İnsanlar var oluşundan günümüze gelinceye kadar çevreyi kendi istekleri doğrultusunda kullanmış ve doğayı değiştirme gayreti içerisinde olmuştur. İnsanoğlunun doğayı bilinçsiz bir şekilde kullanması, içinde yaşadığı çevre ile arasında var olması gereken uyumu bozmuştur. Hızlı nüfus artışı ve sanayinin hızlı gelişimi, çevre sorunlarını gündeme getirmiş, nehirlere, göllere ve denizlere hatta toprağa arıtılmadan bırakılan bol miktardaki sanayi atıkları çevrenin aşırı kirlenmesine neden olmuştur. Tüm bunların sonucu olarak dünyamız aşırı ve hızlı bir şekilde kirlenmiştir. Kirlilik, hava, su ve toprakta, ayrıca yaşadığımız çevremizde hat safhaya ulaşmıştır.
Sağlıklı ve temiz bir ortam, insanı ruhen ve bedenen sağlıklı tuttuğu gibi, pis ve kirli bir ortam, ruhu sıkar. Çeşitli bedeni ve ruhi hastalıklara zemin hazırlar. İnsan, çevreyi tanımayı ve doğru kullanmayı, onunla uyum içinde yaşamayı öğrenmelidir. Kirletilmiş, bozulmuş bir çevrede insanın sağlıklı bir şekilde yaşaması mümkün değildir. İnsanoğlu imar etmesi için gönderildiği yeryüzünü, kendi elleriyle yaşanılmaz hale getiriyor. Kanalizasyon ve endüstriyel atık sularının, denizlere ve akarsulara bırakılması ile sularımız kullanılmaz hale gelmiştir. Özellikle çevreye duyarsız fabrika bacalarından kontrolsüzce çıkan zehirli gaz ve pis dumanlar havayı kirletmektedir. Verimli toprakların yerleşim ve endüstri yerleri, turistlik bölgeler vb. tarım dışı olarak kullanımı tarım alanlarının yok olmasına ve daralmasına neden oluyor. Erozyon, çoraklaşma, aşırı gübre ve yanlış ilaç kullanımı toprakları verimsiz hale getirerek toprak kirliliğine neden olmaktadır. İstenmeyen ve bütün canlıları rahatsız eden, insanın işitmesini ve çevreyi algılamasını olumsuz yönde etkileyen, kişisel ve toplumsal yaşam kalitesini bozan sesler gürültü kirliliğini oluşturmaktadır. Çarpık ve alt yapısız kentleşme, trafikte yaşanan yoğunluk, çağın gereği olarak insana sunulması gereken hizmetlerin yetersizliği de önemli çevre kirliliklerindendir. Ormanların bilinçsiz yok edilmesi yaşadığımız evimizin, apartmanımızın, sokağımızın, mahallemizin ve şehrimizin temizliğine dikkat edilmemesi, yeşilden yoksun olması, kirliliği bir kat daha arttırmaktadır. Allah (c.c) güzel ve temiz olanı sever. ’Temizlik imanın yarısıdır? hadis-i şerifi bizlere bu konularda düstur olmalıdır.
Bu tabii düzen, Yüce Allah tarafından yaratılmış ve bize bahşedilmiştir. Canlı olsun, cansız olsun her şeyin fiziki kıymetinin ötesinde manevi bir değeri de vardır. Bu, Allah’ın insana verdiği değerin bariz bir göstergesidir. Kur’ân-ı Kerim, yeryüzü ve gökyüzündeki canlı cansız bütün varlıkların belli bir ölçü ve dengeye göre yaratıldığını beyan eder (Kamer suresi, 54/49). İnsanın, tabiattan faydalanması esnasında bu ölçü ve dengeyi bozmaması gerektiğine dikkat çeker (Rahman suresi, 55/7?12). Aksi takdirde insanın doğaya yaptığı tahribatın neticesi olarak zarar göreceğini de ifade eder (Rûm suresi, 30/41). Bu temele dayanarak, Müslümanlar çevreye her zaman sahip çıkmışlardır. Savaş esnasında bile ağaçların kesilmesi, ekinlerin yakılması gibi çevreyi tahrip edici işler yasaklanmıştır. Çünkü çevreye yapılan bir kötülük, Allah’a (c.c.) karşı yapılan kötülük olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Rasûlullah (s.a.s) Mekke’yi fethettiği gün yaptığı iş, Mekke’nin tahrimidir. Yani orada kan dökülmez, hayvanları öldürülmez, otları yolunamaz, ağaçları kesilemez. Bu, İslâm’ın çevre korumasında, meskûn mahallerin tahribatının önlenmesinde, tabii dengenin muhafazasında aldığı ilk örnek tedbirlerden biridir. Hz. Peygamber (s.a.s.) gölgesinde yolcuların ve hayvanların gölgelendiği ağacı kesmeyi yasaklamış ve kesene beddua etmiş, lanetlemiştir. (Ebû Dâvûd, Edeb 159) Ayrıca Efendimiz (s.a.s.) yaşadıkları şehrin temiz tutulması yönünde emir ve tavsiyelerde bulunmuş, bitki ve hayvanların korunmasına özen göstermiştir. Yine Efendimiz (s.a.s.) durgun sulara idrar yapılmamasını (Buhari, Vudû 68), içme sularının yakın çevresine çöp dökülmemesini emretmiştir. ’Kıyamet kopmaya yakınken elinizde bir ağaç fidanı var ve onu dikmeye vakit bulabilirseniz onu dikin’ (Buharî, Edebu’l-Müfred), ’Her kim boş, kuru ve çorak bir araziyi ihya ederse bu amelinden dolayı Allah tarafından mükâfatlandırılır. Herhangi bir canlı ondan faydalandıkça orayı ihya edene sadaka yazılır’ (Münavi, Feyzu’l-Kadir, 6/33) buyurmuştur.
Her an teneffüs ettiğimiz havanın, ışık ve ısısına muhtaç olduğumuz güneşin, havaya oksijen üreten ve bize psikolojik bir haz veren yeşilin, içimizi açan berrak mavi gökyüzünün, kıymetini, bunlar kullanılamaz hale geldiğinde fark ederiz. İnsan için ne büyük bir değer olduklarını o zaman anlarız. Müslümanlar olarak Allah’ın bizlere sunduğu ve üzerinde tasarruf imkânı verdiği yeryüzünü, Kur’an’ın ışığında imar edelim. Kâinat ve içerisindeki canlı cansız her şeyin Allah’ın varlığının delili olduğunun idraki içinde olalım. Ahiretten bir beklentisi olmayan, dünyevi çıkarları uğruna, insanlığı ve üzerinde yaşadığımız yeryüzünü, yaratılışındaki dengeyi bozarak felakete götürmek isteyenlere fırsat vermeyelim. Tabiata karşı yapılan saygısızlığı bir de, bu sanatı icra eden sanatçıya yani onu var eden ve bizlere emanet edene karşı yapıldığını düşünelim. Göreceğiz ki konu, sadece çevreyi kirletmek değildir?
Düşünce & Yorum..islâm Çevre ve İnsan
Özlenen Rehber Dergisi 56. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.