Özlenen Rehber Dergisi

143.Sayı

Mezheplerdeki Ruhsatların Peşine Takılmak Dini Hevaya Alet Etmektir

Cuma Ali KARA Özlenen Rehber Dergisi 143. Sayı

Mezheplerdeki Ruhsatları İrdelemenin, Peşine Düşmenin ve İnsanlara Herhangi Bir Mesnet Olmaksızın Kolaylık Adı Altında Fetva Vermenin Haram Oluşu…


İnsanın fıtratında yer alıp ’heva-heves’ diye tabir edilen, menşei nefis olan arzu ve istekler, kontrol altına alınmadığı takdirde her alana teaddi (nüfuz) etmektedir. Nitekim hevaya dayalı bir din anlayışı günümüz Müslümanlarının arasına sirayet etmiş müzmin bir hastalıktır. Kur’an ve Sünnet’i anlama, idrak etme, özümseme ve hayata tatbik etme hususunda hiçbir kaide ve kural tanımaksızın, menşei sadece heva ve kolay olanı, yani ’hangi yorum, hüküm, fetva ya da içtihat, arzusuna yatkınsa’ onu menhec edinme neticesinde yanlış bir dinî yaşantı ortaya konmaktadır.
Hâlbuki bir Müslüman’ın heva ve arzuları çerçevesinde çeşitli mezheplerdeki âlimlerin vermiş oldukları fetvalar ve ruhsatları araştırarak işine hangisi geliyorsa ona göre amel etmesi haramdır. ’Bu meselede ihtilaf var veya birden farklı görüş var!’ deyip hevasına itimat ederek kendisini ’ehl-i tercîh’ görüp farklı kaviller/görüşler arasında tercih yapmak ne kadar bayağılık ve Allah’ın dinini hafife almaktır!
Bugün âlimlere ve onların görüşlerine tabi olduğu görüntüsü sergileyip bir mezhepten diğer mezhebe sıçrayarak kaviller arasında ruhsat ve kolaylıkları aramak, Cenâb-ı Hakk’ın nehyettiği; ’heva hevese tabi olmak’tan başka bir şey değildir. Arzu ve isteklerin peşine takılıp gitmek Kur’ân’ın birçok yerinde şiddetle nehyedilmiştir:
’Kendi nefsinin arzusunu kendisine ilâh edineni gördün mü? Ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa zanneder misin ki, onların çoğunluğu işitirler veya akıllıca düşünürler? Onlar ancak hayvanlar gibidirler, belki onlar yolca daha sapıktırlar.’ (el-Furkân, 44/43-44)
’…Size ne zaman herhangi bir peygamber, nefislerinizin hevasına uymayan (hoşunuza gitmeyen) bir şey getirdiğinde, kibirlendiniz.’ (el-Bakara, 2/87)
’…Her ne zaman bir Peygamber, onlara nefislerinin arzusuna uymayan (hoşlanmadığı) bir hükmü getirdiyse; onlardan bir kısmını yalanladılar, bir kısmını da öldürdüler.’ (el-Mâide, 5/70)
’…Artık haktan dönerek hevâya tâbi olmayınız. Ve eğer dilinizi eğer bükerseniz veya yüz çevirirseniz şüphe yok ki Allah Teâlâ işlediğiniz şeyden bihakkın haberdardır.’ (en-Nisâ, 4/135)
’…İnsanlar arasında hak ile hüküm ver. Nefis arzusuna uyma, yoksa seni Allah’ın yolundan saptırır.’ (Sâd, 38/26)
Allah (c.c.), aziz kitabında, kavmi arasında âlim olan birini şöyle zemmediyor:
’Lâkin o, yere (alçaklığa) saplandı ve hevasının ardına düştü.’ (el-A’râf, 7/176)
’Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, hevasına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme.’ (el-Kehf, 18/28)
’Sonra (ey Rasûlüm), seni dinden bir yol (şeriat) üzere görevli kıldık. Onun için sen o şeriata uy da, ilmi olmayanların arzu ve isteklerine tabi olma.’ (el-Câsiye, 45/18)
’…Dalâlete düşmüş ve birçoklarını da dalalete düşürmüş ve doğru yoldan sapıtmış olan bir kavmin hevâlarına uymayınız.’ (el-Mâide, 5/77)
Yukarıda zikredilen bütün bu ayetlerden; hevaya, boş arzulara tabi olmanın dinin usul ve erkânına aykırı olduğu kesin bir şekilde bilinmektedir. İşte çeşitli mezheplerde ulemanın verdikleri fetva ve kavilleri araştırarak, dini bir hükmün icrasında kendi hevasına uygun, adeta kendini (nefsini) kaviller arasında tercih yapacak yeterlilikte görmek ve buna binaen bir din anlayışı oluşturmak, ayetlerde yasaklanan hevaya tabi olmaktan başka bir şey değildir.
İtibar olunan (kabul gören) ulemanın ittifak ettiğine göre; fetva verirken toleranslı davranmak (kolaylık ve müsamaha göstermek) ve râcih (ulema tarafından tercih edilen) görüşü terk etmek haramdır.
Müçtehit olan kişiye vacip olan; delile tabi olmasıdır. Yani elindeki delil ne yapmayı gerektiriyorsa onunla fetva vermesidir. Mukallit olana vacip olan ise; mezhebinde itimat olunan sahih racih görüşle amel etmesidir.
Yukarıdaki bu manaya işaret eden ulemanın sözlerinden bazısı şöyledir:
1- Hafız İbn-i Abdilber (v.h. 463) ’Câmiu Beyâni’l-İlmi Ve Fadlihî’ isimli eserinde Süleyman Teymî (v.h. 143) (rh.a.)’in: ’Eğer her âlimin verdiği ruhsatı alıyorsan bütün şerler sende toplanmış demektir.’ sözünü zikretmiş ve: ’Bu söz hakkında herhangi bir ihtilaf biline gelmemiştir. Yani bu sözün doğruluğu hakkında ittifak edilmiştir.’ demiştir.
2- İmam Nevevî (v.h. 676) ’Şerhu’l-Muhezzeb’ isimli eserinde ve Hafız İbn-i Salâh (v.h. 643) ise ’Edebu’l-Muftî Ve’l-Musteftî’ kitabında şöyle demiştir: ’Eğer kişinin istediği mezhebe tabi olması (yani istediği mezhepten istediği görüşü alması) caiz olsaydı, bu kesinlikle şuna götürürdü: Kişi heva ve hevesi neyi arzuluyorsa ona göre mezheplerden ruhsatları alır ve haram-helal kılınan, vacip veya caiz olan hükümler arasından dilediğini seçerdi. Bu da mükellefliğin bağından kopup gitmeyle sonuçlanır.’
3- İmam Nevevî yine aynı eserinde şöyle demektedir: ’Fetva verirken toleranslı davranmak/kolaylık ve müsamaha göstermek haramdır. Her kim bu tarz fetva vermeyle tanınıyorsa, fetva vermekten menolunur. Yani devlet onu fetva vermekten meneder.’
4- Allame Şâtıbî (v.h. 790) ’Muvâfakât’ında şöyle demiştir: ’(Fetva verirken toleranslı davranmak) herhangi şer’î yani muteber bir delile dayanmaksızın mezheplerin verdiği ruhsatlarla amel etmeye götürür. İbn-i Hazm, bu söylenen söz hususunda ulemanın icmâ ettiğini ve bu söylenenin fasıklık olup böyle yapmanın helal olmadığını söylemiştir.’
5- Hafız Zehebî (v.h. 748), ’Siyeru A’lemi’n-Nübelâ’ eserinde şöyle demiştir: ’Kim mezheplerdeki ruhsatları araştırıp peşine düşerse veya müçtehitlerin sürçmelerini araştırıp peşine düşerse yani bu iki şeye göre amel ederse muhakkak dini zayıflar. İmam Evzaî (v.h. 157) de şöyle demiştir: ’Şayet kişi, Mekkelilerin, mut’a (nikahı) hakkındaki; Kûfelilerin, nebiz (mayalanmış üzüm veya hurma suyu) hakkındaki; Medinelilerin, musikî (şarkı, türkü vb.) hakkındaki ve Şam ehlinin, halifelerin masumluğu hakkındaki zellelerini (yanılgılarını) alıp amel ederse şüphesiz şerri toplamış olur. Keza; hile yoluyla alışverişte faizli muamele yapanlara (başka isimler adı altında faiz yiyenlere), üç talakla boşandıktan sonra hülle hususunda genişlik gösteren vb. görüşlere tabi olursa (bu görüşlerle amel ederse) muhakkak (din hususunda) bozulmaya maruz kalmış olur.’
6- Takiyyuddîn es-Subkî (v.h. 756) (rh.a.), mezheplerden ruhsatları alıp onunla amel eden kişi hakkında şöyle demiştir: ’Böyle bir kişi, bu işten (böyle yapmaktan) men olunur. Çünkü bu kişi böyle yapmakla dine (dinin emirlerine) değil de heva-hevesine tabi olmaktadır. Bir mezhepte, mezhep içerisindeki görüşlere bakıp kolayına geleni (keyfine, meyline, tabiatına uygun olanı) seçen de yukarıda zikredilen hususa dâhildir.’

Bugün bazı insanlar mezhepler arasındaki ruhsat ve kolaylıkları araştırıp almanın caiz olduğu hususunda Hz. Âişe (r.anhâ)’nın şu sözünü delil getirmektedirler: ’Rasûlullah (s.a.v.) iki şey arasında muhayyer bırakıldığında mutlaka o iki (şey)in -günah olmadığı müddetçe- en kolay olanını alırdı. Şayet günah ise, insanların ondan en uzak bulunanı olur¬du. Rasûlullah (s.a.v.) (hiçbir zaman) kendi (nef)si için intikam almamıştır. Ancak Allah’ın yasak (kıldığı şey)ler ihlâl edil(ip çiğnen)diğinde (Allah için öfkelenir) intikam alırdı.’ (Buhârî, Menâkıb, 23)
Bu istidlal katıksız hatalı ve fasit bir istidlaldir. Nitekim Hafız İbn-i Hacer (v.h. 852) Fethu’l-Bârî’de şöyle demiştir: ’Hadiste geçen (iki şey arasında muhayyerlik)ten maksat; dünya işleri arasında iki şey arasında muhayyer bırakılmaktır. Nitekim hadisin devamında ’günah olmadığı müddetçe’ cümlesi buna apaçık delalet etmektedir. Çünkü dinî işlerin içerisinde günah olmaz. İyice düşün!’
Hem ayrıca Efendimiz (s.a.v.)’in önünde mezhepler var da, O’nun (s.a.v.) mezheplerin içerisindeki kavillerden istediğini seçip alma gibi bir durumu mu var ki hâşâ böyle anlaşılıp yorumlanabilsin. Efendimize vahiy iniyor, Allah sana şunu emrediyor, şundan nehyediyor gibi emir ve nehiylerle ilâhî tevcih ve beyan doğrultusunda hareket ediyordu. Dolayısıyla; ’Bir meselede ihtilaf edilmişse siz bakın, o meselede en kolayını, işinize geleni alın!’ gibi batıl bir çıkarımda bulunmak, Efendimize (s.a.v.)’e söylemediği bir sözü, anlayışı atfetmek olur ki bu şeriat sahibine iftiradan başka bir şey değildir. Yukarıda geçen Âişe annemizin kelamını, selef âlimlerimiz şöyle anlayıp izah etmişleridir:
Efendimiz (s.a.v.), dünya ile ilgili mevzularda kolayı seçer ve insanlara da kolaylık gösterirdi. Kendisini davet eden Ashâbı’nın hazırlayıp sunduğu eti yediği gibi başka hiçbir şeyi olmayan Sahâbe’sinin evinde ekmek ve sirke yemekten de haz alır, hoş görürdü. Ne kendi hanımlarını ne de misafir olduğu ev sahibini yemek hususunda zorlamaz, itham etmez, ev sahibinin en kolay olanı getirmesini ister, zorluk çıkarmazdı.
Böylelikle Hz. Âişe’nin kelamının mezhepler arası ruhsat ve kolaylıkları araştırıp tabi olmaya bir delil olmadığı ve bu istidlali yapanların ya istidlal nasıl yapılır bunu bilmedikleri veyahut da insanların zihnini karıştırıp, din hususunda telafisi mümkün olmayan anlayışlara yol açtıkları ortaya çıkmış olmaktadır.
Yine bazıları: ’İslam dini, hoşgörü, müsamaha, ruhsat dinidir!’ diyerek, İslam’ın hoşgörülülüğünü, genişliğini bu fasit anlayışları için istidlal ediyorlar. Evet, İslam hoşgörü dinidir. Hiçbir aklıselim bunu inkâr edemez. Ancak biz, hakiki ilim ehli olan imamlarımızın, âlimlerimizin de kabullenmediği gibi, şiddetle karşı çıktıkları bu gibi ifadelere sığınılarak, kavram ve kelime oyunları ile haramı helal saymayı, batıl teviller yapmayı ve mezhepler arasında heva ve arzuları mesnet edinerek ruhsatların, kolaylıkların peşine düşülüp gidilmesini kabul etmiyor, buna şiddetle karşı çıkıyor ve dine aykırı buluyoruz. Burada İslam’ın hoşgörü/müsamaha/ruhsat dini olmasından maksat, örneğin; Allah’ın hastaya oturarak, uzanarak veya yanı üzere yatarak namaz kılmasına müsaade etmesi, yine abdest veyahut gusül için su bulamayan veya suyu kullanırsa zarar göreceğinden korkan kimsenin teyemmüm etmesine müsaade etmesi gibidir. Evet, işte İslam dininin müsamaha dini olmasının manası budur, yoksa mezhepler arasında telfik yapıp ulemanın fetvalarındaki/görüşlerindeki ruhsatların alınıp amel edilmesi değildir.
Hafız Zehebî (rh.a.), ’Siyeru A’lemi’n-Nübelâ’ isimli eserinde, İmam Hafız İsmail Kâdî (rh.a.)’den şöyle nakletmiştir: ’İsmail Kâdî (rh.a.), bir gün (Abbasî halifelerinden) Mu’tedıd’ın yanına girdi ve şöyle dedi: ’Halife bana bir kitap verdi, kitaba baktım gördüm ki âlimlerin fetvalarında verdikleri ruhsatlar bu kitapta toplanmış. Bunun üzerine ben: ’Bu kitabın yazarı zındıktır.’ dedim. Halife de kitabın yakılmasını emretti.’ Devamında Hafız Zehebî şöyle demektedir: ’Âlimlerin fetvalarındaki ruhsatları alıp amel etme ve kavillerden canının istediğini almaktan imtina etme hususunda bir risalemiz vardır ki oraya bakılmalıdır. Hidayet edecek olan Allah’tır.’
Rasûlullah (s.a.v.)’in: ’Muhakkak ki Allah, azimetlerinin yerine getirilmesinden razı ol(up hoşlandığı) gibi (kullarına tanıdığı) ruhsatlarının yerine getirilmesinden de razı ol(up hoşlan)ır.’ (İbn-i Hibbân, Sahîh, el-Birru Ve’l-İhsân, 2, c.2, s.69, h.no:354) hadisine gelince; bu hadisi şeriften âlimlerin fetvalarındaki ruhsatları alıp amel etmeye delalet eden bir şey yoktur. Ruhsatı alıp emel etmek; Allah Teâlâ’nın kitabında zikrettiği üzere; suyun olmadığı yerde teyemmüm etmek, ramazanda yolcunun ve hastanın iftar etmesi gibi hususlardır.
Ezcümle; şunu söylemek gerekir ki, âlimlerin fetvalarındaki ruhsatları alıp amel etmek, kolay ve rahat olan fetvayı alarak fetvalar arasında telfik yapmak icmâ ile fasıklıktır. Kur’an ve Sünnet’in nehyettiği bir şeydir. Buna meyleden kişiye itibar olunmaz, terazide de bir ağırlığı olmaz.
Son olarak şunu belirtmek gerekir ki; içtihat edilemeyecek bir yerde (hakkında nas olan bir mevzu vb.) içtihat etmek veya icmaya muhalefet etmek ve bunu yaparken de: ’İsabet edersem iki ecir, hata edersem bir ecir var!’ diyen, bununla da kendisini âlimlerin ileri geleni yerine koyan, yenileyici ve olgun fikirli olduğunu savunan kişi, hakikatte terazide hiçbir kıymeti olmayan günahkâr, başkasını saptıran, sözüne dönüp bakılmayacak, sözü kaldırılıp atılacak birisidir.
(Bu çalışma; Hasan b. Ali es-Sekkâf el-Kuraşî el-Hâşimî el-Huseynî (rh.a.)’in ’Sahîhu Şerhi’l-Akîdeti’t-Tahâviyye’ isimli eserinin ilgili bölümünden kısaltılarak hazırlanmıştır.)
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.