Kırıkkale Radyo-Televizyonu’nda
Abdullah Fârukî el-Müceddidî (k.s.) ile Yapılan Sohbet - III
’Peygamberimiz’i rüyada görmek haktır ve saâdettir.?
-Evet Efendim, Biraz tasavvufun içerisine girelim. Efendim şeytan, mürşid kılığına girerek görünebilir mi? Çünkü bazıları ’Ben mürşidimi gördüm, bana mesajları oluyor.? diyorlar. Bunların hepsi sahîh olabilir mi? Yanılgı olabilir mi?
-Şimdi, eğer mürşid-i kâmil ise, hakîkaten Peygamber’in vekîli ise, yani icazetli ise, diplomalı ise bunlar Peygamber vekili oldukları için şeytanlar peygamberlerin suretine giremedikleri gibi, bu yüksek velîlerin de suretine giremez. Bunun hakkında hadîs-i şerîfler de vardır.
Hanefî imamlarından Şeyh Ekmelüddin Şerh-i Meşârik adlı eserinde Peygamber Efendimiz’in: ’Kim beni düşünde gördüyse hakkıyla beni görmüştür...? hadîs-i şerîfinin şerhinde: ’Mürşid-i kâmiller peygamberlerin vârisleri olduğu için onları gören de bu mânâya göre Rasûl-i Ekrem’i görmüş gibi olurlar. Çünkü mürşid-i kâmiller bu yolun mukaddimi olmaları sebebiyle Cenâb-ı Hakk’a açılan kapılardır. Rasûlullah’a ulaşan halkalardır.? demiştir.
Zübdetü’l-Buhârî’de rivayet olunur ki Peygamberimiz (s.a.v.): ’Beni düşünde gören uyanıkken de görecektir. Şeytan benim kılığıma giremez.? (İbn Mâce, Hadîs No: 3904) ’Kim beni düşünde gördüyse hakkıyla beni görmüştür. Zira şeytan benim şeklime giremez!? buyurur. (İbn Mâce, Hadîs No: 3906)
Bu hadis-i şeriflerin şerhinde ayrıca şöyle denmektedir:
Efendimiz’in mübârek kılığına girmek için şeytana müsâade edilmemiştir. Kim O’nu düşünde görürse, ister hakikî şeklinde, ister başka şekillerde olsun doğru rüyadır. Tam simasıyla görürse hak, başka surette görürse saâdettir. Sûfîlere göre ?tasavvuf ehline göre yani- Peygamberimiz’i rüyasında gören bahtiyarlar, murakabe ve rabıta ânında uyanıkken de görürler. Bu, birçok iyi kişilerin başına gelmiştir. Rüyada O’nu görüp zor işlerini anlatmışlar, çaresini bulmuşlar, dünya ve âhiret belalarından kurtulmuşlardır.?
Şimdi bu şekilde mürşid-i kâmiller de Rasûlullah’ın vekilleri oldukları için korunmuşlardır. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki: ’Peygamberler mâsumdurlar; Allah tarafından korunurlar. Velîler de mahfuzlardandırlar; Allah tarafından onlar da muhâfaza edilirler.?
Şimdi bu çerçeve içerisinde şeytanın buraya nüfuzu mümkün değildir. Bunu bir övünme için söylemiyorum, hâlen bizde yüzlerce gerek kadın gerekse erkek, gerek murakabe yoluyla, gerek rüyalarında, ve de gerekse açıktan açığa Rasûlullah’ı (s.a.v.) görenler var elhamdülillâh. İşte bu konudaki hadîs-i şerîf de buradadır, kaynağını da veriyoruz.
-Peki, özel bir soru; siz gördünüz mü Efendim?
-Elhamdülillâh, ders aldık bizzat kendisinden; çok gördük. Fenâ fi’ş-Şeyh olmak için Rasûlullah’ta fenâ olmak lâzım. Meselâ; şimdi fenâ fi’ş-Şeyh nedir, fenâ fi’r-Rasûl nedir, isterseniz bunlarla ilgili birkaç kelime söyleyeyim.
-Tabi Efendim. Buyrun!
-Fenâ fi’ş-şeyh demek şeyhinde fenâ olmaktır. Daha geniş anlatayım: Cenâb-ı Hak bütün mahlûkatı yarattığında, insanları da yarattı. Hayır ve şerle dolu, iyi ve kötü ahlâkla dolu olarak insanı yarattı; fakat bu arada eşyayı da yarattı. Cenâb-ı Hak. Eşyayı çok cazibeli yarattı. İnsanların eşyaya karşı zaafları vardır. Kimisi kadın, kimisi çocuk, kimisi araba, kimisi apartman, kimisi daha diğer eşyalar; kimisi ilim, bunlar hepsi insanı Allah’tan ayıran, Allah’tan uzaklaştıran çengellerdir. Yani insanın Allah’a gitmesini önlerler bunlar. Allah dostları bu eşya üzerinde olan sevgiyi, toplar kendinde depo ederler. Tâlipler de ona râbıta yaptıkları zaman karşılığında mürşidlerinden Allah sevgisi alır ve o bir taraftan dünya sevgisini onlardan alırken bir taraftan da sâliklerine Allah sevgisini aşılar. Böylece zaman geçtikçe o sâlik, eşyaya karşı olan o sevgiyi unutur. Eşya aklına bile gelmez. Her zaman mürşidi aklına gelir; öyle olur ki nereye baksa mürşidini görür, ne işitse mürşidini işitir. O hâle gelir ki, artık fenâ olur. Yâni onda fenâ olur. Onda irâdesini kullanamaz olur. Bu tabi, manevî bir hâldir. Bunu dille de târif edemem. Ancak onda fenâ olur ve bu basamağa ayak basar ki bu velîliğin başlangıcıdır.
Gâye bu değil... Gâye fenâ fi’ş-Şeyh değil... Bu, Rasûlullah’a mukaddimedir; Rasûlullah’a açılan bir kapıdır ve dolayısıyla bu mertebeden sonra mürşid artık yolcusunu Rasûlulah’a tevdî eder. Bu sefer o sâlik, her yerde; mânâsında, aklında, fikrinde Rasûlullah’ı görür, Rasûlullah’ı sever, Rasûlullah’ın sözlerinden haz alır. Öyle olur ki, her tarafta Rasûlullah’ı görür, Rasûlullah’ı işitir. Aklı fikri gider. O hâle gelir ki Rasûlullah’ta da fenâ olur. İşte buna fenâ fi’r-Rasûl denir.
Rasûlullah’ı görmeyince fenâ fi’ş-Şeyh olunur mu?
Olunmaz. Ben ilk fenâya erdiğimde Hazret-i Ali’yi gördüm. Beni Hû esmâsıyla fenâ etti. Ağzından bir Hû esmâsı çıktı; ben kendimden geçmişim, bayılmışım ve o zaman Hû’nun esrarı açılmaya başladı. Burası tabi gizlidir; manevîdir. Onun esrarı açıldı bana. Hazret-i Rasûlullah’ta fenâ olacağım zaman Hazret-i Ali kerremallâhu veche, - ki o benim mürşidimdir, ben onda fenâ olmuşum- bana, işte benim hakikî mürşidim diyerek Rasûlullah’ı gösterdi. Ben tabi o ânda ayaklarına kapandım; o kadar ağlamışım ki, zannettim ki, bütün her taraf deniz gibi olmuş yüzüyorum suyun içinde ve o zaman Sevgili Peygamberimiz Aleyhissalâtü ve’s-Selâm Efendimiz: ’Oğlum kalk ve aç gözlerini, konuş!? dedi, elini sırtıma vurdu. O ’Oğlum kalk, gözlerini aç ve konuş’ deyince iki esmânın sırrı verildi: Kelâm ve basîret? Bu büyüklerin yanında fenâ olunca Allah tarafından bir de hil’at veriliyor. Tabi manevîdir bunlar. Cenâb-ı Hakk’ın esmâsının ikisi; Hazret-i Ali Efendimiz’den bir, Rasûlullah’tan iki esmânın sırrı ve esrârı verildi. Tabi Rasûlullah’ı görmeyince bunlar nasıl verilecek?
Ayriyeten de ben itikâftayken -demin okudunuz- bizzat Rasûlullah gelerek kendisi bana ders vermiştir elhamdülillâh? Ben Rasûlullah’tan ders almışım elhamdülillâh...
-Efendim biz sizlerin duânızı...
-Estağfirullah! Biz ümmet-i Muhammed’e hem duâ ediyoruz hem de onlardan duâ talep ediyoruz.
-Evet hakikaten büyük bir heyecanla ve dikkatle sizleri dinledik... Allah sizlerden razı olsun.
-Allah sizden de razı olsun.
-Efendim ne dersiniz bir ilâhî dinleyelim mi?
-Vallâhi hem siz, hem biz, hem de seyircilerimiz çok memnun olurlar.
Abdullah Fârukî el-Müceddidî (k.s.) ile Yapılan Sohbet - III
’Peygamberimiz’i rüyada görmek haktır ve saâdettir.?
-Evet Efendim, Biraz tasavvufun içerisine girelim. Efendim şeytan, mürşid kılığına girerek görünebilir mi? Çünkü bazıları ’Ben mürşidimi gördüm, bana mesajları oluyor.? diyorlar. Bunların hepsi sahîh olabilir mi? Yanılgı olabilir mi?
-Şimdi, eğer mürşid-i kâmil ise, hakîkaten Peygamber’in vekîli ise, yani icazetli ise, diplomalı ise bunlar Peygamber vekili oldukları için şeytanlar peygamberlerin suretine giremedikleri gibi, bu yüksek velîlerin de suretine giremez. Bunun hakkında hadîs-i şerîfler de vardır.
Hanefî imamlarından Şeyh Ekmelüddin Şerh-i Meşârik adlı eserinde Peygamber Efendimiz’in: ’Kim beni düşünde gördüyse hakkıyla beni görmüştür...? hadîs-i şerîfinin şerhinde: ’Mürşid-i kâmiller peygamberlerin vârisleri olduğu için onları gören de bu mânâya göre Rasûl-i Ekrem’i görmüş gibi olurlar. Çünkü mürşid-i kâmiller bu yolun mukaddimi olmaları sebebiyle Cenâb-ı Hakk’a açılan kapılardır. Rasûlullah’a ulaşan halkalardır.? demiştir.
Zübdetü’l-Buhârî’de rivayet olunur ki Peygamberimiz (s.a.v.): ’Beni düşünde gören uyanıkken de görecektir. Şeytan benim kılığıma giremez.? (İbn Mâce, Hadîs No: 3904) ’Kim beni düşünde gördüyse hakkıyla beni görmüştür. Zira şeytan benim şeklime giremez!? buyurur. (İbn Mâce, Hadîs No: 3906)
Bu hadis-i şeriflerin şerhinde ayrıca şöyle denmektedir:
Efendimiz’in mübârek kılığına girmek için şeytana müsâade edilmemiştir. Kim O’nu düşünde görürse, ister hakikî şeklinde, ister başka şekillerde olsun doğru rüyadır. Tam simasıyla görürse hak, başka surette görürse saâdettir. Sûfîlere göre ?tasavvuf ehline göre yani- Peygamberimiz’i rüyasında gören bahtiyarlar, murakabe ve rabıta ânında uyanıkken de görürler. Bu, birçok iyi kişilerin başına gelmiştir. Rüyada O’nu görüp zor işlerini anlatmışlar, çaresini bulmuşlar, dünya ve âhiret belalarından kurtulmuşlardır.?
Şimdi bu şekilde mürşid-i kâmiller de Rasûlullah’ın vekilleri oldukları için korunmuşlardır. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki: ’Peygamberler mâsumdurlar; Allah tarafından korunurlar. Velîler de mahfuzlardandırlar; Allah tarafından onlar da muhâfaza edilirler.?
Şimdi bu çerçeve içerisinde şeytanın buraya nüfuzu mümkün değildir. Bunu bir övünme için söylemiyorum, hâlen bizde yüzlerce gerek kadın gerekse erkek, gerek murakabe yoluyla, gerek rüyalarında, ve de gerekse açıktan açığa Rasûlullah’ı (s.a.v.) görenler var elhamdülillâh. İşte bu konudaki hadîs-i şerîf de buradadır, kaynağını da veriyoruz.
-Peki, özel bir soru; siz gördünüz mü Efendim?
-Elhamdülillâh, ders aldık bizzat kendisinden; çok gördük. Fenâ fi’ş-Şeyh olmak için Rasûlullah’ta fenâ olmak lâzım. Meselâ; şimdi fenâ fi’ş-Şeyh nedir, fenâ fi’r-Rasûl nedir, isterseniz bunlarla ilgili birkaç kelime söyleyeyim.
-Tabi Efendim. Buyrun!
-Fenâ fi’ş-şeyh demek şeyhinde fenâ olmaktır. Daha geniş anlatayım: Cenâb-ı Hak bütün mahlûkatı yarattığında, insanları da yarattı. Hayır ve şerle dolu, iyi ve kötü ahlâkla dolu olarak insanı yarattı; fakat bu arada eşyayı da yarattı. Cenâb-ı Hak. Eşyayı çok cazibeli yarattı. İnsanların eşyaya karşı zaafları vardır. Kimisi kadın, kimisi çocuk, kimisi araba, kimisi apartman, kimisi daha diğer eşyalar; kimisi ilim, bunlar hepsi insanı Allah’tan ayıran, Allah’tan uzaklaştıran çengellerdir. Yani insanın Allah’a gitmesini önlerler bunlar. Allah dostları bu eşya üzerinde olan sevgiyi, toplar kendinde depo ederler. Tâlipler de ona râbıta yaptıkları zaman karşılığında mürşidlerinden Allah sevgisi alır ve o bir taraftan dünya sevgisini onlardan alırken bir taraftan da sâliklerine Allah sevgisini aşılar. Böylece zaman geçtikçe o sâlik, eşyaya karşı olan o sevgiyi unutur. Eşya aklına bile gelmez. Her zaman mürşidi aklına gelir; öyle olur ki nereye baksa mürşidini görür, ne işitse mürşidini işitir. O hâle gelir ki, artık fenâ olur. Yâni onda fenâ olur. Onda irâdesini kullanamaz olur. Bu tabi, manevî bir hâldir. Bunu dille de târif edemem. Ancak onda fenâ olur ve bu basamağa ayak basar ki bu velîliğin başlangıcıdır.
Gâye bu değil... Gâye fenâ fi’ş-Şeyh değil... Bu, Rasûlullah’a mukaddimedir; Rasûlullah’a açılan bir kapıdır ve dolayısıyla bu mertebeden sonra mürşid artık yolcusunu Rasûlulah’a tevdî eder. Bu sefer o sâlik, her yerde; mânâsında, aklında, fikrinde Rasûlullah’ı görür, Rasûlullah’ı sever, Rasûlullah’ın sözlerinden haz alır. Öyle olur ki, her tarafta Rasûlullah’ı görür, Rasûlullah’ı işitir. Aklı fikri gider. O hâle gelir ki Rasûlullah’ta da fenâ olur. İşte buna fenâ fi’r-Rasûl denir.
Rasûlullah’ı görmeyince fenâ fi’ş-Şeyh olunur mu?
Olunmaz. Ben ilk fenâya erdiğimde Hazret-i Ali’yi gördüm. Beni Hû esmâsıyla fenâ etti. Ağzından bir Hû esmâsı çıktı; ben kendimden geçmişim, bayılmışım ve o zaman Hû’nun esrarı açılmaya başladı. Burası tabi gizlidir; manevîdir. Onun esrarı açıldı bana. Hazret-i Rasûlullah’ta fenâ olacağım zaman Hazret-i Ali kerremallâhu veche, - ki o benim mürşidimdir, ben onda fenâ olmuşum- bana, işte benim hakikî mürşidim diyerek Rasûlullah’ı gösterdi. Ben tabi o ânda ayaklarına kapandım; o kadar ağlamışım ki, zannettim ki, bütün her taraf deniz gibi olmuş yüzüyorum suyun içinde ve o zaman Sevgili Peygamberimiz Aleyhissalâtü ve’s-Selâm Efendimiz: ’Oğlum kalk ve aç gözlerini, konuş!? dedi, elini sırtıma vurdu. O ’Oğlum kalk, gözlerini aç ve konuş’ deyince iki esmânın sırrı verildi: Kelâm ve basîret? Bu büyüklerin yanında fenâ olunca Allah tarafından bir de hil’at veriliyor. Tabi manevîdir bunlar. Cenâb-ı Hakk’ın esmâsının ikisi; Hazret-i Ali Efendimiz’den bir, Rasûlullah’tan iki esmânın sırrı ve esrârı verildi. Tabi Rasûlullah’ı görmeyince bunlar nasıl verilecek?
Ayriyeten de ben itikâftayken -demin okudunuz- bizzat Rasûlullah gelerek kendisi bana ders vermiştir elhamdülillâh? Ben Rasûlullah’tan ders almışım elhamdülillâh...
-Efendim biz sizlerin duânızı...
-Estağfirullah! Biz ümmet-i Muhammed’e hem duâ ediyoruz hem de onlardan duâ talep ediyoruz.
-Evet hakikaten büyük bir heyecanla ve dikkatle sizleri dinledik... Allah sizlerden razı olsun.
-Allah sizden de razı olsun.
-Efendim ne dersiniz bir ilâhî dinleyelim mi?
-Vallâhi hem siz, hem biz, hem de seyircilerimiz çok memnun olurlar.
’Ey sâdık! Hâl u harekâtını Hz. Peygamber’e uydur ki taraf-ı ilâhîden, ’râdiyeten merdiyye’ hitabına eresin.?
’Tevhîd ehli, Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in bütün sünnetlerini sever. Çünkü Peygamberimiz (s.a.v)’in her sünneti, tevhîdin bir yansımasıdır.?
’Ey tâlib-i Hak! Rasûl’e dünya ve âhirette tâbi olan, en mesut insan; Rasûl’e tâbi olmayan ise âhirette en şaki insandır.?
’Ey sâlik! Bilesin ki, Cenâb-ı Hakk’a giden yollar Rasûl-i Ekrem (s.a.v)’den geçer. O yollar da sünnet-i seniyyelerdir.?
’Ey sâdık! Rasûl-i Ekrem’i sevmenin alâmeti O’nun hadîslerini öğrenip, sünnetlerini işlemektir.?
’Ey sâlik! bilesin ki her sünnet-i seniyye Rasûl-i Kibriya’nın aşkına giden bir yoldur.?
’Ey muhib! Her sünneti işlemek Cenâb-ı Hakk’a itâat etmenin isbâtıdır. Her bidatten kaçınmak, Allah (c.c.) ve Rasûl’üne itâat etmektir.?
Gönül Tabibiyle Söyleşi
Özlenen Rehber Dergisi 56. Sayı
efendimin yazıları çok güzel ALLAH RAZI OLSUN her sayıyı merakla bekliyorum efendimin yazılarını okumak için bütün yazılar çok güzel ALLAH RAZI OLSUN..
efendim sultanım okudugumuz yazılarınız bile kalbimize şifa nasip olsaydıda görseydik YÜCE ALLAH rahmet etsin bizleride siz mubarek efendime evlad etsin inş..sen bizim başımızın tacısın şahım sultanım...