Özlenen Rehber Dergisi

21.Sayı

İslâm'ın Dünyaya ve Dünya Malına Bakışı

Mustafa ULUM Özlenen Rehber Dergisi 21. Sayı
Peygamberimiz (s.a.v.) dünyayı ve dünyaya ait bir kısım tezahürleri pek çok hadis-i şeriflerinde bizlere beyan etmişlerdir. Dünyanın birçok yönü vardır, hatta her insana göre bir dünya vardır bile denilebilir.

Dindar bir kimse için dünya bir mabet gibidir, ibadet yapılan bir yerdir. Yankesiciler için, her gün yeni insanların çarpılacağı bir yerdir. Alim için, ilmin geliştirileceği bir kütüphane; tüccar için iyi bir pazar, çiftçi için mükemmel bir tarla ve çiftliktir. Her meslek, her meşrep, her mizaç, her ruh sahibi için ayrı ayrı nice dünyalar vardır. Bu durumda dünyanın hangi yönünden söz etmelidir? Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz pek çok hadis-i şeriflerinde dünyanın bazen iyi, bazen kötü veçhinden bahsetmiş, bazen âbidlerin, dindarların dünyasını, bazen de sefihlerin ve hiç ahireti düşünmeyen insanların dünyasını değerlendirmiştir. Bu sebeple bir hadiste, dünya ahiret için bir ekim yeri, ahiret için ziraat yapılacak, bir kerecik ’La İlâhe illallah’ ile ebedi bir cennet ağacı kazanılacak kadar kıymetli bir yer olarak belirtilirken, diğer bir hadiste, dünya hayatının bir kerecik ’Sübhânallah ve’l-hamdülillah ve Lâ İlahe illallahu vallahu ekber’ denecek kadar fazla yaşanabilmesi, ’üzerine güneşin doğduğu her şeyden daha kıymetli’ olduğu ifade edilirken, aynı dünya başka bir hadiste sinek kanadından daha değersiz ve hatta mel’ûn olarak değerlendirilmiştir ve hatta ’hapishane’ ve ’üfe’ olduğu belirtilmiştir.

Ebu Sâd (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) minbere oturdu bizde etrafında yerlerimizi aldık. Buyurdular ki: ’Sizin için korktuğum şeylerden biri, dünyanın süs ve güzelliklerinin sizlere açılmasıdır.’ Bir adam (araya girerek söze karıştı ve): ’(Yani nail olduğumuz) hayır, şer mi getirecek?’ dedi. Rasûlullah (s.a.v.) bu soru üzerine sukut etti. (Adama: ’Sana ne oluyor da Rasûlullah’ın sözünü kesip onunla konuşmaya kalkıyorsun? O sana konuşmuyor ki!...’ diye kızanlar oldu). Gördük ki kendisine vahiy gelmekte. Derken vahiy hali açılmış, yüzündeki terleri silmekte idi. ’Şu soru soran nerede?’ diye söze başladı. Ve sanki adamı (sorusu sebebiyle) taktir ediyor gibiydi. Sözlerine şöyle devam etti: ’Muhakkak ki, hayır şer getirmez; ancak derenin bitirdikleri arasında, ya çatlatarak öldüren yada ölüme yaklaştıran bitkiler de var. Yalnız yeşil ot yiyen hayvanlar müstesna. Zira bunlar yayıp böğürleri şişince güneşe karşı dururlar. (Geviş getirirler), akıtırlar ve rahatça def-i hacet yaparlar. Sonra tekrar dönüp yayılırlar. Şüphesiz ki bu mal hoştur, tatlıdır. Ondan fakire, yetime ve yolcuya veren bu malın müslüman sahibi ne iyi insandır. Bunu hak etmeden alan, yediği halde doymayan kimse gibidir. O mal kıyamet günü aleyhinde şahitlik yapacaktır.’(1)

Kadı İyaz bu hadisi şöyle özetlemiştir: ’Rasûlullah ashabına iktisadı (orta yolda giden) ile mal toplamada hırslı olanın hallerini misal göstermiş ve demiştir ki: ’Siz baharda bitenlerin hep hayır olduğunu, hayvanların onlarda istifade ettiğini zannediyorsunuz. Ama gerçek bu kadar mutlak değildir. Bahar bitkileri arasında hayvanı öldüreni veya ölüme yaklaştıranları da vardır. İşte çok yiyerek çatlayıp ölen hayvanın hali, çok mal toplayıp onu yerli yerince sarf etmeyen insana benzer’ buyurarak mal toplama hususunda itidali aşmamaya dikkat çekmiş, sonra da topladığı mal kendisine fayda veren kimseye geçerek onu, yeşil bakla yiyen hayvanın haline benzetmiştir.

Hadis-i şerif’te geçen ’Hayır, şer getirmez’ ifadesi ise bazı alimlerce şu şekilde tevil edilmiştir: ’Rızk’ ne kadar çok da olsa hayır cümlesindendir. Rızkın kendisinde, tabiatında şer mevcut değildir. Şer rızka hariç bir sebeple arız olur. Mesela, harcarken meşru olmayan yerlerde israf etmek mala gelen şerlerdir.

İmam-ı Gazâlî bu hususta şöyle der: ’Malın misali, faydalı tiryakla (panzehirle), öldürücü zehri taşıyan yılanın misali gibidir. Zehrin şerrinden sakınıp tiryaki çıkarmasını bilen arif kişi için, o bir nimettir. Ancak o böyle olmayan bir ahmak’ın eline geçerse, kendisini helake atacak belayı bulmuş demektir.’

Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Dünya melundur, içindekiler de melundur; ancak zikrullah ve zikrullaha yardımcı olanlarla, alim veya müteallim hariç.’(2)

Zikrullah’a yardımcı olanlardan maksat; zikrullah sınıfına giren, yani Allah rızası için yapılan, Allah’ın emri, Rasûlullah’ın sünnetine müteveccih olan her çeşit hayır amellerdir. İlim talebi, emr-i bil-ma’ruf ve’n-nehy-i ani’l-münker, sadakalar, sıla-i rahm gibi dinin teşvik ettiği ve Allah’ın hoşuna gidecek her çeşit ’iyi ameller’dir.

Zikrullah ise, doğrudan Cenâb-ı Hakk’ın esmalarının anılmasıdır; ancak Allah’ın hoşuna gidecek şeyler yorum gerektirebilir. İki ayrı fiil mahiyetçe aynı olduğu halde, biri Allah’ın hoşuna giden sınıfına girer, diğeri ise girmez. Mesela Allah’ın rızası için sadaka vermekle, gösteriş için sadaka vermek, birbirinin aynısı olan iki fiildir. Allah (c.c), birinden memnun olacak diğerinden olmayacaktır. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz: ’Sünnete uyarak yatan müminin uykusu da ibadettir’ buyurmaktadır. Öyle ise, hayatını İslâm’ın getirdiği esaslara göre tanzim eden bir kula ibadetleri dışındaki bütün mubah amelleri de, Allah’ın hoşuna giden fiiller sınıfına girmektedir. Nitekim uykusu hakkında: ’Müteakip gündeki kulluk vazifelerini yapabilmek için ihtiyacı olan istirahatıdır’ denebilir. Rasûlullah (s.a.v.) sadece namaz için değil, namaz için gidiş ve dönüşte atılan her adımı, namaz kılmak için bekleyerek geçirilen her anı ’ibadet’ olarak değerlendirilmiştir.

’Dünya melundur, içindeki fani süsüyle ve lezzetiyle nefisleri aldattı ve onları ibadetten alıkoyup havaya sevk etti.’ Lanetlenen ve terk edilen dünyadan murat da, dünyanın şehevâta hitap eden yönleri, dünyalık yığmak, kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlar ve develere, ekinlere karşı aşırı sevgi beslemek insanlara güzel gösterilmiştir, bunlar dünya hayatının süsleridir.’ Âl-i İmran Sûresi 14. ayetinde ifade edilen, fani sevmeler ve dünyada ebedi kalma aşkı gibi şeylerdir.

Yine Ebu Hureyre (r.a) anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Dünya müminlere hapishane, kafire cennettir.’(3)

Hadiste, dünya müminler için bir hapishane olarak değerlendirilmiştir. Alimler, bu hükmün ahirete nispetle verildiğini, yani mümine Rabb’lerinin ahirette hazırladığı cennete nispetle dünya hayatının bir hapishane hükmünde kaldığını belirtirler. Dünyanın kafir için cennet olması da, yine ahirette karşılaşacağı cehennem azabına nispetledir.

Bazı alimler, bu hadise şöyle bir açıklama getirmişlerdir: Mümin iradesiyle nefsini dünyevi lezzetlerden uzak tutmuş, böylece sanki kendini bir nevi hapse tabi kılmıştır. Kafir ise, nefsini şehevâta salmış, böylece dünya ona cennet gibi olmuştur.

Büyük muhaddis Münavî, hadisle ilgili şu menkıbeyi nakleder: ’Anlattıklarına göre Hafız İbnu Hacer kadı’il-kudat (başkadı) iken bir gün etrafını saran büyük bir cemaatle haşmetli ve güzel bir heybete bürünmüş halde pazara uğrar. Derken kılık kıyafeti pejmürde, eskimiş ve yağlara bulanmış bir elbise içerisinde sıcak zeytinyağı satan bir yahudi kendisine doğru yaklaşıp atının yularından tutar ve: ’Ey Şeyhülislam! İnanıyorsun ki Peygamberiniz: ’Dünya mümine hapishane kafire cennettir’ demiştir. Sen hangi hapiste ve ben nasıl bir cennetteyim?’ der. İbnu Hacer şu cevabı verir: ’Ben Allah’ın bana ahirette hazırladığı nimetlere nispetle hal-i huzurda sanki -(Şu dünyevi saltanatıma rağmen)- hapiste gibiyim. Sen de sana ahirette hazırlanan azaba nispetle cennette gibisin.’ Yahudi bu cevap üzerine müslüman olur.’

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: ’Dünya sevgisi her çeşit hatalı davranışların başıdır. Bir şeye olan sevgin seni kör ve sağır yapar.’(4) Dünya sevgisi açık ve gizli her çeşit hataya davet eder. Sevgi, aşığı öylesine sarhoş eder ki, artık onun hata olduğunu, çirkin olduğunu bilemez. Dünya sevgisi insanı önce bir kısım şüpheli şeylere, sonra mekruhlara, daha sonra da harama atar. Hatta küfre bile attığı olur. Esasen Peygamberleri tekzip eden bütün milletleri küfre sevk eden şey, onlardaki dünya sevgisi olmuştur. Cehennemi ve ehlini ebedi kılan, dünya sevgisi olduğu gibi, cenneti ve ehlini ebedi kılan da dünya buğzudur.

Sehl İbnu Sa’d (r.a.) anlatıyor: ’Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: ’Eğer dünya Allah nazarında sivri sineğin kanadı kadar bir değer taşısaydı, tek bir kafire ondan bir yudum su içirmezdi.’(5) Bu hadiste Allah’ın zerre miktarı değer vermediği belirtilen dünya, kafirlerin dünyasıdır. Nefs-i emmareye batan, Allah’a küfür, isyan ve fısklarla dolu olan ehl-i delaletin dünyasıdır. Müminlere mescit, ahirete tarla, Cenâb-ı Hakkın isimlerine ayine olan dünya değildir.

Abdullah İbnu Amr, Rasûlullah (s.a.v.)’den şöyle nakletmiştir: ’Bu ümmetin başlangıcındaki salah (kurtuluş), dünyadan kaçınmak ve yakînden ileri gelmiştir. Sonuncuların helaki da cimrilik ve emelden ileri gelecektir.’

Güçlü müslüman zayıf müslümana nazaran Allah’a daha sevgili olduğunu söyleyen, veren elin alan elden üstün olduğunu beyan eden İslâm’ın, ’dünyayı tamamen terk et’ demeyeceği de aşikardır.

KAYNAKLAR:
1. Buhârî, Zekat 47.
2. İbni Mâce, Zühd 3.
3. Tirmizî, Zühd 16.
4. Ebû Dâvûd, Edeb 125.
5. Tirmizî, Zühd 13.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.