Özlenen Rehber Dergisi

13.Sayı

Nefs-i Emmâre

Muzaffer YALÇIN Hocaefendi Özlenen Rehber Dergisi 13. Sayı
Hilkati en güzel surette yaratılan insanın, iç dünyası da onu takviye eden bazı kuvvetlerle donatılarak yaratılmıştır. Bunlar akıl, ruh ve nefis kuvvetidir. İnsan üzerinde müspet veya menfi etki eden ise nefistir. Nefsin kuvveti hayra yönelik olursa, akıl ve ruh da hayra yönelir. Nefiste, şer üstün gelirse, akıl ve ruhu da kendi istikametine yöneltir. Bu sebeple evveliyatla nefsin müspet manada terbiye ve tezkiyeye ihtiyacı vardır.
İnsanı hayrın da şerrin de taliplisi yapan nefsin varlığı, ilahî kelâm olan Kur’ân-ı Mübîn ile sabittir. Kur’ân-ı Kerîm’de nefis kelimesi bir çok defa zikredilmiştir. Bunların bir kısmı farklı manalar için kullanılmıştır. Bununla beraber;
- Kötülükleri insana telkin eden ve insanın helakine sebep olan nefisten bahsedilirken, ’...Şüphe yok ki, Rabbimin esirgemiş olduğu müstesna, nefis daima kötülüğü emredicidir’ 1 ayet-i kerîmesi zikredilmiştir.
- ’Nefsini temizlemiş olan şüphe yok ki, kurtuluşa ermiştir’ 2 ayet-i kerîmesi de, tezkiye edildiği taktirde nefsin, insanın kurtuluşuna ve yüksek dereceler kazanmasına vesile olacağına işaret etmektedir.
- ’Ey mutmain olan nefis! Sen O’ndan, O da senden râzı olarak Rabbine dön. Artık kullarımın arasına katıl ve cennetime gir’ 3 ayetleri de, Cenâb-ı Hakk’ın rızasına kavuşmakla cennete girme nimetine ulaşacağına işaret etmektedir.
İslam ordusunun katıldığı en çetin cihat seferlerinden biri olan Tebük seferi dönüşünde Efendimiz (s.a.v.): ’Küçük cihattan büyük cihada döndük’ buyurmuşlardır. 4 Seferin bütün meşakkatini yaşayan ashâbına, Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmada nefisle mücâhedenin daha büyük olduğuna ve daha çok önem arz ettiğine işaret etmiştir. Zira cihadın kıymeti de ancak Allah için olmasına, Allah için cihat etme ise nefsin tezkiyesine bağlıdır.
İnsan nefsini tezkiye etmeyince, ya cihattan geri kalır, ya cihat esnasında savaştan kaçar, ya da Kuzman gibi, nefsî istekleri için çarpışır ki, Efendimiz (s.a.v.) cihatta üstün başarı göstermesine rağmen Kuzman hakkında: ’O cehennemliktir’ buyurmuştur. Zira Vâkidî’nin rivayetinde, Uhud Savaşı sırasında cereyan ettiği belirtilen bu vak’ada Kuzmân ağır yaralanmıştı. Bu sırada Kuzman, yanına gelerek: ’Sana şehâdet mübarek olsun’ deyip tebriklerini ifade eden Katâde İbnu Nu’mân’a: ’Vallahi bu cengi din için yapmadım, kavmimin şerefi için yaptım’ der ve sonra da, yaraların ızdırabına dayanamayarak intihar eder. Böylece Efendimiz (s.a.v.)’in onun hakkındaki haberleri gerçekleşmiş ve Kuzman intihar sebebi ile Cehennemlik olmuştur. 5
Nefs-i emmâre daima kötülükleri ister. Nefs-i emmârenin tesirinde olan kişide, gurur, kibir, şehvet, baş olma sevdası, haset, bencillik vb. sûî ahlâklar tezahür eder. Yine bu tesirden dolayı övülen peygamberî ahlâkları serd etmesi mümkün değildir. Nefs-i emmârenin varlığı bu güzelliklere yönelmeye engeldir. Mesela: Rasûlullah Efendimizin mescidinde, ’mescid bülbülü’ diye anılan Sâlebe isminde bir sahabe vardı. Bir gün Peygamber Efendimize gelerek, kendisi için Allah’a, dünyalık vermesi hususunda dua etmesini istedi. Efendimiz (s.a.v.) bu haline sabretmesini istedi ise de, Sâlebe’nin dünyalık için aşırı dua isteği karşısında Efendimiz (s.a.v.) de onun için dua etti. Kısa zaman sonra Sâlebe çok zengin oldu ve zekat verecek duruma geldi. Öyle ki bir vadi dolusu koyun sürüsüne sahip oldu. Onlarla meşguliyetinden dolayı, mescid bülbülü diye adlandırılan Sâlebe önce vakit namazlarında, sonra da Cuma namazlarında mescide gelmeyi terk etti. Efendimiz (s.a.v.) tarafından kendisine gönderilen zekat memurlarına da zekatı vermeyi reddetti. Daha sonra her ne kadar zekatını kendi eli ile getirdi ise de, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) zekatını kabul etmedi. Dünyalığa olan aşırı isteği ve tamahkar olması neticesinde Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yakınlığını, dostluğunu ve insanı Hz. Allah’a kavuşturan Peygamber sevgisini kaybetti. Nefs-i emmârenin bir ahlâkı olan dünya sevgisi ve ona olan tamah, insanı bu kadar zelil bir duruma düşürmektedir. Yukarıda bir kaçını saydığımız nefs-i emmârenin zemmedilen diğer ahlâkları da bir insanda mevcut olursa, onu dünyada ve ahirette ne perişan bir duruma götürür, bunun idrakinde olmamız gerekir. Bu gerçeği Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in şu hadis-i şerîfi ne kadar da güzel ve veciz bir şekilde ortaya koymaktadır: Dünya sevgisi bütün kötülüklerin başıdır.’ 6
Günümüzde yaşayan insanların durumu da bundan farklı değildir. Mürşid-i Âzam olan Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in nefisleri tezkiye eden ahlâkları’nı terk edip, kendi hevâ ve heveslerine tabi oldukları zaman varacakları netice de yukarı da anlatıldığı üzere olacaktır. Sâlebe dünya işlerinin yoğunluğunu bahane ederek cemaati terk etmesi nedeni ile böyle bir sonuca maruz kalırken, günümüzde bırakın cemaati, işinin yoğunluğunu bahane ederek namazı terk edenlerin karşılaşacağı sonuç ne olur acaba? İşte insana bu sonu hazırlayan nefs-i emmârenin tehlikesidir.
Şu da unutulmamalıdır ki, nefs-i emmârenin ahlâkları, ibadet ehli olan insanlarda da, ilim ehli insanlarda da mevcut olabilir. Kimilerinde, kibir ve gurur, makam ve mevki hırsı, cimrilik ve hasetlik, kimilerinde de şehvet olarak ortaya çıkar. İlim ehli olması ve ibadetleri yerine getirmesi, bu ahlakların kendisinde bulunmasına engel değildir. Nefs-i emmârenin bu ahlâkı, üzerlerinde olduğu müddetçe, ibadetlerden elde edilmesi gereken maksada kavuşamazlar. Namaz kıldığı halde kibir yapar, faiz yer, yalan söyler, gıybet eder, kul hakkına dikkat etmez vs.
Öyle ise insan kendisinde nefs-i emmârenin hastalıklarının mevcut olup olmadığını nasıl anlayacak? Şayet anlasa bile, bunlardan nasıl kurtulacak?
Devamlı hayvan bakımı ile meşgul olan bir insan, üzerine sinen nâhoş kokuların varlığından habersizdir. Ne zaman ki güzel koku satan bir dükkana girerse, üzerindeki hoş olmayan kokuların varlığını fark eder. Bir insanın kendisinde Nefs-i emmârenin sûî ahlâklarının bulunup bulunmadığını anlayabilmesi için de, bu hastalıklardan tezkiye olmuş ve güzel ahlâklarla muttasıf sâlih insanlarla bir araya gelmesi gerekir. Onlarda tezahür eden tevazu karşısında kendisindeki kibri, cömertlikleri karşısında kendisindeki cimriliği, kendisi için istediğini diğer kardeşleri için de isteme ahlâkı karşısında, kendisinde olan bencilliği, onlardaki züht ve kanaat karşısında, kendisindeki tamahkarlık ve hasislik ahlâklarını görecektir.
Kibir ehli olan bir insan, kendisinde kibir bulunan bir insanın yanında, hastalığının farkına varamaz. Nefsi kendisine bu ahlâkını hep haklı gösterir. Doğru yaptığını ona telkin eder. Bu ahlâk gönülden sökülüp atılıncaya kadar da kendisine verdiği zarardan haberi de olmaz. Yapılan telkinleri de, kendisi için bu kabilden gereksiz addeder. Hatta bu zaman da böyle şeylerle meşgul olmanın gereksiz olduğunu düşünür. Bilmez ki gereksiz saydığı nefsîn her batıl ahlâkından dolayı Allah’ın azabına dûçar olacaktır. Bu tehlikeyi Muhbîr-i Sâdık olan Rasûl-i Kibriya Efendimiz (s.a.v.): ’Kalbinde zerre miktarı kibir olan kimse cennete giremez’ 7 hadis-i şerifleri ile bizleri uyarmakta ve bu ahlâkların tezkiye edilmesinin önemine işaret etmektedir.
İşte İnsanı, yukarıda saydığımız dünyevî ve uhrevî tehlikelere taşıyan nefs-i emmâreyi, bu hastalılarından temizlemek, kulluğun esasındandır.
Burada yapılması gereken şey nedir?
Bedenîmizi helak eden hastalıkların tedavisinde, tabipler gerekli olduğu gibi, bizi dünyevî ve uhrevî tehlikelere sürükleyen nefsî hastalıkların tedavisinde de tabipler gereklidir. Bu nefsî hastalıkların tabipleri gönül doktorları olan Mürşid-i kâmillerdir. Yukarıda bahsettiğimiz nefs-i emmârenin hastalıklardan kurtulmanın yolu da, bu gönül tabiplerinin irşatlarına tâbî olmaktır. Çünkü mürşid-i kâmiller nefs-i emmârenin tehlikelerinden nasıl kurtulunacağını tek tek bilen Sâlih kullardır. Talib-i emrâza lazım olan ilacı, zikr-i Hüdâyı, kısacası ahlâk-ı hamîdiyeyi teklin ederek onları terbiye ve tezkiye ederler. Bu terbiye neticesinde kişide bulunan sûî ahlâklar izale olunarak güzel ahlâka tebdil edilir. Cimri ise cömert, kibir ehli ise tevazu ehli olur. Bunun neticesinde ihlâsı elde ederek yapmış olduğu ibadet ve tâât, Cenâb-ı Hakk’ın katında umulur ki makbûliyet kazanır. Nefis tezkiyesinden maksat da, merdûdîyetten makbûlîyete kavuşmayı elde etmektir.

& & &

Ey İnsan! Sen ancak Allah’a kulluk için yaratıldın. Senin bütün maksadın, bütün gayretin bu kulluk vazifesini yerine getirmek olmalıdır. Muhatabın Hazreti Allah (c.c.) olduğu için hiçbir ’nefsî bahane’ seni bu kulluktan geri bırakmamalıdır. İçinde bulunduğumuz şu imtihan dünyasında, tezkiye edilmediği müddetçe, nefsin hevâları seni yaratanından uzaklaştıran tuzaklardır. Hazreti Allah (c.c.) nefse, ilahî kelamında ’zalim’ sıfatını yüklemiştir. Zulmün en nihâi noktası insanın yaratanından uzaklaşmasıdır. Ahiret gününün sermayesi ise din gününün sahibi olan Hazreti Allah’a yakınlıktır.
Allah’ım! Bizi, nefsimizin kötülüklerini tezkiye ederek yakınlık nimetine kavuşanlardan kıl. Amin!
Kaynakça:
1. Yûsuf Sûresi 12/53.
2. Şems Sûresi 91/9.
3. Fecr Sûresi 89/27-28-29-30.
4. Ebû Dâvûd.
5. Tecrîd-i Sarîh, Hayber Kazası Bâbı, c.10, s. H.No:1609. CANAN İbrahim, Kütüb-ü Sitte Muhtasarı Tercümesi ve Şerhi, c.4, s. 264.
6. Müslim.
7. Müslim, İman, 147.
Bu içeriğe yorum yazabilirsiniz

Henüz hiç kimse yorum yazmadı.