Özlenen Rehber Dergisi

13.Sayı

Emîrü'l-mü'minin İmâm Ali ( K.v.)

Yusuf BİLGEN Özlenen Rehber Dergisi 13. Sayı
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz’in ciğerparesi, biricik kızı Hz. Fâtımatü’z-Zehra (r.anhâ) validemizin eşi, İki Cihan Serveri’nin nesebinin devam ettiği, ilim şehrinin kapısı, Allah’ın aslanı, Rasûlullah (s.a.v.)’in amcasının oğlu, damadı, dördüncü halife Hz. Ali (k.v.)... Babası Ebû Talib, annesi Kureyş’ten Fâtıma binti Esed, dedesi Abdulmuttalib’tir. Künyesi Ebu’l Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın babası/sahibi), lâkabı Haydar, unvânı Emîru’l-Mü’minîn’dir. Ayrıca ’Allah’ın Aslanı unvanıyla da anılır.
Hz. Ali Rasûlullah (s.a.v)’in yanında büyüdü. On yaşında İslâm’ı kabul ettiği bilinmektedir. Hz. Hatice annemizden sonra Müslümanlığı ilk kabul eden odur.
Hz. Peygamber ile Hz. Hatice annemizi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali’ye Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen Müslüman olmuştu. Mekke döneminde her zaman Rasûlullah (s.a.v.)’in yanındaydı.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), en yakın akrabasını uyarmak ve Hakkı tebliğ etmek hususunda Allah-u Teâlâ’dan emir alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ etti; fakat Kureyş müşrikleri onun davetine icabet etmeyip bir de alayda bulundular. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)’e bıraktı. Hz. Ali de bir ziyafet hazırlayarak Haşimoğulları’nı davet etti. Rasûlullah (s.a.v.) yemekten sonra:
’Ey Abdülmuttaliboğulları! Ben özellikle size ve bütün insanlara gönderilmiş bulunuyorum. İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum olarak bana bey’at edecek’ dedi. Yalnız Hz. Ali (r.a.) kalktı ve orada Rasûlullah (s.a.v.)’e onun istediği sözlerle bey’at etti. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem Efendimiz; ’Kardeşimsin ve vezîrimsin ’ diyerek Hz. Ali’yi taltif etti.
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek üzere Hz. Ali’ye bıraktı ve o gece Hz. Ali (k.v.), Rasûlullah’ın yatağına yatarak müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali (k.v.), Peygamber (s.a.v.) Efendimizi öldürmeye gelen müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu sûretle Peygamber Efendimize hicreti sırasında zaman kazandırmıştır. Hz. Ali, Peygamberimiz’in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra Medine’ye hicret etti. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medine’de Müslümanlar arasında İslam kardeşliğini ilan edince, Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), Mescid-i Nebevi’de Ensar ile Muhaciri tek tek kardeş yapmıştı. Hz. Ali (k.v.) ise bu kardeşlikte yalnız kalmıştı. Hz. Ali (r.a.) Efendimiz:
’-Yâ Rasûlallah! Ben yalnız kaldım’ deyince; Efendimiz (s.a.v.) ona:
’ Yâ Ali! Sen, benim kardeşimsin’ diyerek O’nu kendisine kardeş seçmiştir.
Medine’de de Hz. Peygamber Efendimiz’in devamlı yanında bulundu. Bütün cihad harekâtlarına katıldı. Uhud’da gâzî oldu. Bedir’de sancaktardı. Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı. Hakim noktaları tespit ederek Hz. Peygamber’e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir’de önemli bir savaş harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce, Kureyşliler’le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu dövüşte, hasmı Velid b. Mugire’yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine ’Allah’ın Aslanı’ lâkabı ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.
Hz. Ali (r.a), Bedir Savaşı’ndan sonra Hz. Peygamber (s.a.v.)’in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz. Peygamber (s.a.v.) kıydı. O zamana kadar Rasûlullah’la oturan Hz. Ali, nikâhtan sonra ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali (r.a.)’in, Hz. Fâtıma (r.anha)’dan üç oğlu, iki kızı dünyaya geldi.
Hicret’in üçüncü yılında Uhud Savaşı’nda, Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de yaralanmış, ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o sırada dövüşe dövüşe, Hz. Peygamber’in yanına ulaşarak, onu korumaya çalışıyordu. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta, Hz. Ali birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.
Hudeybiye barışında sulh şartlarının yazılmasında memur edildi. Hz. Ali (r.a.), sulh nameyi yazmaya; ’Bismillâhirrahmânirrahîm. Muhammedü’n-Rasûlullah...’ diye başladı; ancak müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber (s.a.v.), ’Rasûlullah’ yerine ’Muhammed b. Abdullah’ yazmasını Hz. Ali’ye söylemişse de, Hz. Ali (r.a.), ’Rasûlullah’ ifadesinin yazımında ısrar etmiştir.
Hz. Ali (k.v.) Mekke’nin fethi sırasında da İslâm ordusunun sancaktardı. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) hicretin 9. yılında Tebük Seferi’ne çıkarken Hz. Ali (k.v.)’yi Ehl-i Beyt’in muhafazası için Medine’de bıraktı; ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.): ’Musa’ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez misin?’ Dedi. Hz. Ali (r.a.), bu iltifattan çok memnun oldu.
Yemen bölgesinin İslâm’a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib’e verildi. Hz. Ali (k.v.), ’Bu çok güç bir iş’ dedi. Rasûlullah (s.a.v.) de: ’Yâ Rabb, Ali’nin dili tercümanı, kalbi de hidayet nurunun membaı olsun’ diye dua edince, Hz. Ali (r.a.), siyah bir bayrak alarak Yemen’e gitti, irşatları kısa sürmesine rağmen, Yemen’in bütün ’Hemedan Kabilesi’ Müslüman oldu.
Hz. Peygamber (s.a.v.)’in vefatı sırasında, hâne-i saadetlerinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) halife seçildiği sırada Hz. Ali, Rasûlullah’ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.
Hz. Ömer (r.a.) devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm Devleti’nin baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer (r.a.)’in şehâdeti üzerine yine devlet başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.
Hz. Osman (r.a.)’in hilâfeti döneminde İslâm Devleti’nin muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman’a bildirmiş ve ona hâl çareleri teklif etmişti. Hz. Osman (r.a.)’ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden gelen gayreti sarf etti.
Hz. Osman (r.a.)’in şahâdetinden sonra İslâm’ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey’at ettiler. Ancak onun bu dönemi Allah’ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu. Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karşı karşıya kaldı. Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffin gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler gösterdi.
Nihayet, Kûfe’de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehit oldu.
Hz. Ali (k.v.), devamlı olarak Hz. Peygamber (s.a.v.)’in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Rasûlullah (s.a.v.)’in tabiri ile: ’İlim beldesinin kapısı’ olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarf etmiş ve hilâfet dönemi iç karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm’ın öğretilmesi ve öğrenilmesi hususunda büyük katkıları olmuştu.
Devlet yönetici ve memurlarının nasıl davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı:
- Halka karşı daima içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve onları azarlamayın.
- Müslüman olsun olmasın herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, Müslüman olmayanlar ise sizin gibi bir insandır.
- Affetmekten utanmayın. Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hata-ları karşısında hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin.
- Taraf tutmayın. Bazı insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
- Memurlarınızı seçerken zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.
- Doğru, dürüst ve nazik kişileri seçin. Çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri tercih edin.
- Atamalarda araştırma yapmayı ihmal etmeyin.
- Haksız kazanç ve ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.
- Memurlarınızın hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri vazifelendirin.
- Mektuplar ve müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.
- Halkın güvenini kazanın ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın.
- Hiç bir zaman vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.
- Esnaf ve tüccara dikkat edin; onlara gereken önemi gösterin; fakat ihtikâr, karaborsa ve mal yığmalarına izin vermeyin.
- El işlerine yardım edin; çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.
- Tarımla uğraşanlar devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.
- Kutsal görevinizin yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın. Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin, onları koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları zaman huzurunuza çıkmalarına engel olmayın.
- Kan dökmekten kaçının, İslâm’ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.
Hz. Ali (r.a.) bütün bu emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi, sonunda şehit oldu.
Hz. Ali, İslâm’ın bütün güzelliklerine vâkıftı. Çünkü O, Rasûlullah (s.a.v.)’in daima yanında bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber’den beş yüzden fazla hadis rivayet etti. Ahkâm’ın nazariyatından çok, amelî keyfiyetine bakardı: ’Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz. Allah (c.c.) ile Peygamber (s.a.v.)’in tekzip edilmesini ister misiniz?’ Demiştir.1
Hz. Ali’nin, Hz. Fâtıma’dan, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Muhsin (r.anhüm) adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm (r.anhümâ) adlı kızları oldu.
Hz. Ali (k.v.) âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve son derece cömert bir kimse idi. Bir gün çok az yemekleri olduğu halde, Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir dilenci geldi. Yemeği derhal dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime, üçüncü gün de bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra şu ayet-i kerîme indi: ’Muhakkak ki, iyi kullar, kâfûr karışımlı bir kaseden içerler. Bir kaynak ki, ondan Allah’ın has kulları içer ve (istedikleri yerlere/kimselere de) bu sudan tazyikle akıtırlar. Adağı yerine getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. içleri çektiği hâlde yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. ’Biz sizi ancak Allah’ın rızası için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbimizden korkuyoruz’ derler. Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç verir.’2
Hz. Ali’nin ’Zülfikâr’ adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki çatallı idi ve Hz. Ali’ye Rasûlullah (s.a.v.) tarafından hediye edilmişti. Hz. Ali’nin cömertliği, insanlığı, Rasûlullah’a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî miras, onu yüzyıllardır Müslümanlar arasında destânî bir kişiliğe büründürmüştür.
Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden, birini gündüz, diğerini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerîme nazil oldu: ’Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık Allah yolunda verenlerin mükafatı Rab’leri katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.’ 3
Bir defasında Peygamberimiz (s.a.v.) Hz. Ali’ye şöyle sordular: ’Yâ Ali, altı yüz bin koyun mu, altı yüz bin altın mı, yoksa altı yüz bin nasihat mi istersin?’ Hz. Ali (k.v.) şöyle cevap verdi: ’Altı yüz bin nasihat isterim.’ Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.): ’Şu altı nasihate uyarsan altı yüz bin nasihate uymuş olursun.’ Buyurdu:
- Herkes (farz ibadetleri hakkıyla edâ etmeden) nafilelerle meşgul olurken, sen (insanların, İslam dinini doğru bir şekilde anlayıp yaşaması için, nafilelerle beraber) farzları (da hakkıyla) îfâ et.
- Herkes dünya ile meşgul olurken sen Allah’u Teâlâ’yı hatırla.
- İslâm’a uygun yaşa. İslâm’a uygun kazan. İslâm’a uygun harca.
- Herkes birbirinin ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol.
- Herkes dünyayı imar ederken sen dinini imar et, zinetlendir.
- Herkes halka yaklaşmak için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken, sen Hakk’ın rızasını gözet. Kakk’a yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara.
- Herkes çok amel işlerken, sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et.


Hz. Ali (R.A.) Buyurdu ki:

- Kişi dili altında saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız.
- İnsanın yaşlanıp Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet’e girmesinden daha hayırlıdır.
- Kul, ümidini yalnız Rabbi’ne bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır.
- Cahil, bilmediğini sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah’u Teâlâ bilir’ demekten sakınmasın.
- Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alı koyar. ikincisi ise ahireti unutturur.

Faydalanılan Eserler:
1. Şamil İslam Ansiklopedisi.
2. Abdullah Farukî el MÜCEDDİDÎ, Ehl-i Beyt ve On İki İmamlar.
3. Asım KÖKSAL, İslam Tarihi.
Kaynaklar:
1. Buhârî, Kitâbü’l-ilim.
2. İnsan Sûresi, 5/11.
3. el-Bakara, 2/274.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.