Tasavvufa Dair Bazı Şüphelerin Giderilmesi
2. Mektub
Abdullah Fârûkî el-Müceddidî (rh.a.)
Bismi’llâhi’r-Rahmâni’r-Rahîm
Cenâb-ı Hakk’a hamd u senâdan sonra Cenâb-ı Ahmed (s.a.v.) ki, âlemlerin yaratılmasına sebep olmuştur, O’na, âline, ashâbına ve O’nu takip eden bütün Müslümanlara tahiyye ve selâmların en üstünü olsun.
Sevgili kardeşlerim, göndermiş olduğunuz kıymetli mektubunuzu aldım, okudum; âyet ve hadîslerin ışığında delillerle sorularınıza cevap yazıyorum.
1. sorunuzda; Allah (c.c.) bize şah damarımızdan daha yakınken ve Zümer Sûresi’ndeki 3. âyette Mekkeli müşriklerin putları Allah (c.c.)’a yaklaşmak için vesîle yaptıkları anlatılırken, Cenâb-ı Allah (c.c.)’ya bir “şeyh” vâsıtasıyla yaklaşmanın buna benzerliğinden ve bu işin de yanlış olduğundan bahsediyorsunuz.
Aziz kardeşlerim! Cenâb-ı Hakk (c.c.) sizleri de bizleri de sırât-ı müstakîm üzere dâim kılsın. Âmin!
Hz. Muhammed (s.a.v.) getirdiği tevhîd akîdesi ile bütün sahte put, tâğut ve ilâhları nefy etmiştir. Cenâb-ı Hakk (c.c.)’nun vahdâniyyetini ve kendi peygamberliğini ilân etmiştir. “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Rasûlullah” kelime-i tayyibesini ömrünün sonuna kadar tebliğ etmiştir. Cenâb-ı Hakk (c.c.) da 23 sene zarfında zaman zaman kullarına ilâhî mesajla rızâsını kazandırmak ve yakınlığına erdirmek için yollar göstermiştir. Konumuz olan ise “vesîle”yi Mâide Sûresi 35. âyette açıklamıştır. Meâli:
“O’na ulaşmaya yol (vesîle) arayın.”
Şöyle ki; Hz. Âdem (a.s.) cennetten çıkarıldıktan sonra 300 sene veya buna yakın bir zaman ağladı, sızladı, affedilmesi için yalvardı. Senelerce, asırlarca bu dualarına, yakarışlarına iltifât olunmadı. Daha sonra Hz. Muhammed (s.a.v.)’i vesîle edince Cenâb-ı Hakk (c.c.) duasını kabûl etti.
Hadis metin olarak şu şekildedir: Ömer b. Hattâb (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Âdem hata işleyince:
‘Yâ Rabbi, Muhammed’in hakkı için beni affet!’ dedi. Allah (c.c.): ‘Ey Âdem, henüz yaratmadığım halde Muhammed’i nasıl bildin?’ buyurdu. (Âdem): “Ey Rabbim, muhakkak ki sen, beni elinle yaratıp da bana ruhundan üflediğin zaman başımı kaldırdım ve Arş’ın direkleri üzerinde yazılı olarak ‘Lâ ilâhe illallâh Muhammedün Rasûlullah’ı gördüm. Bildim ki, isminin yanına ancak mahlûkatın sana en sevgili olanını(n ismini) eklersin.” dedi. Allah (c.c.) buyurdu ki: “Doğru söyledin ey Âdem. O, bana mahlûkatın en sevgilisidir. Onun hakkı için bana dua et.
Muhakkak ki seni affettim. Eğer Muhammed olmasaydı, seni yaratmazdım.” (Müstedrek Ale’s-Sahîhayn, Hâkim; Beyhakî, Delâili’n-Nübüvve)
Vesîle, Peygamberlerle yapılabildiği gibi evliyâların sâlih amelleri ile de yapılabilir. Bilindiği gibi Buhârî ve Müslim’in tahrîc ettikleri bir hadiste eski ümmetlerden üç kişinin yolculuklarında bir mağaraya girdikleri ve bir taşın mağara kapısını kapattığı, o üç kişinin amelleriyle tevessül ettiklerinde mağara kapısının açıldığı yazılıdır. Görülüyor ki sâlih amellerle vesîle edilip hâcetimizin kazâsı dilenebilir.
Şimdi de evliyânın vesîle yapılmasıyla ilgili örnekler verelim:
Hz. Ömer (r.a.) zamanında kıtlık olması, yağmur yağmaması ile sıkıntıya düşmelerinde, Hz. Ömer (r.a.), Hz. Abbas (r.a.) ile tevessül ederek dua etmiştir. Duasında:
“Yâ Rabbi! Bu amme-i Rasûlullah’tır (Rasûlullah’ın amcasıdır); bunun için bize yağmur yağdır.” demesi ile yağmur yağmıştır. (İbn-i Hacer’in ibaresi, Şevâhidü’l-Hak, s. 126–129.)
***
Rasûlullah (s.a.v.)’in huzuruna âmâ olan bir adam gelerek gözlerinin açılması için nasıl dua etmesi gerektiğini sordu. Rasûlullah (s.a.v.):
“Dilersen dua edeyim, dilersen sabret, karşılığı cennettir.” buyurdu. Âmâ:
“Yâ Rasûlallah! Kimsem yoktur ki elimden tutsun, cemaate getirsin, gezdirsin. Bu hâl bana ağır geliyor; siz bana dua edin.” diye ricâ etti.
Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) adama:
“Güzelce abdest al, iki rekât namaz kıl ve Cenâb-ı Hakk’a gözlerinin açılması için beni vesîle ederek dua et.” dedi.
Adam bunları yaptı ve hemen gözleri açıldı. (Neseî ve Tirmizî, Beyhakî de bu hadîsi sahîh kabûl etmiştir.)
Burada dikkat edilecek bir nokta var: Cenâb-ı Rasûlullah (s.a.v.)’in doğrudan doğruya bu sahâbîye doğrudan doğruya dua etmemesinde ve ona yukarıdaki yolu tâlim etmesindeki hikmet odur ki, bir arzu, bir ihtiyaç ve maksat hâlinde kişinin Cenâb-ı Hakk’tan ihtiyâcının kazâsı için Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz’i vesîle ederek bu yolun dâimî açık kalmasıdır. İnsanların ve Peygamberlerin âhirette de şefaatçisi Hz. Rasûlullah (s.a.v.)’dir. Vesîle, tevessül, istiğâse diyelim, bu kelimeler mânâ bakımından aynıdır. Böylece bütün insanların felâhı O’nun şefaati ile olacaktır. (Şevâhidü’l-Hak, s. 139–140)
***
Mesele şudur: Mü’minlerin vesîlesi, müşriklerin putlara ibâdet etmeleri ile Allah (c.c.)’ya yaklaşmak istemelerine mukâyese edilemez. Müşriklerin bu hareketleri temelde tamamen farklı ve ayrıdır. Onların bu hareketleri tamamen şirktir. Zira onlar putları şefaatçi bildikleri gibi aynı zamanda putları ibadete lâyık görerek yaptıkları bu ibadet Allah nezdinde makbûl olur kanâatine sâhiptiler. Putlara secde etmeleri, kurban kesmeleri, putların adını anarak işe başlamaları bu dediklerimizi tamamen ispat eder. Hâlbuki ibâdetlerin her yönü ile Allah’a yapılması tevhîd akîdesinin vecîbelerindendir.
Müşriklerin akîdelerini özetle ifâde edecek olursak, bunların putlara olan inançları Allah (c.c.)’ya olan inançlarından daha kuvvetlidir. Çünkü dedelerinden ve babalarından süregelen inançlarına göre her hayrın ve şerrin fâili bu putlardır. İşte bu inançlarından dolayı Allah (c.c.)’ya olan imanları gölgeleniyor ve ikinci plâna düşüyor. İşte bu îtikadları sebebiyle tevhîd akîdesini zedeliyorlar ve bu hareketleri ile de şirk yapıyorlar. Fakat İslâm’daki tevessül, vesîle, istiğâse, şefâatin mânâ ve rûhuna tevhîd akîdesi hâkimdir.
Bu mânâdandır ki her mü’min, kâinatta olup biten hâdiseleri yâni harekât ve sekenâtların tek Hâlikı ve fâilinin Hz. Allah olduğunu kabûl eder. Bunun için hiçbir muvahhid, şefaat, istiğâse, tevessül ve vesîleyi müşriklerin yaptığı gibi çeşitli putlara tapmakla karıştırmaz. Zaten tevhîd akîdesi bu sahte ilâhları, tâğutları, putları nefy ediyor. Müşrikler ise bütün ihtiyaçlarını bizâtihî putlardan istiyorlardı. Onları birinci derecede görüp güçlü bir ilâh nazarı ile bakıyorlardı.
Mü’minler ise hiçbir zaman ihtiyaçlarını doğrudan doğruya direkt olarak bir Peygamberden, bir evliyâdan ve hiçbir yaratıktan istemezler. Bütün ihtiyaç ve umûrlarını Cenâb-ı Hakk’tan isterler ve yalnızca Cenâb-ı Hakk’a ibâdet ederek bütün yardımları da Cenâb-ı Hak’tan bilirler. Bu ince noktalara çok dikkat etmek lâzımdır.
Hz. Rasûlullah (s.a.v.) bir hadîs-i şerîflerinde:
“Bütün ihtiyaçlarınızı Cenâb-ı Hakk’tan isteyiniz.” diye buyurmuşlardır.
Burada dikkat edilecek ince bir mânâ var. Şudur ki, müşrikler ihtiyaçlarını putlardan istiyorlar, Müslümanlar ise Cenâb-ı Hakk’tan istiyorlar. Ve bu dualarımızın çabuk kabulü için de Peygamber ve sâlih kişileri vesîle ederek isterler. Zâten bu yolu da Cenâb-ı Hakk kullarına alıştırıyor.
Mü’minlerle müşriklerin işlerini birbirine benzetip karıştırmamak lâzımdır. Bütün dinlerde ibâdetler vardır, fakat Hz. Rasûlullah (s.a.v.) dâimâ onlara muhâlefet etmiştir. Bir örnek:
Bir gün bir bedevî gelip: “Yâ Muhammed! Senin peygamber olduğunu işittim, doğru mu?” diye sorar. Efendimiz (s.a.v.) de:
“Saâdetle evet. Ben peygamberim.” der. Bedevî:
“Senin peygamber olduğunu nasıl bileyim, bana olağanüstü bir şeyler göster ki inanayım.” der. Rasûlullah (s.a.v.), önlerinde duran bir ağacı gösterir:
“Git bu ağaca benim çağırdığımı söyle.” der. O da ağaca:
“Seni Muhammed (a.s.) çağırıyor.” der. Ağaç da gelir:
“Buyurun yâ Rasûlallah! Beni çağırmışsınız.” der. Efendimiz (s.a.v.) de:
“Benim kim olduğumu bu adama söyle.” der. Ağaç da:
“Sen bir olan Allah’ın kulu ve peygamberisin.” der. Böylece ağacı gönderir. O adam der ki:
“Yâ Muhammed! Senin bu büyüklüğün karşısında sana bir secde edeyim!” Rasûlullah (s.a.v.) ona:
“Ben de senin gibi bir kulum. Secde bir olan Allah’a yapılır!” diyerek mânî olur.
Efendimiz (s.a.v.) yine bu hâli ile de tevhîdi açıkça târîf ediyor. Eskiden Araplarda üstün meziyetli insanlara secde etme vardı. İslâm onu da sildi ve “Bütün mahlûkun, mâbûdu Allah’tır.” diye bildirdi.
***
Âyet ve hadîslerin ışığında açıkça görülüyor ki, gerek Peygamberler olsun, gerek velîler olsun ve gerekse a’mâl-i sâlihaları vesîle etmek; Cenâb-ı Hakk’a ihtiyaçlarımızı arz edip dua yoluyla hâcetlerimizin kazâsıdır. Bu şekildeki hareketler Rasûlullah (s.a.v.)’ın sünnetlerindendir, müşriklerin yaptığı şirk nevinden değildir. Bu gibi fikirler Vahhâbîlerin Müslümanlar arasında fitne çıkarıp, kalplerini ve akıllarını çelip karamsarlığa itmelerinin bir sonucudur. Bu fikrin hocası Vahhâbîlerin başı olan Muhammed b. Abdülvahhâb ismindeki zındıktır.
İnsanlar arasında yardımlaşma, tavassut etme dînimizin emirlerindendir. Cenâb-ı Hakk:
“(...) Her şey için bir sebep vardır.” (Kur’ân-ı Kerîm, 18/84) buyurarak bütün işleri birbirine bağlıyor.
Yeryüzünde insanların bütün işleri birbirine bağlı gibidir. Bu tür işlerde yardımlaşıp birbirimizin işlerinde yardım istememiz şirk mi olur?!
Ve’s-selâmu alâ men ittebe’a’l-hüdâ.
Abdullah Ç. Fârûkî
Not: Mustafa Atasoy, Ömer Sayar, Davut G. Benli efendi kardeşlerime selâm ve dualarımı bildiririm.
*Bu mektup 1985 yılında Taşova’da mukîm bir grup genç tarafından Hoca efendi’ye gönderilen sorulara cevap olarak yazılmıştır. Üstâdımız bu mektûbu sağlığında bir risâle şeklinde yeniden düzenlemiş, bâzı ilâvelerle ve “Vesîle” başlığıyla, kitapları basılırken “İslâm’da Zikir ve Râbıta” adlı eserine III. Bölüm olarak almıştır.
(Bk. s. 95–112.) Biz burada mektubun orijinalini aynen verdik.
Tasavvufa Dair Bazı Şüphelerin Giderilmesi - 2.mektup
Özlenen Rehber Dergisi 60. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.