinin esası ortaya çıkmış olacak ve insanlara faydamız dokunacak.
Yolumuzun Kimseye İhtiyacı Yoktur
Bizim yolumuzda fazla kimse olmaz. Ama yolumuza anlayışlı insanlar gelir. Bizim halimizi, yolumuzu beğenmeyen, yaşamayanların burada tutunması mümkün değildir. Allah bizim bu yolumuza ihlassız insanlar getirmez. Bir kişi gelmiyorsa bu dergah onu kabul etmiyor demektir. Tekrar ediyorum: Bu dergâhın hiç kimseye ihtiyacı yoktur. Hiçbir kimseye ihtiyacı yoktur. Belki herkesin bu dergâha ihtiyacı vardır. Eğer bir kişi buraya geliyorsa onu Allah getiriyor. Bir kişi gelemiyorsa buraya o ihlassızlığının ve kötü ahlâkının yüzünden Cenâb-ı Hak ona müsaade etmiyor, demektir. Bizim böylelerine hiç ihtiyacımız yoktur. Çünkü kimseden bir şey almıyoruz, istemiyoruz. Sırf Allah için bu dini anlatıyoruz ve alacağımızı Allah’tan alıyoruz. Bizim hiçbir kula da ihtiyacımız yoktur.
Kullukta Devamlı Olmak
Bunu övünmek için demiyorum, elhamdülillah, 35 sene oldu hiçbir günden bir güne ne bıktım ne usandım ne de vazgeçtim davamdan; ama ne oldu, Allah (c.c.) bana öyle verdi ki, dünyada hiç kimseye vermediğini bana verdi. Hem de istemeden. Bir günden bir güne elimi açıp da daha ’Yâ Rabbi, bana şunu ver!’ dememişim. Öyle bir şey varsa Dilim kurusun, ama Allah kendi lütfundan vermiş…
Sâlik mürşidinin sohbetlerine devam etmesi lazımdır. Bir gün git bir gün gitme, üç gün git beş gün gitme, bundan insan netice almaz. Vallahi ve billahi Allah’ın yanında itibarın da olmaz. Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahauddin (k.s.) dedi ki: ’Oğlum sabah namazına buraya gelenleri tek tek gözlüyorum ve kim eksik kim gelmedi tek tek bakıyorum.’
Hizmet Anlayışına Dair ’Hizmet, ahlâki kemâlâtın veya noksanlıkların tezahür mekanıdır.’ (Muzaffer YALÇIN)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e bir gün biri gelmiş ve sormuş: ’Peygamber nerededir?’ Rasûlullah (s.a.v.)’ı göstermişler, adam inanmamış. Sonra buyurmuş Peygamberimiz (s.a.v.): ’Kim ki o kavme hizmet ederse o kavmin yücesi, büyüğü odur.’ (Hatib el-Bağdâdî, Tarih) Yani Peygamberimiz ne yapmış, gelmiş ashabına hizmet ediyor. Gerek benim yanımda, gerek Rasûlullah’ın yanında, gerekse Allah’ın yanında yükselmek mi istiyorsunuz, kalkın hizmet yapın. Ben âlimim, ben hafızım, ben büyüğüm, ben halifeyim yok. Ben anlamam. Adam, ’efendim himmet’ demiş. Mürşidi de: ’Oğlum hizmet et, hizmet et’ buyurmuş.
Bu yollar hizmetten geçer. Bu konuşmanın hepsinin delili var. Bir gün Sahabe ile Rasûlullah Efendimiz giderken oruçlu bir güne rasgelmiş, buyurmuş ki: ’Bu gün orucunuzu açın, iftar edin’, memlekete gidince onun yerine bir gün tutun, hava çok sıcak. Bir kısmı demişler ki: ’Yâ Rasûlallah, zaten az kaldı, biz oruca tahammül edebiliriz.’ Bir kısmı da hemen emri yerine getirmiş, oruçlarını hemen bozmuşlar. Yolculuk ilerleyip bir yere inmişler ama yol hep bayır yukarı şeklinde, o oruçlarını yiyenler diğerlerine hizmet etmişler, atlarını develerini sulamışlar, yemek yapmışlar, derken akşam hazırlığı iftar etmiş bunlar. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuş ki: ’Bugün oruç tutmayanlar, oruç tutanları geçti.’ (Buhârî, Cihâd, 71) Hadis-i şeriftir bu. Hizmet… hizmet… Bak onlar oruçlu olanlara hizmet ettiler, onlardan daha çok yükseldiler. Yani demek ki nafile ibadetlerden insan yükselmez, arkadaşına hizmet ile yükselir. Bizler Rasûlullah’ın (s.a.v.) sünnetlerini yerine getirirsek zaten nefise yer kalmaz. Bu din en güzel yaşayan Rasûlullah’tır. İşte onun sünnetlerini yaptığımız zaman nefse daha yer kalmaz. Kalkmış su dağıtmış, yeri süpürmüş, dul kadınlara su getirmiş, hurma getirmiş, onların ihtiyaçlarını görmüş, eşyasını kendi yığmış. Biz bunu yaptığımız zaman bizde nefis kalır mı? Daha kalmaz!... Hûuu… Öyle değil mi?
Abdullah Farukî El-müceddidî(k.s.)hazretleri'nin 'Ahlâk Anlayışı'
Özlenen Rehber Dergisi 129. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.