Özlenen Rehber Dergisi

128.Sayı

Alışveriş Çılgınlığı

Berda AKSOY ÇETİN Özlenen Rehber Dergisi 128. Sayı
Alışveriş hayatımızın bir vazgeçilmezi olarak gönüllerimizin zirvesine ulaşmıştır. Alışveriş yapmak aslında insanoğlu için en lüzumlu durumlardan bir tanesidir ancak lüzumluyu lüzumsuza çeviren bir alışveriş mantığına sahipsek bu, ’daha çok aldığını’ sanarak yapılan ’verişi’ doğrular. Biraz aralayacak olursak; ihtiyaç dışında yapılan alışverişi kenara koyarak ifade edeceğiz. Gereklilik hali bambaşkadır ve insan yaşadığı sürece gün ve hatta saat içerisinde bile bir takım gereksinimlere ihtiyaç duyar. İhtiyaçlarını karşılamak için alışveriş yapmak kişinin en tabii hakkıdır, ’amaç’ın ise hakikaten ihtiyaç karşılamak olması en çok istenendir. Ancak amacımız çoğu zaman ihtiyaçlarımızı karşılamak olsa da bazen içimize sinmiş ya da hapsolmuş başka nedenler de olabilir. Mesela akıl, kalp ve hisler/nefis yeri geldiği zaman çok güzel bir dayanışma içerisinde kişiyi hareket ettirebiliyor.
Kişinin bir giysiye ihtiyacı olabilir. İhtiyacı doğrultusunda alışveriş ediyorsa ne ala ama ihtiyacı doğrultusunda alışveriş yapmak yerine fazlasını alarak özellikle ’indirim var’ çekiciliğine kapılıp bir alacakken üç beş almaya başlıyorsa bu başta söylediğimiz lüzumlu/lüzumsuz ikilemini gündeme getirir. Yani söylemek istediğim, bir yerlerde indirim var diye fazla fazla bir şeyler almak ihtiyaç olmaksızın, rengini beğendim diye ya da yeni trende uyum sağlayayım diye alışveriş yapmak insanda hep daha fazlasını isteme arzusu olan ve doyumsuzluğun açıklaması olan nefsi besler ki bu da zaman geçtikçe önüne geçilemeyen hüsranlara yol açar.
Bir de özel günler var. İnsanların duygularını harekete geçiren doğum günleri, yıl dönümleri ve yakın zamanda geçirmiş olduğumuz bayramlar… İnsanlar sevdiği, değer verdiği kişilerin varlıklarından dolayı mutluluk duyabilirler, bunu karşılıklı bir şekilde ifade etmeleri de mutluluk verici olabilir ancak genellikle abartı şeklinde gerçekleştirilen, israfı ve hükmünü unutan çoğu insanımız bu şekilde kutlamalara çokça özen gösteriyor. Verilen yüklü meblağlar ve hazırlanan onca yiyecek, büyük çaplı diğer milletlere özenti olarak ’yaş günü partisi’ ya da ’falancanın 10. yılı kutlaması’ adında toplanarak çeşitli eğlence ortamlarını oluşturuyor. Bunları gayri Müslimler yapabilir, dış ülkeler bu günlere özen gösterebilir ancak bizim de ehemmiyet göstermemiz gereken kutsal hem de çok özel günler var. Mesela bayram çok güzel, bayramlaşmak, akraba ziyareti yapmak ne güzel bir gelenek.. Ancak bu geleneği yanlış kullanırsak bu da büyük bir çizgi olarak defterimize düşülür.
Bir de son zamanlarda hızla çoğalan ve herkesin ilgi odağı olan alışveriş merkezleri var. İlk etapta birçok ihtiyacımızı gideren yan yana mağazaların alıcılarını beklediği derli toplu alışveriş mekanı diye gözümüze çarpar. Daha çok sokak, mağaza gezmeyerek bütün alışverişi buradan pratik bir şekilde yapıp çıkarım diye düşünürüz birçoğumuz. Daha kısa sürede ihtiyaçlarımızı giderdiğimiz yanılgısına da sahibiz. Ancak avm’ye girdiğimiz andan itibaren başka dünyaya adım atıyoruz. Dışarıdaki hayat ile, gökyüzü ile ilişkisini kesen, saatlerden uzak bir dünya… Albenili alışveriş merkezlerinde anneler çocuklarını da eğlendirerek farklı bir dünya içinde alışıyor ve mayışıyor. Vitrinler o kadar renkli ki gözler doymuyor, kapılıp gidiliyor adeta. Bu durum genellikle ihtiyaç dışı yapılan alışverişlerde böyle oluyor. İslami terbiye ve tezkiyeden tam anlamıyla nasip alamamış insanoğlu doyumsuz ve açgözlüdür. İhtiyaç denildiği zaman hiç olmadık şeylere bile ihtiyaç olsa da olmasa da arzu istek olur. Peygamberimiz (s.a.v.) "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder." (Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116) buyurarak insanlardaki doymak bilmeyen ihtiyaç arzusunu açıklamıştır. Bizler hakikaten ihtiyaçları belirleyerek ona göre tüketim yapmalıyız. İstek ve arzulara göre ihtiyaç belirlemeye kalkarsak o zaman sınırı olmayan bir alışveriş karambolüne doğru adım atmış oluruz.
Lüzumsuz yere yapılan alışverişin, tüketimin de israf olduğu, israfın da haram olduğu bilinen bir gerçektir. Bir alışveriş yapılacağı zaman tüm hükümlerin bilincinde bir alış yapmalıyız ki çizgiyi de kaçırmamış olalım. Âyet-i Kerime’de şöyle buyrulmuştur: ’Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü O (Allah) israf edenleri sevmez.’ (Araf, 7/31) Bu yüzden tüketim ihtiyaçlarımızı ne savurganlık derecesine çıkarak ne de cimrilik derecesine düşerek sınırında yapmalıyız. Tabii kendimizden müşkül durumdakileri de göz ardı etmeyerek..
Türkiye istatistik kurumu 2013 Eylül ayı verilerine göre nüfusun yüzde 16,3’ü yoksulluk sınırının altında kalmaktadır. Bizler sadece kendi halimiz ile meşgul olarak, etrafımızdaki görmeyip kendi nefsimize alım yaparak ancak arzularımızı besleriz, büyütürüz ve gün geçtikçe doyuramaz hale geliriz. Çoğumuz komşumuz aç mı tok mu bilmiyoruz. Ama Türkiye’nin %16’sı açlık sınırı altında kabul edilmektedir. Üstelik bu rakam, alım/verim gücünün hergeçen gün arttığı günümüzde tespit edilmiştir. Demek ki refahı yükselen bizler, biraz da etrafımıza bakmamız gerekiyor değil mi..
Biz fuzuli alışverişi yererken, hatanın illa alınan fazla bir giysi vs. ile olmayacağını da söylemiş oluyoruz. Zira kimilerinin evinden birçok ekmek atılıyorken, evine ekmek girmeyenler de var. Ya da ülkemiz dışına bakacak olursak; Afrika ülkelerinde, Somali’de, Arakan’da ve daha henüz görmediğimiz, haberdar olmadığımız birçok Müslüman ülkede açlıktan, susuzluktan hayatını kaybeden insanlar var. Ülkemizdeki yoksul insanlar, onların ülkelerindeki zenginlere eşdeğer geliyor. Müslüman kardeşlerimiz açlık ile mücadele ederken bizlerin özel günlere ehemmiyet göstermesi, aşırı tüketimi ve ihtiyaçsız ihtiyaç bahanelerimiz bize nerede ve ne zaman fayda sağlar ki? Varsa ekonomik yönden kuvvetimiz bunu en güzel şekilde kullanmalıyız. Kendimizi düşündüğümüz kadar etrafımızdaki insanları da düşünmek ile yükümlüyüz.
İhtiyaç dışı tüketimin sevimli hale getirilmesinin bir sebebi de reklamlar, afişlerdir. Şimdilerde hemen her şeyin tanıtımı mevcut. Ürünlerin özelliklerini tanıtmanın dışında insanların duygularını hedef alan reklamlar öyle can alıcı noktalara değiyor ki toplum keyifle alışveriş yapıyor. Reklamlar sadece tanıtımdan ibaret olsa bir sorun olmayacak belki, ancak reklamdan çok gösterişi, aklı, fikri, nefsi duyguları tahrik edici bir yapıda hazırlandığı için amacın çok dışında talep görüyor. Hatta bazen öyle tanıtım filmleri oluyor ki ancak en sonunda ürünün ismi çıktığı zaman idrak edilebiliyor neyin tanıtılmak istendiği. Yani tanıtılmak istenilen üründen çok, gösterişli insan/obje vb. sunulup, ürünün adını da kapanış gibi göstererek asıl amacı gizli tutuyorlar. Amaç tanıtmak değil (!) ya sanki! Böyle yaparak toplumsal tüm kesime hitap edilebiliyor.
Hele çocukları kapsayan tanıtım filmleri... Mesela bir bisküvi reklamını dikkate alalım. Yiyecekleri o kadar güzel, renkli ve sevimli bir hale getirmişler ki çocuk da elindeki bisküvi ile konuşmak, ona ulaşmak, gördüklerinin aynısını yaşamak istiyor. Burada ebeveynlere büyük iş düşüyor. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığı, gerçeğini hem en basit hem de en gerçek bir şekilde kapasiteyi de aşmayarak anlatmak gerekiyor. Sunulan hayal dünyası ile gerçek hayat arasındaki geçişi küçük yaşta kazanamayan her insan ileri ki dönemlerde o geçişi yapamaz ve reklamların albenisine kapılır.
Sınırında alışveriş yapmak aslında güzel bir şeydir, insanın gerçek ihtiyaçlarını karşılaması en tabii hakkıdır. Ancak bu alışverişi, yukarıda saydığımız nedenlere istinaden yapıyorsa bir kişi, o zaman çılgınlık boyutuna ulaşır ve sonuçlarına da -önce- bu dünya katlanır… Bu mühim yanılgıdan kurtulabilmek için en önemli etken insanın bilinçli olmasıdır. Hemen her konuda üzerine basarak bilinçli olmanın gerekliliğinden bahsediyoruz. Peki nasıl bir bilinç? Çoğu problemin sebebi insanın kendi (istek, arzu, nefis)’sidir. Çözümü bulacağı adres de kendisidir. Burada Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.)’in uyarısını yeniden hatırlayalım: "Âdemoğlu için iki vâdi dolusu mal olsaydı, mutlaka bir üçüncüyü isterdi. Âdemoğlunun iç boşluğunu ancak toprak doldurur. Allah tevbe edenleri affeder." (Buhârî, Rikâk 10; Müslim, Rikak 116) ’Nasıl bir bilinç?’ diye sormuştuk ya. İşte; inandım, yoluna camım kurban dediği Peygamberinin bu nasihatiyle ne demek istediğini iyice idrak edip dünyaya karşı mesafesini iyi ayarlayan bir kulun bilincidir, kast olunan. Dünyanın oyuncağı olan bin insanda bu bilinçten ne bulunur sizce?.
Evet, sorun çözülemeyecek kadar girift değil aslında; yeter ki sıkıntının varlığını idrak edelim, önderimize madde ve manada tabi olma gayretine samimi olalım ve çözüm için çaba gösterelim.
Sonuç
Ahirette; ’aslında şunlara da ihtiyaç yokmuş, bunların hesabını nasıl vereceğim’ diyeceğimizi şimdiden idrak edemiyorsak, en azından konunun ciddiyetini, birçok Afrika ülkesinde açlıkla mücadele eden mümin kardeşlerimizin vahim durumlarına bakarak anlamaya gayret edelim. İşte o zaman lüzumlu/lüzumsuz ayrımını vicdanen kolayca yapabilecek bu bilinci alışverişimize yansıtabileceğiz.
Hasılı, ölümün bir hakikat olduğunu unutup, modernizmin getirdikleri ile ilerlersek hayata, bugün alışverişle çılgınlık yaparız yarın da, ’her çılgınlığın bir bedeli vardır’, hüküm levhasıyla karşı karşıya kalırız.
Rabbim tüm müminlere, Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.)’in ahlakıyla ahlaklanmayı, dünya ve ahiretimize taalluk eden her konuda O’nun (s.a.v.) yolundan zerre miskal ayrılmadan Daru’s-Selâm’da buluşabilmeyi lütfetsin….
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.