Allah Teâlâ (c.c.) ’Muhakkak ki, müminler kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Ve Allah’tan korkun ki merhamet olunasınız.’(1) buyurmaktadır.
Bu âyet-i kerîmede İslâm, îman kardeşliğini ikrar etmekte ve bu kardeşliğin nesep bağıyla kayıtlanamayacağını ifade etmektedir. Nesep kardeşliği dinin muhalif olmasıyla bozulduğu hâlde, din kardeşliği nesebin muhalif olmasından dolayı bozulmaz. Sahîhayn’de (Buhârî ve Müslim) Ebû Hureyre (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
’Hasetleşmeyin, birbirinize buğz etmeyin, tecessüs etmeyin, haber koklamayın, alıcı olmadığınız hâlde fiyatları kızıştırmak için müşteri ile satıcının aralarına girmeyin (münaceşe). Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun.’(2)
Tecessüs; bir topluluğun konuşmalarını gizlice (kendilerinden habersiz) dinlemek demektir. Münâceşe ise; aslında alıcı olmadığın hâlde, başkasını, bir malı satın almaya teşvik amacıyla (araya girerek) o mala değerinden fazla fiyat vermendir.
Diğer bir rivâyette ise -Müslim’in lafzıyla- Rasûl (s.a.v.), bu kardeşliğin hukukunu ve yükümlülüklerini açıklamaktadır: ’Müslüman, müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkîr etmez (küçük düşürmez). Takva şuradadır -eliyle üç kere göğsünü işaret etti- Kişiye şer olarak, müslüman kardeşini hakir görmesi (küçük düşürmesi) yeterlidir. Her müslümanın kanı, malı ve ırzı diğer müslümana haramdır.’(3)
Müslümanlar arasındaki îman kardeşliğinin getirdiği yükümlülüklerden birisi de ’Muhakkak ki müminler kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin...’ âyet-i kerîmesinde geldiği üzere mümin kardeşlerin arasını düzeltmektir. Her iki müslümanın veya taifenin arasını bulmak îman kardeşliğinin zorunlu kıldığı bir görevdir. Âyet-i kerîme devamında, arabuluculara takvayı (Allah korkusunu) gerekli kılarak bu işin yolunu hazırlamıştır. Ta ki arabulucular, taraf tutarak bir tarafı diğerine karşı kayırmasınlar. Aksine, adalet prensipleri; takva da yolları olsun. Ancak bu şekilde dünyada ve âhirette yüce gaye yani Allah’ın müminlere olan rahmeti tahakkuk eder. ’Allah’tan korkun ki merhamet olunasınız.’
Kur’ân-ı Kerîm, bütün müminleri İslâm toplumunu türlü fenalıklardan temizlemeye davet etmektedir. Bu fenalıklardan bir kısmı zâhirîdir ki, vücut hareketleriyle alakalıdır. Alaya alma, (kaş, göz işareti yaparak) dalga geçme ve kötü lakaplarla çağırma gibi... Diğer bir kısım fenalıklar ise bâtınîdir ki, hislerle (duygularla) alakalıdır. Zan besleme gibi...
1- Zâhirî Fenalıklar:
Bu hususta Kur’an şöyle buyurur: ’Ey îman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin. Belki alay ettikleri kimseler kendilerinden daha hayırlıdırlar.’(4)
Allah Teâlâ, bir kısım insanların diğer bir kısım insanları alaya almasını yasaklamaktadır. Çünkü alaya aldıkları kimseler Allah katında itikat, amel ve niyet (ihlâs) yönünden kendilerinden daha üstün (hayırlı) olabilirler. Zira üstünlük (hayırlı olma) ölçüsü, dış görünüş ve şekilde değil, sadece takvadadır. ’Sizin Allah katında en üstününüz ondan en çok korkanınızdır.’(5) İmam Müslim’in Ebû Hureyre (r.a.)’den senediyle rivâyet ettiği bir hadiste de Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: ’Allah sizin mallarınıza ve sûretlerinize (şekillerinize) bakmaz; fakat kalplerinize ve amellerinize bakar.’(6)
’Ey îman edenler! Bir topluluk diğer bir toplulukla alay etmesin...’ âyetine baktığımızda, bu âyetin nüzul sebebi hakkında değişik görüşlerin varid olduğunu görürüz:
Bazılarına göre bu âyet, Benî Temîm’den bir grubun, Ammar, Bilal, Habbab, İbn-i Fuheyra, Suheyb, Salman, Ebû Huzeyfe’nin azatlısı Sâlim vb. gibi sahâbenin fakirleriyle, (maddî) durumlarının zayıflığını gördüklerinde dalga geçmeleri üzerine inmiştir.
Başka bir rivâyette bu âyetin, zenginin fakirle dalga geçmesi üzerine indiği söylenmiştir. Diğer bir rivâyette: ’Bu âyet Ebû Cehil’in oğlu İkrime (r.a.)’den dolayı indi.’ denilmiştir. Zira o, Müslüman olarak Medine’ye geldiğinde onu gören bazı Müslümanlar onun hakkında: ’Bu ümmetin Firavunu’nun oğlu’ demişlerdi. İkrime (r.a.) bu durumu Rasûlullah (s.a.v.)’e şikâyet etti. Bunun üzerine bu âyet indi.
İbn-i Abbas şöyle demiştir: Bu âyet Sâbit bin Şemmâs hakkında indi. Onun kulağında ağırlık vardı. Sahabe, Nebî (s.a.v.)’in meclisine ondan önce vardıklarında, Rasûlullah’ın yakınına otursun ve anlattıklarını işitsin, diye ona yer açarlardı. Yine bir gün mescide gelmişti. Sabah namazının birinci rekatını (yetişemediğinden dolayı) Nebî (s.a.v.) ile beraber kılamamıştı. Rasûlullah namazı bitirince ashâbı, O’nun yanında yerlerini almışlardı. Her biri oturduğu yerden memnun, O’na yönelmişlerdi. (Rasûlullah’ı dinlemeye koyulmuşlardı) Kimse, kimseye yer ayıracak durumda değildi. Öyle ki, bir kimse (mecliste oturacak) yer bulamaz da ayakta kalırdı. Sâbit namazı bitirince ’Açılın, açılın’ deyip insanların arasını yararak ilerledi. İnsanlar da onun için yer açtılar. Bu şekilde ilerleyerek ta Nebî (s.a.v.)’in yanına kadar vardı. Nebî (s.a.v.) ile arasında bir kişi kalmıştı. (Sâbit) ona ’Çekil’ dedi. Adam da ona: ’Oturacak bir yer buldun ya, otursana’ dedi. Sâbit kızgın bir şekilde adamın arkasına oturdu. Sonra etrafındakilere: ’Bu adam da kim?’ dedi. ’Filanca’ dediler. Sâbit: ’Filanca kadının oğlu’ diyerek onu annesinden dolayı yerdi. O, bu sözüyle adamın cahiliyedeki annesini kastetmişti. Bu söz üzerine adamcağız mahcup oldu. Bunun üzerine bu âyet indi.(7)
Âyet, aynı şekilde kadınlara da işaret etmektedir. Âyet, alaya almaktan men etme hususunda onları (erkeklerden) ayrıca zikretmektedir. Zira alaya alma fiili onlardan çokça sadır olmaktadır. ’...Zira kadınlar bir eyeği (kaburga) kemiğinden yaratıldılar. Eyeği kemiğinin en eğri yeri, en üst kısmıdır.’(8) Bu sebeple âyette onlara işaret ederek ’...Ve kadınlar da başka kadınlarla alay etmesinler. Belki (alay ettikleri kimseler) kendilerinden daha üstündürler.’ buyrulmuştur.
Âyetin bu kısmının iniş sebebi hakkında ise şöyle bir rivâyet gelmiştir: Rasûlullah (s.a.v.)’in zevcelerinden ikisi, Ümmü Seleme (r.anhâ) ile alay etmişlerdi. Ümmü Seleme, arka tarafını beyaz bir giysiyle bağlamış ve iki tarafını da arkaya salıvermiş, yerde sürüyordu. Bunun üzerine Âişe, Hafsa (r.anhümâ)’ya: ’Arkasında sürüdüğü şeye bak. Sanki köpeğin dili gibi.’ demişti. Bu onun alay geçmesiydi.
Enes ve İbn-i Zeyd: ’Bu âyet, Ümmü Seleme’yi (boyca) kısalıktan dolayı ayıplayan Ezvâc-ı Rasûlullah hakkında indi.’ dediler.
Başka bir rivâyette ise ’Bu âyet, Âişe (r.anhâ) hakkında indi.’ denmiştir. O eliyle göstererek: ’Ey oğulcuğum! Hakikaten de o kısaymış.’ demiş, bu sözüyle Safiyye binti Huyeyy (r.anhâ)’yı kastetmişti.
İkrime (r.a.), İbn-i Abbas (r.a.)’den rivâyetle şöyle demiştir: ’Safiyye binti Huyeyy bin Ahtâb, Rasûlullah (s.a.v.)’e gelerek: ’Yâ Rasûlallah! Kadınlar beni ayıplıyorlar.’ dedi. Bunun üzerine bu âyet indirildi.’
Allah Teâlâ, aynı şekilde ’lemz (ayıplamak)’den de nehy etmiştir. Lemz; el, göz, dil veya işaretle tabir etmektir. Hemz ise, dil ile olur.
Allah Teâlâ: ’Kendi kendinizi ayıplamayın...’ buyurmaktadır. Bu hakîmane tabir, müminlerin (bir tek nefs halinde) bir bütün olduklarına işaret eder. Bu nedenle müminlere, birbirlerini ayıplamaları yakışmaz. Bir mümin kendi nefsini ayıplamadığı gibi başkalarını da ayıplamamalıdır. Zira müminler, bir uzvu hastalandığında diğer uzuvların uykusuzluk ve ateş ile onun elemine iştirak ettiği bir vücut gibidirler. (9)
Kötü Lakap Takarak Çağırmak
İslâm’ın yasakladığı kötü ahlâklardan birisi de insanları kötü lakaplarla çağırmaktır. Allah Teâlâ ’Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.’ buyurmaktadır.
Denildi ki; bu âyet, Benî Seleme hakkında inmiştir. Rasûlullah (Medine’ye) geldiği vakit herkesin mutlaka iki veya üç adı vardı. Rasûlullah (s.a.v.) (bu adlardan biriyle): ’Ey filan!’ deyince insanlar hemen: ’Dur yâ Rasûlallah! O, bu isimle çağırılınca sinirlenir.’ diyorlardı. Bunun üzerine bu âyet indi.(10)
Hasan ve Mücâhid şöyle demişlerdir: ’Bir adam, diğerini müslüman olduktan sonra (daha önceki) küfründen dolayı ’Ey Yahudi, ey Hıristiyan!’ diyerek kınıyordu. Bundan dolayı bu âyet indi.’
Katâde ise: ’Bu âyet bir kimsenin diğer bir kimseye ’Ey fasık, ey münafık!’ demesinden dolayı indi.’ demiştir.
Allah Teâlâ: ’Îmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir.’ buyurdu. İbn-i Zeyd, bu âyetin mânâsı hakkında; ’Yani bir adamın, tevbe ve îmanından sonra ’kafir’ veya ’zinâkâr’ diye isimlendirilmesi ne kadar kötüdür.’ demiştir.
Bir rivâyette; ’Kim kardeşine lakap takar veya onunla dalga geçerse o fasıktır.’ denmiştir. Zâhirinde hoş olmayıp kerih olan bazı sıfatlara gelince, şâyet bu sıfatlar zikredilirken bununla ayıplama (yerme) murad edilmezse herhangi bir sakınca yoktur. Abdullah ibn-i Mübarek’e, ’Uzun Hâmid, iyi görmeyen Süleyman, topal Humeyd, sarı Mervân’ diyen bir adamdan sual olundu. O, cevaben: ’Şâyet bu sözle, vasfını (sıfatını) murad eder, ayıplama kastetmezsen bir beis yoktur.’ dedi.
Allah Teâlâ bu tür kötü ahlâklardan menettiği âyet-i kerîmede, nefislerinin kendilerine bu tür fenalıklara dalmayı güzel gösterdiği kimseleri helak ile ve nefislerine zulmedenlerden olmayla tehdit ederek noktaladı. Âyetin sonunda ’Kim de tevbe etmez, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.’ buyurdu.
Kötü lakaplar takarak çağırmak, müslümanı utanç duruma düşüren ve gönüllerdeki sevgiyi parçalayan hasletlerdense, şüphesiz ki bunun zıddı, yani bir müslümanın kardeşine en güzel isimlerle hitap etmesi, kardeşinin sevgisini kendisine celp ettirecek hasletlerdendir. Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurmuşlardır: ’Üç şey (haslet), sana kardeşinin sevgisini kazandırır (celp ettirir). Bunlar: karşılaştığın zaman ona selam verirsin, bir mecliste onun için yer açarsın (yer verirsin) ve onu, kendisinin en fazla hoşlandığı isimlerle çağırırsın.’(11)
Kaynakça:
1. El-Hucurât 49/10.
2. Müslim, Birr.
3. Müslim, Birr.
4. El-Hucurât 49/11.
5. El-Hucurât 49/13.
6. Müslim, Birr.
7. El-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Kurtubî.
8. Buhârî, Nikah 79.
9. Buhârî, Edeb 27.
10. Tirmizî, Tefsir Hucurât.
11. Hâkim ; Taberânî, Evsat ; Beyhakî, Şuabu’l-Îman.
İslâmî Dayanışmayı Ayakta Tutan Unsurlardan... -ı
Özlenen Rehber Dergisi 21. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.