Tasavvuf yolunda sâlikler, mürşitlerine olan edep ve sadakatleri nispetinde yüksek manevî derecelere kavuşmuşlardır. Kâmil bir Mürşit bulmak zordur. Bulduktan sonra da bu nimetin kadrini bilmek ve ondan istifade etmek daha da büyük bir önem taşır. Allah Dostları ulaştıkları bir çok derecelere, Allah’ın kendilerine açmış olduğu bu irşat kapısından hakkıyla istifade etmeleri ve irşadın bir gereği olarak da mürşidin kadr-u kıymetini iyi idrak edip, hizmet ve teslimiyette kusura meydan vermemelerinden kaynaklanır. Bu sebeple Büyük Allah Dostlarının irşatları esnasında, mürşitlerine olan edep ve sadakatlerinden örnekler vererek konumuzu vuzuha kavuşturmak uygun olacaktır.
Bu hususla ilgili olarak Şâh-ı Nakşibendî Efendimiz ilk hallerinden birini şöyle anlatır:
Bir gün cezbe hâli beni bastırdı. Kendi kendime bu yolda şâh olsam, mürşid-i kâmil olsam, müritlerim olsa diye kalbimden geçti. Sonra da gece oldu. İçimden mürşidim Seyyid Emir Külâl’i ziyaret etmek geldi. Yola koyuldum. Ayaklarım dikenlerden yara oldu. Mevsim kıştı, hava da dondurucuydu. Seyyid Emir Külâl’in konağına gittim. Müritlerin arasına oturmuştu. Beni görür görmez şöyle sordu: ’Bu da kim?’ Beni ona tanıttılar. Şöyle dedi: ’Onu buradan çıkarın.’ Dışarı çıktım. Nefsimin bu yolda nefret etmesinden ve teslimiyet bağından sıyrılmamdan korktum. (Fakat Allah’ın yardımı yetişir.) kendi kendime şöyle dedim: ’Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için her perişanlığa katlanacağım. Bu kapıdan ayrılmama da mümkün değil?’ Bundan sonra başımı tevazu ile, kırık gönülle o yüksek kapının eşiğine koydum. İçimden de şöyle geçirdim: ’Başımı bu eşikten kaldırmayacağım. Başıma ne gelirse gelsin aldırmayacağım. Üzerime yavaş yavaş kar yağıyordu. Hava da cidden çok soğuktu. Orada öylece kaldım. Tan yerinin ağarmasına yakındı ki, Seyyid Emir Külâl dışarı çıktı. Ayağına başıma bastı. Benim orada olduğunu anlayınca, başımı eşikten kaldırdı. Evine götürdü. Beni müjdeledi. Şöyle dedi: ’Bu mutluluk elbisesi senin üstün değerini anlatır.’ Bundan sonra mübarek eli ile ayağımdaki dikenleri temizledi. Yara yerleri sildi. Bu arada bol bol feyizler verdi. Manevî yardımda bulundu. O kadar çok lütuflar eyledi ki tarifi zordur.1
Yine Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, en çok sevdiği halifesi Alâaddîn-i Attar Efendimizle birlikte bir nehrin kenarından geçerlerken, tam o sırada Alâaddîn-i Attar Efendimize yapılacak bir sû-i kasti Cenâb-ı Hakk kendisine açmış ve Şâh-ı Nakşibend Hazretleri derhal; ’Oğlum hemen suya atla demiş.’ Alâaddîn-i Attar Hazretleri de hikmetine hiç sual etmeden büyük bir teslimiyetle bu emri hemen yerine getirir. Alâaddîn-i Attar Hazretlerinin suya atlaması ile beraber hemen başının yanından fırlatılmış bir ok, mürşide teslimiyetin bereketi ile kendisine isabet edemeden geçer gider. Alâaddîn-i Attar Hazretleri kapısında yakınlık kazandığı Mürşid-i Kâmil’in, kendisini asla yanlış yola götürmeyeceği bilir ve bu emrine teslim olur. Netice itibari ile dinlenen sözlerin ahiret saadeti kazandırması bir yana, daha dünyada iken de bir çok faydasını müşahede etmiştir. Alâaddîn-i Attar Hazretlerinin Mürşidine kayıtsız bir sadakat ve teslimiyet göstermesi bizler için güzel bir örnektir.
Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretlerine Akşemseddîn Hazretleri için, ’-Efendim! Bu yolda 40 yıllık müritleriniz olduğu halde onlara hilafet vermeyip, daha yeni gelen talebeniz Akşemseddin’e hilafet vermenizin sebebi nedir?’ Diye sorduklarında, Hacı Bayrâm-ı Velî Hazretleri: ’- Akşemseddin bizden ne duyduysa inandı, teslim oldu, sebebini, hikmetini hiç araştırmadı. Diğer talebelerimiz ise bizden duyduklarının hikmetlerini araştırdılar, soruşturdular, ondan sonra teslim oldular. Akşemseddin bu teslimiyetinden dolayı kısa zamanda çok derecelere kavuştu.’ Demiştir.
İmam-ı Rabbânî Hazretleri bir gün bir mürîdini bir hatasından dolayı sırtına sopa ile vurur ve kovar; ancak mürit sadakat göstererek mürşidini terk etmez ve başını kapısının eşiğine koyar. İmam-ı Rabbânî Hazretleri onu orada görünce, bu sadakatinden dolayı çok hoşnut olur ve akabinde ona öyle bir nazar ve teveccühte bulunur ki, bir anda çok yüksek manev3i derecelere kavuşturur.
Sâlik mürşidinin huzurundayken onun ihtiyaçlarını temin hususunda ona hizmetini en güzel bir şekilde yapmalıdır. Mürşidi ona daha bir şey söylemeden hemen ihtiyaçlarını hazırlamalı, zahiren ve kalben çok uyanık bulunmalıdır. Bu ayıklık, tasavvuf yolunda terbiye olmanın ve terbiyenin de gereği olarak mürşid-i kamil ile sürekli gönül diyalogu içerisinde bulunmanın en önemli şartlarındandır. Bu hususta muhterem Efendimiz Abdullah Farukî el-MÜCEDDİDÎ Hazretlerinin bizlere naklettiği şu kıssayı anlatalım: ’Vaktiyle bir Allah Dostu bir şehre gider. Orada talebelerine sohbette bulunur. Yorgun olduğu için sohbetten sonra boy abdesti almayı ister. Fakat bu isteğini kimseye söyleyemez; ancak oradaki, mürşidi ile gönül diyalogu kuvvetli olan müritlerden birisi hemen mürşidinin ihtiyacı ve arzusunu fark eder. O mürit hemen bir teneke suyu ısıtıp hazırlar. Mürşidi oraya gelince uygun bir fırsatta: ’- Efendim! Boy abdesti almanız için suyu hazırladım’ der. Müridinin bu hareketi mürşidinin öyle hoşuna gider ki: ’-Evlâdım! Başkalarının çalışarak 40 yılda erişebileceği derecelere sen, boy abdesti için hazırladığın bir teneke suyla ulaştın ve gönlümüze girdin’ der.2
Salik’in dikkat etmesi gereken diğer önemli bir edep de, mürşidinin huzuruna gittiği zaman, dolu değil de boş bir kalp ile gitmesidir. Testi misali içi pis olan veya dolu olan bir kaba su ya dolmayacak ya da içerideki pislik temizlenmediği için su kullanılamayacaktır. Bu misalde olduğu gibi, mürid kalbini (kalp kabını) mâsivâlardan, kibir, gurur ve sâir dünya tamahlarından sıyırarak varmalı ki, ancak o zaman istifade edip feyiz ve bereketten istifade edebilsin, gönül sohbetlerinden faydalanabilsin.
Bu konuda Ebû Hasan eş-Şâzelî Hazretleri ile ilgili bir kıssa da şöyledir: Ebû Hasan eş-Şâzelî Hazretleri büyük bir alim olduğu halde tasavvuf yolunda sülûk etmek için dağ başında bir mağarada bulunan bir Allah Dostunu ziyaret için yola çıkar. Mağaraya yaklaştığı sırada önüne bir ırmak çıkar. O ırmağı geçmeden kendi kendine: ’Bu Allah Dostundan istifade edebilmem için her şeyimi burada bırakmam, benliğimi terk etmem gerekir’ diye düşünür. Hemen yeni elbiselerini ve devesindeki bütün kitaplarını oracıkta bırakır. Bu şekilde nehri geçer ve mürşidinin huzuruna varır. Mürşidi de onun bu halinden memnuniyetini ifade ederek, ’-Oğlum eğer ilmin ve benliğinle benim yanıma gelseydin benden asla istifade edemezdin’ demişleridir.
Şüphesiz ki mürşidine olan edep ve sadakati bu anlatılanlar kadar değildir. Bu hususta Mübarek Efendim Abdullah Farukî el-MÜCEDDİDÎ Hazretlerinin ’Zâhirî Ve Bâtınî Edepler’ adlı kitabından ayrıntılı olarak bilgi edinmek mümkündür.
Rabbimiz bizlere katında razı olacağı bir edep ile kulluk yapmayı nasip ve müyesser eylesin. Amin
Kaynakça:
1. El-Hadâiku’l-Verdiyye, s. 537-538.
2. El-İbrîz, Abdülaziz Debba’.
Mürîdin Mürşidine Edeb ve Sadâkatinin Önemi
Özlenen Rehber Dergisi 13. Sayı
Henüz hiç kimse yorum yazmadı.