Özlenen Rehber Dergisi

143.Sayı

İslâm'da Zikir ve Semâ

A) ZİKİR:
Zikrin lügat manası:
Zikir, ’Ze-ke-ra’ fiilinden olup anma, zikretme, övme, sena, şükür, itaat ve hatırlama gibi çeşitli manalara gelmektedir.
İslâm’da zikir, Cenâb-ı Hakk’ı anarak tevhidi ikame etmektir.
O kelime, iman ile küfrü birbirinden ayıran bir kelimedir. O kelime-i tayyibe ki, bütün put, tağut ve sahte ilahları nefyedip, ma’bûdun bi’l-hak olan Cenâb-ı Allah’ı ispat ve tasdik eden tevhîd kelime-i münciyesidir. İşte bu kelime-i tayyibe ’Lâ ilâhe illallâh. Muhammedu’r-Rasûlullah’tır.
’Lâ ilâhe’ demekle, bütün sahte, batıl put ve tağutları reddedip ’illallâh’ demekle de bütün âlemleri yoktan yaratan Cenâb-ı Allah’ı (c.c.) ispat eder.
İşte bu mübarek kelime-i tayyibe’yi hatırlayıp anmaya ’zikir’ denir. Cenâb-ı Hakk’ın kelamı olan Kur’ân-ı Kerim’de ve Peygamber Efendimizin hadîs-i şeriflerinde de bu konu geniş bir şekilde açıklanmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’den Deliller:
Allah Azîmüşşân şöyle buyuruyor:
فَاذْكُرُون۪يٓ اَذْكُرْكُمْ وَاشْكُرُوا ل۪ي وَلَا تَكْفُرُونِ۟
’Şu halde beni zikredin (anın) ki ben de sizi anayım. Bana şükredin ve sakın bana nankörlük etmeyin.’ (el-Bakara, 2/152)
İbn-i Abbâs (r.anhümâ)’dan rivayet edildiğine göre (o); ’Allah’ın zikri elbette en büyüktür.’ (el-Ankebût, 29/45) (âyeti) hakkında şöyle demiştir: ’Bu (âyet) için iki cihet vardır: (Birincisi;) Allah’ın zikri, onun dışındaki her şeyden daha büyüktür. (İkincisi;) Allah’ın sizi anması, sizin O’nu (yani Allah’ı) zikretmenizden daha büyüktür.’ (İbn-i Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân An Tefsîr-i Âyi’l-Kur’ân, c.18, s.416, Hicr, Kahire, 2001)
İbn-i Zeyd ve Katâde ise şöyle demiştir: ’Allah’ın zikri, elbette her şeyden daha büyüktür. Yani (Allah’ı zikir, Allah’ı) zikretmeksizin (yapılan) ibadetlerin tümünden daha üstündür.’ (Kurtubî, el-Câmiu Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, c.16, s.370, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut, 2006)
Yine Allah Sübhânehû ve Teâlâ şöyle buyuruyor:
وَلَذِكْرُ اللّٰهِ اَكْبَرُ
’Allah’ın zikri elbette en büyüktür.’ (el-Ankebût, 29/45)
وَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَث۪يرًا لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ
’Allah’ı çok zikredin ki felaha kavuşasınız (yani umduğunuza nail, korktuğunuzdan da emin olasınız).’ (el-Cumua’, 62/10)
اِنَّ الْمُسْلِم۪ينَ وَالْمُسْلِمَاتِ وَالْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَالْقَانِت۪ينَ وَالْقَانِتَاتِ وَالصَّادِق۪ينَ وَالصَّادِقَاتِ وَالصَّابِر۪ينَ وَالصَّابِرَاتِ وَالْخَاشِع۪ينَ وَالْخَاشِعَاتِ وَالْمُتَصَدِّق۪ينَ وَالْمُتَصَدِّقَاتِ وَالصَّآئِم۪ينَ وَالصَّآئِمَاتِ وَالْحَافِظ۪ينَ فُرُوجَهُمْ وَالْحَافِظَاتِ وَالذَّاكِر۪ينَ اللّٰهَ كَث۪يرًا وَالذَّاكِرَاتِ اَعَدَّ اللّٰهُ لَهُمْ
مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا
’Şüphesiz müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mü’min erkeklerle mü’min kadınlar, itaatte devamlı olan erkeklerle itaatte devamlı olan kadınlar, (iş ve sözlerinde) doğru olan erkeklerle doğru olan kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan (mütevazı) erkeklerle (mütevazı) kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, ırz (ve namusunu) koruyan erkeklerle ırz (ve namusunu) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkeklerle (çokça) zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah, bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.’ (el-Ahzâb, 33/35)
يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًا
’Ey iman edenler! Allah’ı çokça zikredin.’ (el-Ahzâb, 33/41)
اِنَّ الْمُنَافِق۪ينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْۚ وَاِذَا قَامُوٓا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰىۙ يُرَآؤُ۫نَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَل۪يلًا
’Şüphesiz münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, kendi oyunlarını başlarına geçirendir. (Münafıklar) namaza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar.’ (en-Nisâ, 4/142)
فَاِذَا قَضَيْتُمُ الصَّلٰوةَ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِكُمْ
’Namazı kılıp bitirdiğiniz zaman gerek ayakta, gerek otururken ve gerek yanlarınız üzere bulunurken hep Allah’ı zikredin…’ (en-Nisâ, 4/103)
فَاِذَا قَضَيْتُمْ مَنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُوا اللّٰهَ كَذِكْرِكُمْ اٰبَآءَكُمْ
اَوْ اَشَدَّ ذِكْرًا
’Hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı zikredin.’ (el-Bakara, 2/200)
Bu Hususta Varit Olan Hadisler:
عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-: لَأَنْ أَقُولَ سُبْحَانَ اللّٰهِ وَالْحَمْدُ لِلّٰهِ وَلَا إِلهَٰ إِلَّا اللّٰهُ وَاللّٰهُ أَكْبَرُ أَحَبُّ إِلَىَّ مِمَّا طَلَعَتْ عَلَيْهِ الشَّمْسُ.
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ’Subhânallâh ve’l-hamdu lillâh ve lâ ilâhe illallâh vallâhu ekber/Allah’ı tespih (her türlü noksanlıktan tenzih) ederim. Hamd, Allah’a mahsustur (ya da olsun)! Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah, en büyüktür.’ demem bana, güneşin üzerine doğduğu her şeyden mutlaka daha sevgilidir.’ (Müslim, Zikr-Dua-Tevbe-İstiğfâr, 10)
عَنْ جَابِرٍ، رَفَعَهُ إِلَى النَّبِيِّ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- قَالَ: مَا عَمِلَ آدَمِيٌّ عَمَلًا أَنْجٰى لَهُ مِنَ الْعَذَابِ مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِ. قِيلَ: وَلَا الْجِهَادُ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ؟ قَالَ: وَلَا الْجِهَادُ إِلَّا أَنْ تَضْرِبَ بِسَيْفِكَ
حَتَّى يَنْقَطِعَ.
Câbir (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Nebi (s.a.v.)’e merfû’ kılarak şöyle buyurmuştur: ’İnsan, kendisini azaptan, Allah’ın zikrinden daha çok kurtarıcı hiçbir amel işlememiştir.’ Allah yolunda cihat da mı (Allah’ın zikrinden daha çok kurtarıcı) değildir?’ dendi. (Rasûlullah): ’Cihat da (Allah’ın zikrinden daha çok kurtarıcı) değildir. Ancak kılıcınla kırılıncaya kadar (düşmana) vurman (ve savaşman) müstesna!’ buyurdu. (Taberânî, Evsat, c.3, s.5, h.no:2296, Dâru’l-Harameyn, Kâhire, 1995. Ayrıca hadisin ilk kısmına benzer rivayetler için bkz.: Tirmizî, Deavât, 6; İbn-i Mâce, Edeb, 53; Muvattâ, Kur’ân, 7; Ahmet b. Hanbel, Müsned, c.36, s.396, h.no:22079’da yer almaktadır.)
عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ -رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ- أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- قَالَ: إِذَا مَرَرْتُمْ بِرِيَاضِ الْجَنَّةِ فَارْتَعُوا. قَالَ: وَمَا رِيَاضُ الْجَنَّةِ؟ قَالَ: حِلَقُ الذِّكْرِ.
Enes b. Mâlik (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.): ’Cennet bahçelerine uğradığınızda istifade edin.’ buyurdu. (Hadisin ravisi): ’Cennet bahçeleri de ne(reler)dir?’ dedi. (Rasûlullah): ’Zikir halkalarıdır.’ buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 83)
عَنْ أَب۪ى سَعِيدٍۨ الْخُدْرِىِّ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- سُئِلَ: أَىُّ الْعِبَادِ أَفْضَلُ دَرَجَةً عِنْدَ اللّٰهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ؟ قَالَ: الذَّاكِرُونَ اللّٰهَ كَث۪يرًا وَالذَّاكِرَاتُ. قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ! وَمِنَ الْغَاز۪ى ف۪ى سَب۪يلِ اللّٰهِ؟ قَالَ: لَوْ ضَرَبَ بِسَيْفِه۪ فِى الْكُفَّارِ وَالْمُشْرِك۪ينَ حَتّٰى يَنْكَسِرَ وَيَخْتَضِبَ دَمًا لَكَانَ الذَّاكِرُونَ اللّٰهَ كَث۪يرًا
أَفْضَلَ مِنْهُ دَرَجَةً.
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.)’e: ’Kıyamet günü Allah katında derece bakımından kulların hangisi daha üstündür?’ (diye) soruldu. (Rasûlullah): ’Allah’ı çokça zikreden erkekler ve çokça zikreden kadınlardır.’ buyurdu. (Ben): ’Yâ Rasûlallah! Allah yolunda savaşandan da mı (üstündür)?’ dedim. (Rasûlullah): ’Şayet kılıcıyla, kırılıncaya kadar ve kana boyanıncaya kadar kâfirlere ve müşriklere vursa dahi, Allah’ı çokça zikredenler, derece bakımından mutlaka ondan daha üstün olurdu.’ buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 5)
عَنْ أَب۪ى هُرَيْرَةَ قَالَ: كَانَ رَسُولُ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- يَس۪يرُ ف۪ى طَر۪يقِ مَكَّةَ فَمَرَّ عَلٰى جَبَلٍ يُقَالُ لَهُ جُمْدَانُ. فَقَالَ: س۪يرُوا، هٰذَا جُمْدَانُ، سَبَقَ الْمُفَرِّدُونَ. قَالُوا: وَمَا الْمُفَرِّدُونَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ؟ قَالَ: الذَّاكِرُونَ اللّٰهَ كَث۪يرًا وَالذَّاكِرَاتُ.
Ebû Hureyre (r.a.)’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) Mekke yolunda yürü¬yordu. Bu sırada, kendisine ’Cümdân’ denilen bir dağa uğradı ve: ’Yürüyün! Bu Cümdân’dır. Müferridler ileri geçti.’ buyurdu. (Ashab): ’Müferridler(in vasfı) nedir, (onlar kimlerdir) yâ Rasûlallâh?’ dediler. (Rasûlullah): ’Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (çokça) zikreden kadınlardır.’ buyurdu. (Müslim, Zikr-Dua-Tevbe-İstiğfâr, 1)
عَنْ أَب۪ى هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-: إِنَّ لِلّٰهِ مَلَائِكَةً يَطُوفُونَ فِى الطُّرُقِ يَلْتَمِسُونَ أَهْلَ الذِّكْرِ، فَإِذَا وَجَدُوا قَوْمًا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ تَنَادَوْا: هَلُمُّوا إِلٰى حَاجَتِكُمْ. قَالَ: فَيَحُفُّونَهُمْ بِأَجْنِحَتِهِمْ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا. قَالَ: فَيَسْأَلُهُمْ رَبُّهُمْ وَهُوَ أَعْلَمُ مِنْهُمْ: مَا يَقُولُ عِبَاد۪ى؟ قَالَ: تَقُولُ: يُسَبِّحُونَكَ وَيُكَبِّرُونَكَ وَيَحْمَدُونَكَ وَيُمَجِّدُونَكَ. قَالَ: فَيَقُولُ: هَلْ رَأَوْن۪ى؟ قَالَ: فَيَقُولُونَ: لَا وَاللّٰهِ مَا رَأَوْكَ. قَالَ: فَيَقُولُ: وَكَيْفَ لَوْ رَأَوْن۪ى؟ قَالَ: يَقُولُونَ: لَوْ رَأَوْكَ كَانُوا أَشَدَّ لَكَ عِبَادَةً وَأَشَدَّ لَكَ تَمْج۪يدًا وَأَكْثَرَ لَكَ تَسْب۪يحًا. قَالَ: يَقُولُ: فَمَا يَسْأَلُون۪ى؟ قَالَ: يَسْأَلُونَكَ الْجَنَّةَ. قَالَ: يَقُولُ: وَهَلْ رَأَوْهَا؟ قَالَ: يَقُولُونَ: لَا وَاللّٰهِ يَا رَبِّ مَا رَأَوْهَا. قَالَ: يَقُولُ: فَكَيْفَ لَوْ أَنَّهُمْ رَأَوْهَا؟ قَالَ: يَقُولُونَ: لَوْ أَنَّهُمْ رَأَوْهَا كَانُوا أَشَدَّ عَلَيْهَا حِرْصًا وَأَشَدَّ لَهَا طَلَبًا وَأَعْظَمَ ف۪يهَا رَغْبَةً. قَالَ: فَمِمَّ يَتَعَوَّذُونَ؟ قَالَ: يَقُولُونَ: مِنَ النَّارِ. قَالَ: يَقُولُ: وَهَلْ رَأَوْهَا؟ قَالَ: يَقُولُونَ: لَا وَاللّٰهِ مَا رَأَوْهَا. قَالَ: يَقُولُ: فَكَيْفَ لَوْ رَأَوْهَا؟ قَالَ: يَقُولُونَ: لَوْ رَأَوْهَا كَانُوا أَشَدَّ مِنْهَا فِرَارًا وَأَشَدَّ لَهَا مَخَافَةً. قَالَ: فَيَقُولُ: فَأُشْهِدُكُمْ أَنّ۪ى قَدْ غَفَرْتُ لَهُمْ. قَالَ: يَقُولُ مَلَكٌ مِنَ الْمَلَائِكَةِ: ف۪يهِمْ فُلَانٌ لَيْسَ مِنْهُمْ، إِنَّمَا جَاءَ لِحَاجَةٍ. قَالَ: هُمُ الْجُلَسَاءُ
لَا يَشْقٰى بِهِمْ جَل۪يسُهُمْ.
Ebû Hureyre (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre şöyle demiştir: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: Şüphesiz Allah’ın, yollarda dolaşıp zikir ehlini arayan bir takım melekleri vardır. Allah’ı zikreden bir topluluk bulunca birbirlerine: ’Aradığınıza geliniz.’ diye nida ederler. Bunun üzerine en aşağı semaya kadar (doldurarak) onları kanatlarıyla çepeçevre kuşatırlar. Rabbleri onları, onlardan daha iyi bil¬diği hâlde, kendilerine: ’Kullarım ne diyor?’ (diye) sorar. (Melekler): ’Sen’i (’subhânallâh/Allah’ı (her türlü noksanlıktan) tenzih ederim.’ diyerek) tesbîh ediyorlar. Sen’i (’Allâhu Ekber/Allah, en büyüktür.’ diyerek) tekbîr ediyorlar. Sen’i (’Elhamdulillâh/Hamd, Allah’a mahsustur (ya da olsun)!’ diyerek) tahmîd ediyorlar ve Sen’i yüceltiyorlar!’ der(ler). Bunun üzerine (Allah): ’Ben’i gördüler mi ki?’ buyurur. (Melekler): ’Hayır, Allah’a yemin olsun ki Sen’i görmediler.’ derler. Bunun üzerine (Allah): ’Şayet Ben’i görselerdi nasıl (olurlardı)?’ buyurur. (Melekler): ’Şayet Sen’i görselerdi, Sana daha kuvvetli kulluk ederler, Sen’i daha kuvvetli yüceltirler ve Sen’i daha çok tesbîh ederlerdi.’ der¬ler. (Allah): ’Benden ne istiyorlar?’ buyurur. (Melekler): ’Sen’den cenneti istiyorlar.’ derler. (Allah): ’Onu gördüler mi ki?’ buyurur. (Melekler): ’Hayır, Allah’a yemin olsun ki yâ Rabbi onu görmediler.’ derler. (Allah): ’Şayet onlar, onu (yani cenneti) görselerdi nasıl (olurlardı)?’ buyurur. (Melekler): ’Eğer onlar onu görselerdi ona karşı hırsları daha kuvvetli, ona karşı istekleri daha şiddetli ve ona rağbetleri daha yüce olurdu.’ derler. (Allah): ’Neyden sığınıyorlar?’ buyurdu. (Melekler): ’Cehennemden!’ derler. (Allah): ’Onu gördüler mi ki?’ buyurur. (Melekler): ’Hayır, Allah’a yemin olsun ki onu görmediler.’ derler. (Allah): ’Şayet onu görselerdi nasıl (olurlardı)?’ buyurur. (Melekler): ’Eğer onlar onu (yani cehennemi) görselerdi ondan daha kuvvetli kaçar ve ondan daha şiddetli korkarlardı.’ derler. (Allah): ’Öyleyse sizi şahit tutuyorum, muhakkak ki ben onları bağışladım.’ buyurur. Meleklerden bir melek: ’Onlar içerisinde filanca var, onlardan değildir. Ancak bir ihtiyac(ını halletmek) için geldi.’ der. (Allah): ’Onlar öyle bir topluluktur ki, onlarla oturanlar onlar sayesinde şaki olmaz!’ buyurdu. (Buhârî, Deavât, 66)
عَنْ عَبْدِ اللّٰهِ بْنِ بُسْرٍ -رَضِىَ اللّٰهُ عَنْهُ- أَنَّ رَجُلًا قَالَ: يَا رَسُولَ اللّٰهِ إِنَّ شَرَائِعَ الْإِسْلَامِ قَدْ كَثُرَتْ عَلَىَّ فَأَخْبِرْن۪ى بِشَىْءٍ أَتَشَبَّثُ بِهِ. قَالَ: لَا يَزَالُ لِسَانُكَ رَطْبًا مِنْ ذِكْرِ اللّٰهِ.
Abdullâh b. Büsr (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; (bir gün) bir adam: ’Yâ Rasûlallâh! Muhakkak ki İslam’ın şeriatları (yani nafile ibadetler) cidden bana çok geldi. (Zayıflığım nedeniyle hepsini yapmaktan aciz kaldım.) Onun için bana (kolay; fakat ecri büyük) bir şey bildir ki, (farzların yanı sıra) ona sımsıkı sarılıp devam edeyim!’ dedi. (Rasûlullah da): ’Dilin, Allah’ın zikrinden dolayı sürekli yaş kalsın. (Devamlı Allah’ın zikriyle meşgul olsun)!’ buyurdu. (Tirmizî, Deavât, 4)
عَنْ أَب۪ى وَاقِدٍۨ اللَّيْثِىِّ أَنَّ رَسُولَ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- بَيْنَمَا هُوَ جَالِسٌ فِى الْمَسْجِدِ وَالنَّاسُ مَعَهُ، إِذْ أَقْبَلَ ثَلاَثَةُ نَفَرٍ، فَأَقْبَلَ اثْنَانِ إِلٰى رَسُولِ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ-وَذَهَبَ وَاحِدٌ. قَالَ: فَوَقَفَا عَلٰى رَسُولِ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- فَأَمَّا أَحَدُهُمَا فَرَأَى فُرْجَةً فِى الْحَلْقَةِ فَجَلَسَ ف۪يهَا، وَأَمَّا الْآخَرُ فَجَلَسَ خَلْفَهُمْ، وَأَمَّا الثَّالِثُ فَأَدْبَرَ ذَاهِبًا. فَلَمَّا فَرَغَ رَسُولُ اللّٰهِ -صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ- قَالَ: أَلَا أُخْبِرُكُمْ عَنِ النَّفَرِ الثَّلَاثَةِ: أَمَّا أَحَدُهُمْ فَأَوٰى إِلَى اللّٰهِ فَآوَاهُ اللّٰهُ. وَأَمَّا الْآخَرُ فَاسْتَحْيَا فَاسْتَحْيَا اللّٰهُ مِنْهُ. وَأَمَّا الْآخَرُ فَأَعْرَضَ فَأَعْرَضَ اللّٰهُ عَنْهُ.
Ebû Vâkıd el-Leysî (r.a.)’den rivayet edildiğine göre; (bir defasında) Rasûlullah (s.a.v.), beraberinde insanlar (yani Ashâb-ı Kirâm) da bulunduğu hâlde mescitte otururken üç kişi çıkageldi. İki(si) Rasûlullah (s.a.v.)’e doğru yöneldi; biri ise gitti. (Ravi devamla şöyle) dedi: (Bu iki kimse) Rasûlullah (s.a.v.)’in huzurunda durdular. Bilâhare onlardan biri halkada bir aralık gördü ve oraya oturdu. Diğeri ise, onların (yani ora¬daki cemaatin) arkasına oturdu. Üçüncüye gelince, arkasını dönüp gitti. Rasûlullah (s.a.v.), (meşgul olduğu konuşmayı) bitirince: ’(Bu) üç kişi(nin hâlin)den size haber vermeyeyim mi? Onlardan biri Al¬lah’a sığındı, Allah da onu (kabul edip) barındırdı. Diğeri, (halkadakilere sıkıntı vermekten) utandı, Allah da ondan hayâ etti (merhamet edip günahını bağışladı). Öteki ise (özürsüz ve zaruretsiz ilim ve zikir meclisinden) yüz çevirdi, Allah da ondan iraz etti (merhamet etmedi, gazap etti).’ bu¬yurdu. (Buhârî, İlm, 8)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.