Özlenen Rehber Dergisi

13.Sayı

Yüzyılın Bela Hastalığı Gaflet

Dr. Celal Emanet Özlenen Rehber Dergisi 13. Sayı
’İnsanları sorgulama (zamanı) yaklaştı, kendileri ise gaflet içinde yüz çeviriyorlar. Rablerinden kendilerine yeni bir hatırlatma gelmeyiversin, bunu mutlaka oyun konusu yaparak dinliyorlar’1
İçinde yaşadığımız yüzyılda pek çok insan, yaratılış amacını düşünmeden, nefsinin arzularıyla oyalanıp boş ve yararsız işlerle uğraşarak, şuursuzca yaşamını sürdürmektedir. Gününü gün etme mantığıyla, sadece dünyadaki nimetlerin en iyisine ve en fazlasına sahip olmayı hedefler. Bu şekilde düşünen kimseler için önemli olan; ’dünyaya bir daha mı geleceğiz?’ düşüncesiyle kendine göre zamanını en iyi şekilde değerlendirmektir. Bu yüzden de yaşadığı zaman dilimine sadece, kendince en fazla zevki ve eğlenceyi sığdırmaya çalışır.
-Aslında gaflet hali kişinin, Allah’ın ve ahiretin varlığından habersiz olması ya da haberi olduğu halde bu bilginin gerektirdiği bilinç ve sorumluluğu, davranış şeklini göstermeyerek, kayıtsız ve umursamaz bir tutum içinde bulunmasıdır. Gaflet hali, kimi zaman iman eden bir kimse için kısa süreli, geçici bir unutkanlık ya da dalgınlık şeklinde olabildiği gibi, kimi zaman da tüm yaşamının büyük çoğunluğunu kaplayacak derecede derin olabilir.
Öncelikle kendi halimizi, sonrasında da çevremizdekilerin hayat anlayışlarını gözlemlediğimizde nasıl bir sonuca varacağımızı tek bir cümleyle ifade edecek olursak; oldukça boş ve yararsız, ahiret için hiç bir getirisi olmayan pek çok işle geçirdiğimiz uzun zamanları ’yoğunluk ve meşguliyet’ olarak nitelendiririz. Bu ’boş yoğunluklarımız’ nedeniyle de kendimizin her bakımdan yeterli olduğumuzu hissederiz. Oysa bu yoğunlukların pek çoğu, gaflet içindeki bir insanın şuursuzluğunu körükleyen boş bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Unutmayalım ki insanoğlunun dünyaya gönderiliş amacı Allah’a kulluk etmek ve Rasûlullah Efendimiz’i tanıyıp, O’nun ahlak ve davranışlarını öğrenip hayatının her alanında bu güzel ahlakları gösterme gayreti içinde olmaktır. Ben, önce kendimden başlayarak benimle beraber aynı havayı teneffüs eden tüm kardeşlerimize sormak istiyorum:
- Zihinlerimiz ve gönüllerimiz ne ile meşgul!?
- Allah’a itaat ve Rasûlullah Efendimiz’in örnekliğinde bir hayat sürdürebilme kaygısı ile mi, yoksa Allah’ın ve ahiretin varlığını göz ardı eden, dünyada belli istek, beklenti ve tutkulara odaklanmış ve bunların peşinden adeta büyülenmişçesine koşan, kendince belirlediği makam, mevki, mal-mülk sahibi olmak gibi amaçlar doğrultusunda çaba sarf eden bir insan konumunda mıyız?
- Sürekli olarak, kazandığımız ya da kazanacağımız bu dünyalıklarla yapabileceğimiz şeyleri düşünerek, bunların hayallerini kurarak ve her fırsatta da bunlardan bahsederek mi geçiyor günlerimiz? Yoksa dünyalık ihtiraslarımız bizleri, müminin miracı, dinin direği diye hadislerle ifade olunan yani olmazsa olmaz diyebileceğimiz namazları kılmaktan veya onu vaktinde yerine getirmekten de alı koyacak hale mi getirdi?
- Allah’ın emir ve yasaklarını hayata geçirme ve Rasûlullah Efendimizin ahlaklarını yaşama konusunda ne durumdayız!..
- Dünyanın pek çok yerinde yurtlarından haksızlıkla çıkarılan veya öldürülen insanları televizyondan hem de onlarca defa kuzu kuzu izleyip ve son haberlerde de yeni felaket haberlerini dinledikten sonra uykuya yatma alışkanlığı edinmiş kimseler gibi miyiz?
- Yeryüzünde milyarlarca insan Allah’a imandan yoksun O’nun Rasûlünden habersiz heva ve hevesini kendine bir nevi ilah edinmiş vaziyette her şeyi inkar ederken, bizler Allah’a ve Rasûlüne iman etmiş ve bunun neticesinde de Allah’ın rızasını ve ebedi alemde cenneti uman kimseler olarak imansızlık batağına saplanmış, şeytanın esiri haline gelmiş bu zavallı insanlar için neler yapabildik?
- Bırakın yeryüzündekileri etrafımızdaki hatta aile, akraba ve yakın çevredeki komşularımız Kur’an ve Sünnet ahlakından uzak bir yaşantı içerisindeyse yani onların hayatlarının bir çok alanını gaflet kaplamışsa onlara karşı nasıl bir tutum sergilemekteyiz?
Müminler olarak bizler şunu çok iyi bilmekteyiz ki; ’Allah Rasûlü gece gündüz demeden Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ ederek insanları İslam’a yani hidayet yoluna davet etme uğruna tüm ömrünü tüketmiştir.’ O’nun yolunu takip eden Sahabe Efendilerimiz ve Allah’ın sâlih kulları da aynı yolda taviz vermeksizin ilerlemiş ve Allah’ın hoşnutluğuna kavuşmuşlardır. Onlar, hem Allah’a kulluk etmede hem de O’nun Rasûl’ünü de takip etmede, yaşadıkları dönemin ilim ve teknolojisini de en iyi şekilde kullanmışlardır. Çünkü hayatın her alanında fetihleri ve keşifleri İslam dünyasının yetiştirdiği ilim adamları gerçekleştirmiştir. (Asr-ı Saadet, Dört Halife dönemi ve Devlet-i Âliye-i Osmâniye en güzel örnektir).
-Aslında gaflet, Allah’ı ve ahiret gününü unutmuş insanları çepeçevre sarmış sinsi bir hastalık gibidir. Bu, insanın zihnini uyuşturan, aklını örten bir hastalıktır. Bu uyuşukluk ve şuursuzluk içinde insan kendisini kuşatan ve bekleyen gerçeklerin farkına varamaz. Bu nedenle gaflet halindeki insanlar görebilme, duyabilme gibi duyulara sahip olmalarına rağmen, gördüklerini ve duyduklarını değerlendirme, muhakeme etme yeteneğini kaybetmişlerdir. Çünkü kendilerini saran gaflet akıllarını örtmüştür. Gaflet içindeki insanlar tüm zamanlarını nefislerinin sınırsız isteklerini tatmin etmek için sarf ederler, başka bir şey düşünmezler. İstek ve tutkularını, tüm benliklerini adadıkları birer ilah edinmişlerdir. Onların durumu Kur’an’da şöyle bildirilir: ’Kendi istek ve hevâsını (tutkularını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu (söz) işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; bilakis, onlar (yol bakımından daha şaşkın ve) hayvandan da daha aşağıdırlar.’2
-İnsanın içinde bulunduğu gaflet halinin en kötü noktalarından birisidir heva heveslerin ilah olmasıdır. Ancak bugün modern dünyada puta tapıcılık denince akla gelen düşünce eski putperestlerin yaptıkları gibi taştan veya herhangi bir maddeden yapılmış olan somut bir heykelin karşısına geçip tapınmak veya ondan medet ummak anlaşılmaktadır. Oysa değişen dünya şartlarıyla birlikte putperestlikte değişmiştir. Yani putperestlikte gitgide incelmiş ve zamanla bu anlamda somut olmaktan çıkıp daha karmaşık ve soyut biçimlere dönüşmüştür. Bunu şu şekilde bir misal vererek daha net bir şekilde ifade edebiliriz kanısındayım:
Yaşadığımız yüzyılda kendi aklından başka bir şeye itibar etmeyen, yalnız ondan medet uman, ona sığınan ve ondan yardım dileyen, vahiy tanımayan, peygamberin sünnetlerini kendince mantıksız bulan ve bu tarz bir düşünceyi de modernlik diye ifade eden bu adamların geçmiş dönemlerdeki putperestlerden farkı nedir hiç düşündünüz mü? Ama zihinlerde, puta tapıcılık denilince, sadece idol / put-figür-resim vs. karşısında tazim anlaşıldığından bu tarz bir fark gözden kaçabilmektedir. Asr-ı saadetteki puta tapıcıların başlıca kaygılarından biri de taptıkları putların, İslam dini tarafından rezil rüsva edilmesi noktasındaydı. Bir çok müşrikin Rasûlullah (s.a.v.)’den talebi şuydu: ’Bize karışma da ne yaparsan yap.’ Günümüzde de sinsi bir hastalık olan gaflet ve bunun sonucunda doğan bir çok manevî hastalıkta da durum böyle değil midir? Kimsenin zevkine, heva ve hevesleri peşinde ömrünü tüketmesine karışmayıp tepki göstermedikten sonra, hiç bir kimse de senin dînî hayatında neler yaptığına karışmamakta; ama ne zaman ki gaflette uyuyan bu kimseleri uyarıp Allah’a kulluğa davet ettin, tepkilerde başlamaktadır. Çünkü her kim bilerek veya bilmeyerek hayatında nelere kutsiyet kazandırmışsa, dinin emirlerini dinlediği takdirde bunların elinden çıkıp gideceği kaygısını taşımaktadır.
Müşriklerden biri putunu boynuna asarak Rasûlullah Efendimizin karşısına çıkar ve der ki: ’Sen bize, ’benim Rabbim bana şah damarımdan daha yakındır’ diyorsun. İşte benim Rabbim. Onu herkes görebiliyor. Senin Rabbin hani? Onu da görelim?’ Bu müşrikin mugalatası bugünkü modern putperestler diyebileceğimiz kimseler bakımından da geçerliliğini koruyor. İçinde bulunduğu gaflet halinin farkında olmadığı gibi üstelik, hayatında ma’bud haline dönüştürdüğü şeyler (ki bu gafil insanlar müteferrik anlamda ma’bud olarak; akl’ı, bilm’i, nefs-i emmâreyi, şehvet’i veya dünya hırsı’nı tercih etmişlerdir.) boynuna asılı olarak dinin emirlerine ve nehiylerine itiraz etmekte ve onlarla amel etmemek için çeşitli mazeretler altında kendilerini oyalamaktadırlar. İşin en tuhaf yanı ise hiç kimse kendi hayatında mabudu haline gelmiş olan şeylerin hesabını vermeye kalkışmıyor, herkes kendi putunu hesap sorulamaz olarak kabul ediyor ve üstelik kendisi de dinden hesap soruyor.
Eski dönemlerde bir insanın taptığı bir tahta parçasının put olduğunu ona gösterebilmek daha kolaydı. Günümüzdeyse otomobil, mobilya, makine haline dönüşmüş olan bu tahta ve metal parçalarının bilim ve teknoloji adları altında Allah ve Râsûlullah sevgisine engel olup kalbin gizli putu haline geldiğini ve gizli şirkin gönlün içerisinde yuvalandığını fark etmek daha da zor haldedir.
Tabi ki Müminlerin dünya hayatına bakışı böyle değildir, çünkü müminler; ’Öyle kimselerdir ki, ne ticaret ne alışveriş, onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namaz kılmaktan ve zekatı vermekten tutkuya kaptırıp alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar.’3 Bu ayette bildirildiği gibi, müminler hiçbir zaman arzularını tutku haline getirip, hırsla onların peşinden koşmaz, Allah’ı anmaktan ve O’nun emirlerini yerine getirmekten yüz çevirmezler. Ne var ki, müminlerin aksine gaflet içindeki insanların kalpleri dünya malına sahip olma hırsıyla doludur. Bu hırsla, ne durumda olurlarsa olsunlar, hep daha fazlasını kazanmak ve daha iyi yaşamak için çalışırlar. Para ile güç ve kişilik kazanarak, mutlu olabileceklerini düşünürler. Önce kazanmaya çalışır, sonra da kazandıklarını yığıp-biriktirmeye başlarlar. Bu hırslarını meşru ve makul göstermek için de çeşitli bahaneler öne sürerler. Mal ve mülk hırsı nedeniyle, kendini bekleyen bu sondan gafil olan insanın zihnini, para kazanma ve harcama tutkusu sürekli meşgul eder. Para kazanıyorsa, parasıyla elde edebileceklerini düşünür, eğer kazanamıyorsa da gıpta edip imrendiği şeylere sahip olmanın yollarını arar. Bu düşüncelerinin sebep olduğu gaflet onu, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekatı vermekten alı koyar. Oysa kalbi yalnızca Allah’ın rızasını kazanma arzusuyla dolu bir mümin kazandığı parayı, elde ettiği mal ve mülkü yalnızca Allah’ın verdiğini ve bütün bunları O’nun rızasını kazanmak için harcaması gerektiğini hiç unutmaz. Sadece Allah’ın rızasını ve rahmetini düşünerek, dine katkıda bulunmak amacıyla işine sarılır. Bu durumda müminin samimi bir çabanın dışında hırs ve tutkuya kapılması söz konusu değildir. Bu durumu ise, günün her saatinde Allah’ı anmasına, O’na yönelerek dua etmesine ve her şeyin Rabbimizden geldiğini bilerek, sahip olduklarının tümünü ancak bir şükür ve zikir vesilesi olarak görmesine sebep olur.
-İnsanın kendi ölüm anını bilmemesi onu gaflet içinde yaşamaya götüren sebeplerden biridir. Çünkü, ahretteki azabı bilen ve düşünen bir insan, ne zaman öleceğini bilse Allah’ın emirlerine karşı kayıtsız kalmaz, dünya hayatına dalarak ahireti ve hesap vereceğini unutmaz. Ölüm vaktinin bilinmemesi insanın dünyadaki imtihanının bir sırrıdır. Bunun bilincinde olan mümin her an ölecekmiş gibi ahiret yurdu için hazırlık yapar. Allah’ın tüm emir ve yasaklarını samimi bir şekilde hayatının her anında yerine getirir. İman etmeyen bir insan ise, Allah rızasının değil, nefsinin istekleri doğrultusunda yaşar. Öleceğini bilir ancak ölümün ahirette ya sonsuz cehennem ya da sonsuz cennet yurdunda bir uyanış olduğunu kavrayamaz. Ölüm gaflet içindeki insanın zihninde sadece her şeyinden ve tüm sevdiklerinden uzaklaşarak, ebediyen onlardan ayrılmak düşüncesinden ibarettir. Bu nedenle de sevdiklerine tutkuyla bağlanır. Ölümün konusunun geçmesinden bile rahatsız olur. Ölüm aklına geldiğinde ise başka şeyler düşünerek unutmaya çalışır. Ölümü biraz düşünse bunalıma gireceği ve hayatının değişeceği endişesine kapılır. Ancak, her an hayatının sona ereceğini düşünmediği, ölüm üstünde tefekkür etmediği için, Allah’ın emir ve yasaklarını göz ardı eder ya da erteler. İbadet etmek için daha vakti olduğunu, yaşı ilerleyince yapacağını düşünür. Oysa ne kadar ömrü kaldığı konusunda hiçbir fikri yoktur. Ölümün her an gelebileceğini düşünmeden sürdürdüğü bu gaflet hali içinde Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmeye zaman bulamadan, ölüm ansızın gelip çatar.
-İnsanın gaflete düştüğü konulardan bir diğeri de, ahirette Allah’ın huzurunda yalnız hesaba çekileceğini unutmasıdır. Bir insanın ölümü ne kadar kalabalık bir ortamda olursa olsun, ölüm meleği ruhunu alırken dünya ile ve o anda yanında olan diğer kişilerle ilişiği kesilir. Ahirette diriltilip hesap vermeye koşarken mahşer kalabalığı içinde de yalnızdır. Çünkü, orada kimse kimseyle ilgilenecek durumda değildir. Bu yalnızlık dünyadakine de benzemez. Hesaba çekilme anı, dünyada gafil yaşamış bir insan için yaratılışından itibaren o zamana kadar içine düştüğü en zor andır. O anda hissettiği yalnızlık, yaptığı her şeyin tek tek hesabını vereceği, bu anda hiç kimsenin olmadığını ve Allah’ın huzurunda son derece aciz olduğunu anlamanın verdiği bir yalnızlıktır. Bütün gücünden, malından, unvânından, mevkiinden, şöhretinden, değer verdiği, yakınlık duyduğu bütün insanlardan uzaklaşmış bir şekilde maddî ve manevî olarak yalın haldedir. İnsanlara Allah’ın huzurunda yalnız olacakları Kur’an’da şöyle haber verilmektedir:
’Ve onların hepsi, kıyamet günü O’na, ’yapayalnız, tek başlarına’ geleceklerdir’4
Dünyada yaptıklarının karşılığını hemen görmeyen, kendisine süre verilen gaflet içindeki insanlar ahirette de böyle olacağını zannederler. Bu düşünceleri sebebiyle Allah’ın rızasına uygun olmayan bir davranışı yaparken de yanlarına yandaşlar ararlar. Hatta dostlarına ’dünyaya bir kere gelinir’, ’boş ver’, ’günahın boynuma’ gibi sözler söyleyerek, onları da Allah’ın emir ve yasaklarını göz ardı etmeye ya da ertelemeye teşvik ederler. Bu tür, şuursuzca söylenen sözlerin gaflet halinin bir sonucu olduğu açıktır. Çünkü bir insan dünyaya nasıl bir kez geliyorsa, cehenneme de bir kez gidecektir ve sonsuz bir azapla karşılaşacaktır. İşte bu insanlar Allah’ın Kur’an’da bildirdiği bu gerçekten gafildirler. Cehennemde sonsuza kadar kalma ihtimalini hiç düşünmemektedirler. Söz konusu insanların, Allah’ın azabını hafife alarak başkalarının günahını üstlenmeleri ise Allah’ın üstün ilim ve kudretini kavramaktan ne kadar uzak olduklarının bir göstergesidir.
Rabbimiz bizleri böyle bir gaflet haline düşmekten muhafaza buyursun ve İslam’ın emir ve yasaklarını yaşama hususunda yardımını üzerimizden eksik etmesin. AMİN.
Kaynakça:
1. Enbiyâ Sûresi, 21/1-2.
2. Furkan Sûresi, 25/43-44.
3. Nûr Sûresi, 24/37.
4. Meryem Sûresi, 19/95.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.